TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Kıbrıs’ta Sular Isınırken

KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Mustafa Akıncı oyların % 60.5’ini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece 2003’de CTP’nin seçimi kazanması ve Mehmet Ali Talat’ın önce başbakan, ardından 2005’de Cumhurbaşkanı olmasından sonra, Kıbrıs Türkleri bir kere daha tercihlerini sosyal demokrat bir aday lehine kullanmış oldular.

 

Mustafa Akıncı’nın seçimi kazanmasından sonra yaptığı ilk açıklamalar, Kıbrıs meselesinde ciddi problemler doğuracak bir dönemin başlamak üzere olduğunu gösteriyor: “Artık yıllarca çok istismar edilen ana-yavru vatan edebiyatını bir yana bırakıp kardeşçe ilişkiler kurmak gerekir.”

 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözlere “ağzından çıkanı kulağın duymalı” diyerek sert bir tepki gösterdi ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir bedel ödediğini, şehitler verdiğini, KKTC’nin hâlâ “yavru vatan” olduğunu belirtti.

 

Mustafa Akıncı buna karşılık vererek seçilmiş bir cumhurbaşkanı olduğunu hatırlattı ve “neden rahatsız olunuyor iki kardeş ilişkisinden, anlamakta zorlandım. Türkiye yavrunun büyümesini istemiyor mu? Kıbrıs Türk halkı elbette ana vatan sevgisini yüreğinde taşımaya devam edecektir. Ancak bu topraklarda da artık Rum toplumuyla baş edebilmek adına, kendi kişiliğini kanıtlamak adına, bebeklikten, yavruluktan kurtulup ayaklar üzerinde durmalıdır. Yavru olarak görmenin çok doğru bir siyaset olduğunu düşünmüyorum. Burada bir devlet var ve Türkiye de bu devleti tanıyor. Yavru vatan söylemi yüreklerde olması gereken bir söylemdir ama eşit ilişki gereklidir” sözleriyle geri adım atmak niyetinde olmadığını gösterdi. Bu ifadeler aynı zamanda Akıncı’nın Ankara’dan bağımsız olarak Rumlarla yeniden başlatılacak müzakereleri kendi inisiyatifiyle yürütmek niyetinde olduğu anlamına geliyor.

 

Türkiye’nin KKTC yönetimiyle arasında ilk defa bu derece farklı bir görünümün ortaya çıkması Rum tarafında sevinçle karşılandı; Avrupa Birliği ise gelişmeleri yakından izlemeye başladı.

 

Mustafa Akıncı kendi ifadesiyle 68 kuşağından yani radikal sol kökenden geliyor. Siyasi hayatını 1976’da Lefkoşe Belediye Başkanı olmasından başlayarak istikrarlı şekilde sosyal demokrat çizgide yürüttü. Seçim kampanyası sırasında Maraş’ın sahiplerine iade edileceğini, birleşik Kıbrıs’tan yana olduğunu söylerken izleyeceği politikanın ana hatlarını da belirtmiş oldu.

 

Kıbrıs Türkleri arasında güçlü ve etkili bir sol damarın varlığı yeni ortaya çıkmış bir durum değil. Özellikle eğitim kurumlarında, öğretmenler arasında hüküm süren solcu eğilimler, 74 harekâtından bu yana yetişen bütün nesiller üzerinde etkili oldu.

 

2004’deki referandum sırasında Rauf Denktaş’a destek amacıyla ATO’dan kalabalık bir heyetle adaya gitmiştik. Rahmetli Cumhurbaşkanı Denktaş ile birkaç defa sohbet yapma fırsatımız olmuştu. O günlerde de öğretmenler arasında Denktaş’ın politikaları aleyhinde yoğun bir muhalefet göze çarpıyordu. Bir akşam yemeğinde rahmetli Denktaş’a bu durumu sormuştum: “Sayın Cumhurbaşkanı; 1974’den bu yana Kıbrıs Türklerini de kurulan KKTC’yi de siz yürütüyorsunuz; icranın başında bulunuyorsunuz ve yönlendiriyorsunuz. Bugün karşınızdaki muhalefetin omurgasını 74 harekâtından sonra yetişen genç nesiller oluşturuyor. Bunların milli ve manevi duygularını güçlendirecek, kültürel kimliklerini öğretecek farklı bir eğitim sistemi uygulanamaz mıydı?” Rahmetli Denktaş hiç duraksamadan cevap vermişti: “Sorumluluğumu kabul ediyorum. Bunu yapmamış olmamızın ne derece vahim bir hata olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyorum.”

 

 

Aslında bu konudaki sorumluluğun tamamını Rauf Denktaş’a yüklemek haksızlık olur. Türkiye başından itibaren Kıbrıs’ı sadece bir toprak parçası olarak gördü; insan unsurunu dikkate almadı. 74 harekâtından başlayarak, iş başında olan bütün hükümetler Kıbrıs’a bütçeden belirli bir kaynağı aktarmakla, maddi yardım yapmakla görevlerini yerine getirdiklerine inandılar. Ne Ankara ne de Kıbrıs’taki yönetim, toplumun kültür ve zihniyet meselelerine eğilme gereği duymadılar. Eğitim okul açmaktan ibaret sayılıp kendi haline bırakıldı.

 

Bir başka yanlış 74’den sonra Türkiye’den adaya gönderilen insanlar konusunda yapıldı. Türkiye’nin belirli bölgelerinden nitelikleri, özellikleri, iş kurma becerileri gözetilmeden gelişigüzel toplanarak Kıbrıs’a göç ettirilen vatandaşlarımız, Kuzey Kıbrıs’ın ne sanayi ve ticaretine, tarımsal üretimine, ne de kültürel dokusuna olumlu bir katkı yapamadı. Tam tersine yerlilerle göçmenler entegre  olamadıklarından sorunlar yaşandı.

 

Diğer taraftan Kıbrıs Türkleri arasından ikinci bir Denktaş’ın çıkmaması yani karizmatik lider eksikliği siyasi hayatı olduğu kadar toplumsal hayatı da olumsuz etkiledi.

 

Mustafa Akıncı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk ziyaretini Ankara’ya yapmasını hatırlatması üzerine önümüzdeki günlerde Türkiye’ye gelecek. Yapılacak görüşmelerde nasıl bir sonuç çıkar; “iki kardeş ülke” tanımlaması, seçilmiş cumhurbaşkanı olduğunun hatırlatılması Akıncı’nın bu çerçevede bir politika yürütmesine yol açar mı? Rum tarafından, AB çevrelerinden gelmesi muhtemel teşvik ve desteklerin etkisiyle KKTC’nin Türkiye’ye olan askeri, siyasi ve ekonomik bağımlılığı inkâr edilerek “Türk askerine artık ihtiyaç kalmadı, adadan çekilsin” demeye kalkışabilir mi? Türkiye’nin siyasi gücünü ve desteğini arkasına almadan Rumlarla onurlu, adil ve dengeli bir anlaşma yapmasının mümkün olmadığını fark edebilir mi?

 

CHP’nin sosyal demokratlık dayanışması adına Mustafa Akıncı’ya destek açıklaması yapmış olması bu partinin idolü olarak anılan Bülent Ecevit’i inkârı, yok sayılması anlamına geldiğinden yadırganılabilir; fakat HDP’ninkinde şaşılacak bir taraf yok.

 

Türkiye Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte artık çeşitli ihtimallere açık gelişmelerin olabileceği, geleneksel ilişkilere aykırı politikalar izleyebilecek yeni bir KKTC yönetimiyle karşı karşıyadır. Irak ve Suriye sorunları başta olmak üzere, dış politika gündemimizin aşırı derecede yoğun olduğu günümüz ortamında, Kıbrıs meselesinde karşılaşmamız muhtemel problemlerin başımızı bir hayli ağrıtacağı anlaşılıyor.