1 Haziran 2011
Nuri GÜRGÜR
Terör destekli ayrılıkçı Kürt hareketi iki aylık seçim süreci boyunca amacını, niyetini ve taleplerini açıkça ortaya koydu. O kadar ki, etnik fitneyi doğru algılayamayan, meseleye Devlet tarafından ezilen bir kitlenin demokratik haklarını elde etme mücadelesi olarak bakan bazı basın mensuplarının bile geç de olsa ne yapılmak istendiğinin farkına varmaya başladıkları görülüyor.
PKK bu seçimleri etkili bir hamle yaparak projelerinin en azından belli başlılarını hayata geçirme fırsatı sayıyor. Güneydoğu’nun Hakkari, Yüksekova, Şemdinli başta olmak üzere, bazı bölgelerinde otonomiye geçişin alt yapısı oluşturuluyor. Başka bir ifadeyle silahlı terör şehirlere taşınmış, söz konusu yerlerde siyasî terör ortamına geçilmiştir.
Örgüt her vesileyle gücünü sınamaya çalışıyor. Başarılı olduğu anda bunu daha ileriye taşıyarak çıtayı yükseltiyor. Başbakan’ın Hakkari’de karşılaştığı manzara, buralarda örgüt otoritesinin Devlet otoritesinin üstüne çıkma olayıdır. Yani bölgedeki vatandaşın zihnine Devlet otoritesinin geçici, örgüt otoritesinin kalıcı olduğu intibaı yerleştirilmek isteniyor; alternatif bir otorite oluşturuluyor.
Kısmen de olsa bunu başardığını gören terör örgütü, doğal olarak daha ötesine yöneliyor. Diyarbakır’da toplanan bölgedeki 17 belediye yöneticisi bölgesel özerkliği yani federatif yapılanmayı en kısa zamanda fiilen uygulamaya koyma kararı alıyor; bunu kamuoyuna duyuruyor. Bir süre öncede Van’daki DTK toplantısında aynı mahiyette karar alındı. Demokratik özerklik talebi vurgulandı. Devletin bu talebi yerine getirmemesi durumunda fiili bir durum oluşturarak kontrolü ellerine alacakları açıklandı.
Ayrılıkçı etnik hareketin her kademedeki sözcüleri aynı hedefi işaret ediyorlar. Bir yandan İmralı’dan diğer yandan Kandil’den 15 Haziran’a kadar kendilerini tatmin edecek somut adımlar atılmaması durumunda “kötü şeylerin” yaşanacağı, bunun sonunun savaş ve kıyamet olacağı tehdidini tekrarlıyorlar.
Liberal basının el üstünde tuttuğu, “ılımlı” diyerek övgüler yağdırdığı Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi isimlerde bu tehdit kampanyasında yerlerini aldılar. Ahmet Türk, “geçmişte dengeli konuştum ama yararı olmadığını gördüm” diyor. Avukat sıfatıyla Öcalan’la sık sık görüşen Aysel Tuğluk’un “anayasal eşitlik bize yetmez, bize statü gerekir” şeklindeki ifadesi kendi düşüncesinin ötesinde terörist başının beklentisini yansıtmaktadır.
12 Haziran seçim sonuçlarını hangi yönde değerlendireceklerini Leyla Zana açıklıyor: “Oylarınızı Kürdistan’a, barışa, kardeşliğe ve gerilla için verin”.
Kürt etnik hareketinin basındaki bilinen destekçilerinden Ahmet Altan’ın yorumları bütün bu ifadelerin hangi anlama geldiğinin liberal sempatizan kesimdekiler tarafından bilindiğini gösteriyor: “Bu sözler aslında bütün Kürtlerin aklının bir yerinde duran bir isteği nihayet aydınlığa çıkartıyor. Kürtlerin yönettiği bir Kürdistan.” Geçen hafta Neşe Düzel’le yaptığı harikulâde konuşmada “Kürtlerin hedefi değilse de ufku bağımsızlıktır” diyen Cihan Tuğal’ın “ufuk” olarak değerlendirdiği isteğin artık bir “hedef” haline geldiğini bu konuşmadan görüyoruz.”
Ahmet Altan yorumunu daha da açıyor ve yakın gelecek için gördüğü ihtimalleri sıralıyor: “Kürtlerin istekleri netleşiyor, tavırları ve pozisyonları da öyle. Peki, Türkler bu isteğe ne diyecek? Üç şık var, ‘hayır, idari yapıyı hiçbir şekilde değiştiremezsiniz’ derler ve iç savaş çıkar. ‘Olur, zaten biz de özerk eyaletler sistemine geçeceğiz, bütün bölgeler kendilerini yönetsinler’ derler mesele hallolur. Ya da ‘Kürdistan’ı yönetin ama bu Kürdistan’ı biz finanse etmeyiz, siz bağımsız olun’ derler ve ayrılırız. (Taraf 26.05.2011)
Ahmet Altan’la aynı zihniyetteki demokrat ve liberal olarak kategorize edilen çevrelerin şimdiye kadar ısrarla savundukları bir iddiaları vardı. Türkiye demokratik açılımlarını hızla geliştirmeli, örgüt veya temsilcileriyle müzakereden çekilmemeli, demokrasi adına taleplerini karşılamalı, böylelikle çağdaşlaşıp AB üyeliğini hak edecek konuma gelinmelidir.
Oysa özellikle son birkaç ay içerisinde ortaya çıkan tablo ülke gerçeklerinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Bu manzarayı Taha Akyol işaret ediyor ve son derece önemli tespitler yapıyor: “Mesele de burada zaten: Demokrasinin gelişmesi Kürt hareketini ılımlılığa, demokratik söylem ve metotlara yöneltmemiştir. Aksine, Kürt milliyetçiliği daha Marksimalist ve daha keskin hale gelmiştir. Zira amacı demokrasi değildir; demokrasi içinde demokratik metotlarla çözüm aramak değildir. 19.yüzyıldaki Balkan milliyetçilikleri gibi ‘gecikmiş milliyetçilik’lerde görülen şiddet ve Marksimalizm 20.yüzyılın sonunda Kürt milliyetçiliğinin özelliği haline gelmiştir. (Milliyet, 30.05.2011)
Bütün frenlerini boşaltmış görünen etnik fitne, 12 Haziran sonrasını diledikleri sonuca ulaşacakları bir merhale olarak görüyor. Seçimlerden sonra oluşacak Meclis bu bakımdan tarihî bir sorumlulukla karşı karşıya olacaktır.
BDP geçen dönemlerden daha saldırgan ve pervasız bir grup halinde Öcalan’ın sözcüsü, PKK’nın siyasî kanadı olduklarını gizleme gereği görmeden ortalığa saçılacaktır. Özellikle gündeme gelecek Anayasa değişikliği konusu, bu hususta yapılacak tartışmalar Türkiye’nin bütünlüğünü ve geleceğini belirleyecek nitelik taşıyacaktır.
CHP Genel Başkanı’nın Hakkari ve Diyarbakır’daki konuşmaları talihsiz bir popülizm örneğidir. Batı bölgelerinde örgütün aday göstermediği yerlerde oy devşirme hesabıdır. PKK’nın şehir yapılanması olduğunu herkesin bildiği KCK’ya yönelik operasyonları eleştirmek, örgüt mensubu belediye başkanlarını halkın iradesini temsil ediyor gerekçesiyle savunur duruma düşmek, demokratik özerkliğe ve statü taleplerine dolaylı bir destek anlamına gelecek şekilde Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldıracaklarını taahhüt etmek her bakımdan yanlış olmuştur.
Anayasa değişikliği gibi hayatî bir mesele başta olmak üzere temel millî meselelerin gündemde olacağı bir Meclis tablosunda MHP’nin bulunmamasını istemek, bunu temin edecek hukuk dışı kombinezonlar hazırlamak Türkiye’ye ve milletimize hasım çevrelerin tezgâhıdır. MHP’nin temsil ettiği fikriyatı hakkıyla sergileyerek Meclis çatısı altında millî muhalefet işlevi görmesi, bu hüviyetiyle görüş ve önerilerini kamuoyuna sunması, liyakatle savunması her açıdan gereklidir.
Cumhuriyet tarihimizin bu en kritik seçim sürecinde milletimizin kendine yaraşır bir şuur ve basiret içinde tercihini kullanacağından, varlık ve gelecek hesabı yapacağından kimsenin kuşkusu olmasın.