TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Hizbullah'ın İki Yüzü

Nuri Gürgür (Türk Yurdu Dergisi,Şubat 2000)
Hizbullah 1979'larda devrim heyecanının doruklarda olduğu dönemde İran'ın Kum şehrinde Ayetullah Mahmut Gaffari tarafından kuruldu. İran İslam devrimini başta Ortadoğu olmak üzere, bütün İslam ülkelerine yayılma amacını taşıyan İran politikasının önemli mekanizmalarından biri addedildi, Humeyni tarafından destek ve teşvik gördü. İran'dan maniple edilen çeşitli ülkelerdeki Hizbullah hareketler, birbirlerinden etkilenseler de bağımsız çalışırlar. Ancak bunların tümü İran Servisleri tarafından kontrol altında tutulurlar. Seçilen militanlar planlı bir şekilde İran'a götürülerek eğitilip yetiştirirler. Ülkelerinde İran hesabına bilgi sağlamak ve gerekli eylemleri yapmak üzere hazırlanırlar.

Dünya Hizbullah adını daha ziyade Lübnan'daki örgütün çalışmaları vesilesiyle duyurdu.Bu ülkedeki Şii topluluğun siyasi-askeri kuruluş olan Lübnan Hizbullah'ı özellikle İsrail'e karşı verdiği silahlı mücadeleyle tanınıyor. Bir taraftan Şii kültürünün psikolojik yansımaları, diğer taraftan gücünü dünyada belki de terörist usullerle ve hukuk tanımadan uygulayan yegane devlet olan İsrail'e karşı savaşmanın özel metotları gerekli kılması soncunda, ortaya son derece fanatik ve şiddet yanlısı bir örgüt yapılanması çıktı.

Türkiye'dekilerin bunlardan geniş ölçüde etkilendikleri ve benzerini ülkemizde kurmaya uğraştıkları anlaşılıyor. Mezar taşlarına "hayat iman ve cihattır" diye yazmaları ruh hallerinin özetidir.

Türkiye Hizbullah'ı 1985'lerden sonra tanıdı. Özellikle 90'lı yılların başlarında PKK terörünün olabildiğine hızlandığı dönemde Güney Doğuda bazı şehirlerde ilginç olaylar meydana gelmeye başladı. PKK yandaşı olarak bilinen bazı insanlar, güpegündüz şehrin ortasında saldırıya uğruyorlar ve genellikle satır kullanılarak öldürülüyorlardı. PKK gibi bölgede psikolojik etkinlik sağlamak için vahşetten çekinmeyen, bebekleri bile katleden bir cinayet örgütü, karşılaştıkları bu yeni düşman karşısında çaresiz kaldı, başka Batman olmak üzere bazı yerlere sokulmak ikanı bulamadı. Kamu oyuna yansıyan kırık dökük bilgilerden, satırlı eylemcilerin bölgedeki Kürt asıllı, ancak dini hassasiyeti olan insanların meydana getirdiği Hizbullah örgütlünden oldukları anlaşılıyordu. Fakat yıllarca bunlarla ilgili ciddi bir araştırma ve kovuşturma yapılmadı. Gizlilik Hizbullah'ın çalışma ilkelerinin başında gelir. Görünmeden vurmak, vurduğunu saklamak suretiyle güçlerini saklamaya, yakalanmamaya büyük özen gösterirler. İlk hedeflerinin.

PKK'lılardan seçilmiş olmak önemli bir kurnazlık göstergesiydi. Çünkü böylece dinsiz PKK'ya karşı inanç h0assasiyeti yüksek olan bölge halkı üzerinde itibar sağlamaya çalışırken, diğer taraftan terörü ortadan kaldırmak için cansiperane çalışan, bedelini çoğu kere hayatıyla ödeyen resmi makamlar güvenlik güçleri nezdinde sempatik bir intiba sağlamış oluyorlardı.

Bu dönemde Hizbullahçıların bölgedeki camileri kontrolleri altına alarak cemaatle doğrudan ilişki sağlamaya matuf girişimlerinin anlamı gözden kaçırıldı.

Diyanet İşlerine bağlı görevliler ibadethanelerden kovuldular ve yerlerine fahri imamlar sıfatıyla kendi adamlarını yerleştirdiler. Böylece camii müdavimi binlerce insan Hizbullah'ın potansiyel propaganda, eğitim ve nihayet militan kaynağı haline getirildi. Çoğunlukla 13-15 yaşlarındaki çocuklardan seçtikleri militan namzetlerini eğitim yerlerinde diledikleri şeklinde yetiştirdiler, gerekli gördüklerinin İran'a götürerek İran gizli servislerinin hazırladıkları merkezlerde daha ileri düzeyde yetiştirdiler.

Bir süre sonra aralarında metot ayrılığı çıktı. Silahlı terörü savunan kanat diğer fraksiyona karşı kanlı bir sindirme kampanyası başlattı: Hedefleri artık PKK'lılar değil, çizgilerini benimseyen kendi mensupları olmuştu. 1994 yılından itibaren PKK terörünün yavaşlamasına paralele olarak Hizbullah'a yönelik çeşitli operasyonların yapıldığı ve örgüt militanlarının gruplar halinde yakalandıkları görüldü.

Örgütün önemli bilgiler ihtiva eden arşivlerine ulaşılmış, çalışmaları hakkında her açıdan önemli belgeler ele geçirilmiştir. Bu sırada ortaya çıkartılan örgüt barınakları ve sağlanan bilgiler Hizbullah'ın izlediği metodun vahşet derecesini ortaya koyuyordu. Ancak camiler ve okullar kontrol altına alınarak kitle tabanı sağlamak ve örgüt amaçlarına körü körüne itaat eden militan yetiştirmenin nelere yol açtığı gereken ciddiyetle değerlendirilmedi.

Neticede çalışmalarında fazla sıkıntıya maruz kalmayan örgüt, cür'etini daha da artırarak yoluna devam etti. Ancak PKK terörünün giderek küçülüp kabuğuna çekilmesi, Hizbullah eylemlerini ön plana çıkardı. PKK'nın izlediği stratejini tersine, kendisinin olabildiğince kamufle etmeğe ve varlığını saklamaya çalışan Hizbullah, ortamın giderek elverişiniz hale geldiğini görünce, bölge dışına kaymak ve alan genişletmek şeklinde yeni bir çalışma süreci başlattı.

Hizbullah yöneticileri ve örgütün insan yapısı çoğunlukla Kürt asıllı vatandaşlardan meydana gelmekle beraber, genişleme sürecinde daha yaygın bir insan kitlesinin hedef alınmasına, kültür seviyeleri sınırlı ancak dini duyguları yüksek insanlara ulaşılmaya çalışıldı. Bunlar üzerinde etki sağlayabilmek için duyguları yüksek insanlara ulaşılmaya çalışıldı. Bunlar üzerinde etki sağlayabilmek için yeni çalışma alanı olarak seçtikleri İstanbul, Ankara, Konya, Mersin ve Bursa gibi muhitlerde İslam-i cemaat ve tarikatlar çevresinde toplanmış olan dindar vatandaşları yıldırma ve sindirme metoduyla yanlarına celbetmeyi düşündüler.

Beykoz'daki operasyonla başlatılan Hizbullah soruşturması oldukça gecikilmiş bir uygulamama olmasına rağmen çok ciddi bir probleme vurulan yerinde bir neşterdir. Bunun yurt çapında dikkatle sürdürülmesi sonucunda önemli rahatsızlıklar doğurmaya aday bir meselenin üstesinden gelinecek ve toplumsal huzurun sağlanmasında önemli bir adım atılacaktır. Ancak polisiye soruşturmalar sonunda vahşetin faillerinin yargıya sevk edilmesi her şeyin bittiği anlamına gelmez. Başta devletin yönetim sorumluluklarını taşıyanlar olmaz üzere, düşünen herkesin Hizbullah'ı doğuran şartların muhasebesinin objektif şekilde yapması gerekir.

İslam adına hareket iddiasının taşıyanların Müslümanlarca musallat olmaları ve çizgilerinin dışındaki erkesi kafir sayıp katletmeleri açık bir sapıklıktır. İslam tarihinde buna benzer sapıklıkların zaman zaman görüldüğü, hatta uçları sahabe dönemine kadar uzanan sapıklıklarını İslam'a mal etmeye çalışmak, bunlara dayalı hükümler vermek, uygulamalar yapmak yobazlığın öteki ucudur. Mahiyeti açısından berikinden hiçbir farkı yoktur.

Türkiye'de şu sıralarda birilerinin bu yolu denemeye çalıştıkları görülüyor. Bunlara göre, madem ki Hizbullah camileri merkez yaptı ve madem ki İslam adına hareket iddiasını taşıyor, vahşetin kaynağı İslam-i esaslardan yani Kur'an'dan kaynaklanmaktadır.

Toplumdaki İslam inancı zayıflatılırsa, Kur'an'ın etkisi azaltılırsa irtica tehlikesi kendiliğinden ortadan kalkar. Bu mantık sahipleri Hizbullah olayını ateist, laiksist, ladini argümanlarına haklılık kazandıran somut bir belge olarak değerlendiriyorlar. Böylece hiç vakit kaybetmeden dini bütün toplumsal alanlardan uzaklaştırarak, ferdin içi dünyasına tıkayarak mistik bir çerçeve ile sırır8landırmak suretiyle problemi kökünden çözeceklerini sanıyorlar.

Bu yanlış ve tehlikeli mantık doğru ve makbul sayılırsa çok vahim hata yapılmış olur. İki yüz yıllık modernleşme çabalarımızda zaman zaman bu tarz illüzyonlara başvurulduğu olmuştur. Olaylar gerçek mahiyetlerinden farklı şekilde yansıtılmış kurgu yüklü anlamlar kazandırılmaya uğraşılmıştır.

Çoğunlukla toplumu belirli kalıplara oturmak isteğinden kaynaklanan bu çabaların, bilginin en yüksek değer, bilimsel düşünme metodunun gelişmenin anahtarı sayıldığı günümüzde, sürdürülmesi mümkün değildir. Yobazlık ne adına yapılırsa yapılsın, insan haysiyetini yaralar, fikri ve ruhi gelişmeye pranga vurur, toplumsal sıkıntıları çoğaltarak, bizi çağın dışına iteler.

Yakalanan Hizbullahçıların kültürel seviyelerini, eğitim durumlarını, toplumdaki yerlerini, yaş ve mesleklerini geniş şekilde tahlil edilmelidir. Militanlarının eğitildikleri mekanların Diyanet kontrolü dışındaki Camiler oluşu tesadüfi değildir.

İslam-i eğitim veren kurumlara sokulamayışlarının nedenleri üzerinde düşünülmelidir. Din bu toplumun vazgeçilmez mesnetlerden birisi, kültürümüzün omurgasıdır. Onu yanlış yorumlayanlar, İslam'a aykırı hükümler verip ve bunlara dayalı eylemlere kalkışanların zararlarının önlenmesi gerçek Müslümanlığın tam ve kamil anlamda öğretildiği eğitim kurumlarının varlığıyla mümkündür.

Medya merkezli bazı çevrelerin Hizbullah'ı fırsat sayarak, dinini geniş ölçüde tasfiye edildiği toplum yapısı projesini uygulamaya koyabilmek için yoğun kampanya başlatanlar, Türk toplumuna Hizbullah kadar zarar veriyorlar. Ciddi bir desteğe sahip olmayışları, itibar görmeyişleri tesadüfi değildir. Toplumun görüş ve tercihlerini somut şekilde belirlenme anlamını taşıyan genel seçimlerde aldıkları sonuçlar bu açıdan anlamlı bir göstergedir.

Hizbullah gibi sapıklıkların yol açtığı kanlı terörün yok edilmesi nasıl bir mecburiyetse, düşünce ve inançlar dışındaki tahakkümün baskı ve dayatmaların ortadan kaldırılması aynı ölçüde toplumsal bir ihtiyaçtır.