Irak ordusu ve Şii milislerden oluşan Haşdi Şabii yarım günlük bir operasyonla belirlenen hedeflere ulaştı; böylece 2014’den sonra IŞİD ile mücadele sonrası yahut Irak ordusunun terk etmesi neticesinde, başta Kerkük ve çevresi olmak üzere, Peşmerge’nin eline geçirdiği bölgeler merkezi hükümetin kontrolüne geçti.
Peşmerge’nin her bakımdan büyük öneme sahip bölgelerden direnmeden bozgun halinde geri çekilmesi mevcut dengeleri büyük ölçüde sarsacak, yeni bir jeopolitik tablo ve nüfuz alanları oluşturacaktır. İkazlara ve itirazlara aldırmadan hayalindeki bağımsız Kürdistan’ın ilk ayağı olarak plânladığı referandum silahını kullanmaya kalkışan Barzani’nin bozgundan sonra yerini koruması kolay olmayacaktır. O’nun yaşadığı bu dram, başında bulunduğu siyasi yapının aslında ne kadar kof olduğunu ortaya koydu.
ABD-İsrail ortaklığının iki Körfez Savaşı’ndan sonra hayata geçirmek istediği bölgede etnik temelli yeni bir devlet oluşturma projesi tutmuyor; en kritik aşamada tıkanıp kalıyor. Çünkü destekledikleri toplum kesimi geleneksel feodal ilişkileri aşarak, kurum ve kurallarıyla işleyen modern anlamda bir devlet düzeni oluşturamıyor. Aşiret asabiyesinin geçerli olduğu, yönetim kademelerinin aşiret hiyerarşisi bağlamında belirlendiği bir toplum kesiminde, millet bilincinin, millî asabiyenin oluşmamış olması şaşırtıcı bir durum değil. Siyasi bir söylem olarak Kürdistan lafzı popüler, aktüel bir kavram mümkün görünse bile sosyolojik gerçekler ortada. Silahlı milislerle, dış desteklerle belirli bir alanda etkinlik sağlanması milletleşme için yeterli olamıyor. Mimarisiyle, musîkisiyle, sanat, edebiyat ve beşeri değerleriyle, tarihi tecrübesiyle millî kültür unsurlarındaki eksiklikleri, zaafları, boşlukları telafi edemiyor.
“Kürtlerin kalbi, Kâbe’si” safsatalarıyla el koymaya kalkıştıkları Kerkük’te, daha üç yıl önce tek silah atmadan Musul’u bırakıp kaçmış olan Irak ordusu karşısında direnmek yerine, aşiret liderliğini ve yönetimi ele geçirmek maksadıyla birbirlerine tuzak kurmayı tercih ettiler.
Bozgunun ardından Barzani’ci KDP ile Talabani’ci KYP’nin birbirlerini suçlamaları, Talabani’nin oğlu ile Haşdi Şabii sorumlusu ve Bedir Tugayları Komutanı’nın Kerkük’ü boşaltmak üzere anlaştıklarının öne sürülmesi aşiret asabiyesinin ve liderlik çekişmelerinin çok daha derinleşeceğini gösteriyor.
Ortaya atılan iddiaların detayları önümüzdeki günlerde daha net hale gelecektir. Ancak şu andaki manzara İran’ın hem kontrolündeki Talabani’ci KYP, hem de Haşdi Şabii üzerinden bölgedeki nüfuz alanını genişlettiğini hatta buralarda başat güç haline geldiğini gösteriyor.
Kuzey Irak’ta seçimlerin ertelenmiş olması, Barzani’ye bir nefeslenme süresi kazandırsa da Türkiye, İran ve Irak üzerinden yürütülen üç taraflı ambargo kıskacı altında çok zor günler kendisini bekliyor. Ambargo neticesinde ekonomik şartların ve sosyal hayatın ağırlaşması sonucu yükselecek tepkiler karşısında uzun süre direnmesi muhtemelen mümkün olamayacaktır. Karşısındaki PKK-Talabani-Goran Hareketi muhalefeti daha aktif hale gelecek, bunlar İran’ın desteğini de arkalarına alarak, ya bir süre sonra yapılacak seçimlerde yahut darbe yaparak yönetime el koyacaktır.
Türkiye Barzani’nin emrivaki yapma girişimine Bağdat ve Tahran’la birlikte ortak bir platform oluşturarak karşı çıktı. Barzani’nin 2014’den sonra işgal ettiği alanları boşaltma zorunda kalması bu platformun başarısıdır. Barzani bölgesel güçlerin onayını almadan sadece Washington ve Moskova’dan onay almayı, İsrail’in desteğini yeterli gördü. Ancak ABD ve Rusya sadece onay verdiler ama destek vermediler. Barzani’yi ümitlendiren hususlardan biri de Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkelerinin bir Kürt devleti kurulması fikrine sıcak bakmaları hatta destekleyecekleri mesajı vermeleri oldu. Ancak bunlar da el altından yürüttükleri ilişkileri Araplara karşı Kürtleri destekler duruma düşmemek için daha ileri götürmediler.
Değişen bölgesel dengeler Türkiye’yi bazı önemli kararlar almak ve adımlar atmak noktasına taşıyor. İran ve merkezi Irak yönetimiyle mevcut ilişki nereye kadar gidecek? Türkiye için hem tarihi, beşeri ve kültürel, hem de stratejik bir öneme sahip olan Kerkük ve Irak Türkleri (Türkmenler) ne olacak? Barzani Türkiye’nin iyi niyetli ve hoşgörülü yaklaşımını ahlâksızca istismar etti. Verdiği sözleri tutmadı. Türkiye’nin Kuzey Irak’taki ticari ve ekonomik ilişkileri nedeniyle ve PKK faktöründen ötürü “vazgeçilemez” olduğunu düşündü. Barzani bu aşamada aradan çıktığına göre Türkiye, Bağdat ile çıkarlarını ve hassasiyetlerini karşılayabilecek ilişkiler kurabilecek mi?
Ankara’nın hassasiyetleri bellidir. Türkmenler’in varlığının anayasal güvenceye kavuşturulmasını, Kerkük’ün özel statüye sahip kılınarak burada yaşayan etnik toplulukların ortak yönetimine bırakılmasını savunuyoruz. PKK’nın destek bulmamasını, Kuzey Irak’ı lojistik ikmal alanı olarak kullanmamasını istiyoruz. Sincar’ın yeni bir kanton olmasına izin vermeyeceğimizi belirtiyoruz.
Bölgeye huzur ve barış getirecek bu rasyonel taleplerin Irak Merkezi Hükümeti ve İran tarafından ne derece karşılık göreceği bilinmiyor. İran, bölgede Şii jeopolitiği oluşturmak amacıyla sürdürdüğü politikalarda ısrarcı olması, Haşdi Şabii’yi baskı unsuru olarak kullanmaya kalkışması durumunda, Bağdat’ı da yanına alarak Türkiye’nin isteklerine karşı çıkabilir. Bu durumda gerginliğin tırmanması, derinleşmesi, daha da tehlikeli boyutlara taşınması kaçınılmaz olacaktır.
Barzani ütopik heveslerle hem kendi kuyusunu kazdı, hem de İran’ın bölgeyi büyük ölçüde kontrolüne almasının kapılarını araladı. Muhtemelen daha uzun süre devam edecek gibi görünen bu belirsizlik ortamında, Türkiye’nin son derece dikkatli, uyanık ve her şeye hazırlıklı olması gerekiyor. Herkesin birbirine çelme takmaya çalıştığı, güvenilir dostlukların söz konusu olmadığı, etnik ve mezhebi fay hatlarının olabildiğince hareketli olduğu Irak ve Suriye’de, en küçük bir ihmal yahut yanlış ülkemiz açısından telafisi imkânsız kayıplara yol açabilir. 1991’de ve 2003’de yapılan yanlışların, küresel güçlerin niyetlerini doğru algılayamamanın, ilişkileri reel politik faktörler yerine hamasete, ideolojik tercihlere göre yürütmeye kalkışmanın nelere mal olduğunu görüp yaşadık. Olanlardan ders alarak, cesaretle özeleştiri yaparak gerçeklerin ışığı altında hedeflerimizi doğru şekilde belirlemeli, bunlara yönelik kararlı ve tutarlı adımlar atmalıyız.