Yerli ve yabancı tüm deprem uzmanları Marmara Denizi’nde muhtemelen 7.2 büyüklüğünde bir depremin olacağını, başta İstanbul olmak üzere on ilimizin bundan etkileneceğini ifade ediyorlar. Türkiye deprem fayları üzerinde bulunan bir “deprem ülkesi” dir. Her yıl değişik büyüklükte çok sayıda deprem meydana geliyor. Büyüklüklerinin genellikle beşin altında olmasından dolayı çok şükür can kaybı ve ciddi bir hasar yaşanmıyor, korkutmakla kalıyor. Ancak “Kuzey Marmara Fay Hattı” olarak tanımlanan alanın durumu diğerlerinden çok farklı.
Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof.Dr.Haluk Özenir bu konuda şunları söylüyor: “1939 Erzincan depreminden itibaren bu fay hattı kırıla kırıla batıya doğru göçüyor. En son 17 Ağustos depreminde Marmara bölgesine iyice geldi. Bundan sonra bütün bilim insanlarının kabul ettiği, depremin Marmara Denizi’nde olacağıdır. Depremin 7.2 büyüklüğünde olması bekleniyor ancak zamanı bilinmiyor.”
Deprem uzmanları Marmara’daki fay hattının kırılmasıyla ortalama iki yüz yılda bir meydana gelen, İstanbul’u harabeye çeviren büyük depremlerin en son 1766’da yaşandığını, dolayısıyla zamanın adeta dolmuş olduğunu, tehlikenin kapıda beklediğini ısrarla belirtiyorlar..
18 bine yakın vatandaşımızın hayatını kaybettiği 17 Ağustos depreminde bölgedeki sanayi, ticari ve sağlık tesisleri, alt yapı büyük zarar görmüş, milli gelirde 8-9 milyar civarında bir kayıp meydana gelmişti. Bu olay 2001 krizini tetiklemişti.
Bu felaketin etkisiyle herkes bir şeyler yapılmasını, muhtemel depremlerin etkisini azaltacak önlemler alınmasını istiyordu. Bu ruh halinin etkisiyle “Deprem Vergisi” ihdas edildi. Ancak bu fonda toplanan paralar amacına uygun kullanılmadı. Ekonomiden sorumlu eski Devlet Bakanı Mehmet Şimşek “Deprem vergisiyle duble yollar yaptık” diyerek paranın nasıl kullanıldığını açıklamıştı.
Toplum ve yöneticiler olarak acıları çok çabuk unutuyoruz; daha da kötüsü saiklerinin gelip geçtiğine, tekrar yaşanmayacağına kendimizi inandırıp dikkatimizi farklı yerlere yöneltiyoruz.
Nitekim deprem konusunda 17Ağustos 1999’dan sonra bu durum depremin hedefindeki İstanbul’da aynen tekrarlanıyor.
Son derece büyük önem taşıyan depremde toplanma alanları rant hırsıyla imara açıldı. Yapıların depreme dayanıklılığının zarureti görülmesine rağmen etkili bir denetim mekanizması oluşturulmadı. Başta Çapa ve Cerrahpaşa gibi hastaneler olmak üzere, sağlık tesislerine gerekli takviye yapılmadı. Geçen ay Kartal ‘da 7 katlı bina çöktü 21 vatandaşımız hayatını kaybetti. Enkazın altındaki bir kişiye üç gün sonra ulaşılabildi. Her türlü kurtarma vasıtasının kullanılabildiği bir binanın enkazına günler sonra ulaşılması, korkulanın olması durumunda insanlarımızı nelerin beklediğinin göstergesidir.
İmar Affı yasası bütün partilerin oy birliğiyle Meclis’ten geçerken, yasanın suistimal edilmesini engelleyecek, güçlü bir denetim ve kontrol sağlayacak hükümler ne yazık ki konuşulmadı. Kartal’da çöken ve deniz kumundan yapıldığı anlaşılan bina için bile başvuru yapılmış; İstanbul’da bunun gibi binlerce binanın olduğu öne sürülüyor. Şehircilik Bakanı olaydan sonra üç ay zarfında eksiklikler giderilmediği takdirde yıkım kararının uygulanacağını söyledi; inşallah deyip bekleyeceğiz.
Son derece büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız; ihmalin sürmesi, gereken adımların acilen atılmaması durumunda tarihimizin en büyük felaketlerinden birini yaşayabiliriz. Çünkü İstanbul Türkiye’nin sadece kültür ve medeniyetinin değil sanayi ve ticari tesisleriyle, eğitim, sağlık, teknolojik ve finansal kurumlarıyla, turizmiyle her anlamda “kalpgahı”dır. Vergilerin yarısına yakını buradan toplanıyor. Uzmanlar 7.2 büyüklüğündeki bir depremde bu günkü durumda 40 ila 100 bin arasında insanımızın hayatını kaybedeceğini, milli gelir kaybının yüz milyar doları geçeceğini söylüyorlar. Allah korusun bu felaket yaşanırsa sadece İstanbul değil tüm Türkiye enkazın altında kalırız. Kimse de bizi umursamaz, tam tersine savunmasız kalmamızdan yararlanmak için akbabalar gibi dört koldan üzerimize üşüşürler.
Şu sıralarda seçim kampanyalarında pek sık kullanılan “beka” konusu, keşke toplumu manipüle etmek maksadıyla kullanılmak yerine anlamına en uygun alanda, muhtemel “Marmara depremi” konusunda uyarıcı bir işlev yapmak üzere konuşulsaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen ay katıldığı bir TV programında depremden söz edilince “korkuyorum, hazırlıklı değiliz“ demiş ve bütün vatandaşları, medyayı bu konuda yardımcı olmaya çağırmıştı. Bu sözler milli nitelikteki bu sorunun Devletin en üst makamında bilindiği anlamına geliyor. Dileriz gerekenler yapılır; çünkü başkalarını bilmem ama ben de Sayın Cumhurbaşkanı gibi “korkuyorum”, hem de rüyalarıma girecek kadar.