Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Ocak akşam saatlerinde stratejik ve politik hedefleri bakımından Cumhuriyet döneminin en kapsamlı sınır ötesi harekâtını başlattı. Harekâtın sonuçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, Suriye’de tarafların pozisyonları ve siyasi dengeler önemli ölçüde değişecek, Washington’un Akdeniz’e açılan bir Kürt devleti kurma projesinin uygulanma kabiliyetinin olmadığı görülecektir.
Zeytin Dalı gibi anlamlı bir ad verilen harekâtın ilk üç gününde ortaya çıkan tablo, TSK’nın gücünün, savaş kabiliyetinin, organize yeteneğinin ne kadar üst düzeyde olduğunu ortaya koymuş bulunuyor.
İki günde 112 uçakla yapılan hava harekâtı, bu alanda dünya literatürüne geçecek, ders olarak okutulacak niteliktedir. FETÖ’nün 15 Temmuz menfur darbe girişiminde en büyük ihanetin yaşandığı Hava Kuvvetlerimiz, oluşan hasarın kısa zamanda onarıldığını, operasyonel gücünde bir gerileme olmadığını göstermiştir. Son derece dar bir alana, ilk gün 72, ikinci gün 45 uçakla yapılan operasyon en ufak bir aksama olmadan başarıyla tamamlanmış, önceden belirlenen hedeflerin tamamına yakını, PKK-YPG’lilerin Amerikalılardan edindiği hava savunma bataryaları planlandığı gibi etkisiz hale getirilerek tahrip edilmiştir.
Harekâtla ilgili hazırlıklar yapılırken en önemli mesele, Suriye hava sahasını denetiminde tutan Rusya’nın, dolayısıyla Suriye’nin hava sahasını açıp açmayacakları idi. Operasyonun başlamasına iki gün kala, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Moskova’ya giderek yaptıkları görüşmeler sonucunda anlaşma sağlanarak bu en önemli engel aşılmış oldu. Türkiye’nin kararlılığını gören Rusya kenara çekilmeyi tercih etti.
ABD’de, aynı günlerde Afrin’in ve Fırat’ın batısının operasyon alanları dışında kaldığını ve buralardaki gelişmelerle ilgilenmediğini belirterek kenara çekildi. Washington’dakiler için önemli olan, kontrollerinde bulunan Fırat’ın doğusundaki alanlar. PKK-PYD’nin bu alanlardaki hâkimiyetini sürdürmesinin, kurumsal yapı oluşturarak devlet haline gelmesinin ABD’nin bölgeyle ilgili temel politikası olduğu biliniyor. Son olarak Washington’dan açıklanan ve Türkiye’nin büyük tepkilerine neden olan, 30 bin kişilik askeri birim oluşturma projesi, hangi ad verilirse verilsin, düzenli bir ordu kurma girişimidir. ABD’nin gölge politikalarını yürüten Pentagon, Türkiye’nin güney sınırları boyunca bir terör koridoru kurma girişimlerine gösterdiği tepkileri umursamadı. Tam bir güç sarhoşluğu içerisinde dilediğini yaptıracağına inandı; PKK-YPG’yi silahlandırmaya devam etti.
Terör örgütü, son derece kurnazca hareket etti. ABD ile Rusya’danher ikisi ile de ilişkilerini sürdürerek, bunlara mavi boncuk vererek, üç-beş yıl zarfında hayal bile edemeyecekleri kazanımlar sağladı. Ancak Afrin konusunda hem Washington’un hem de Moskova’nın kenara çekilip kendilerini Türkiye ile baş başa bırakmış olmaları karşısında şaşırmış durumdalar.
Bölgede hâkimiyet mücadelesi yapan küresel ve bölgesel güçler arasında kıyasıya bir rekabet yaşanıyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Uzun vadeli ittifaklar kurulamıyor; ilişkiler pamuk ipliğine bağlı, her an değişebiliyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’den başka samimi düşünen yok. Tarafların her birinin farklı hesapları var.
Şam rejimi ayakta kalabilmek için Rusya’ya muhtaç. Moskova ise Suriye’deki pozisyonunu kalıcı hale getirip yerleşmenin hesaplarını yapıyor. Kürt kartını ABD’ye kaptırmak istemiyor. Ay sonunda Soci’de yapılması plânlanan toplantıya PYD dahil, Suriye’deki bütün grupların katılmasını istiyor. Türkiye’nin kesin tavrı üzerine, toplantıya PYD’yi resmen davet etmeyecek ancak gözlemci gibi bulunmasını sağlayarak gönlünü almaya çalışacak.
Türkiye, doğrudan bekasına ve ülke bütünlüğüne yönelik, Cumhuriyet tarihinin en büyük tehditlerine karşı tek başına mücadele ediyor. Müttefiklerimiz destek vermek bir yana, ittifak ilişkilerinin ahlâkî ve hukuki gereklerini yerine getirmeyi bir kenara bırakarak, bize karşı açık yahut örtülü şekilde terör örgütüyle iş birliği yapıyorlar, destek veriyorlar.
Türkiye millî varlığını korumak için Afrin harekâtını başlatarak geri dönülmez bir yola çıkmış bulunuyor. Yolumuzu kendi gücümüzle açacak, teröristlerin ve destekleyenlerin oyunlarını, büyük zaferden 96 yıl sonra bozacağız. İşimizin kolay olmadığının bilincinde olmalıyız. Buradaki şartlar Fırat Kalkanı harekâtından çok farklıdır. El-Bab’da IŞİD ile savaşıyorduk; Batı kamuoyu bizden yanaydı. Afrin’de ise, karşımızda PKK-PYD’yi terör örgütü olarak görmek istemeyen, bunların eylemlerini meşru sayan, haklı bulan, Avrupa’daki PKK diasporasının etkisinde olan, Türkiye’nin terörle mücadelesinin anlamını kavramamakta direnen geniş bir Batı kamuoyu var.
Türkiye’nin bu askeri operasyonu özenle plânladığı ölçüde, iyi düzenlenen, güçlü bir kamu diplomasisi yürütme ihtiyacı var. Bütün dış temsilcilerimiz, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarımız, medyamız, üniversitelerimiz millî bir seferberlik bilinci içerisinde bu kampanyada yer almalıdır. Sadece kendi kendimize propaganda yapma anlamı taşıyan yurt içi neşriyatın, siyasi içerikli propaganda konuşmalarının bir yararının olmadığı ortadadır. Ülkelerin kamuoylarını, kendi dillerinde hazırlanacak haber bültenleriyle, konunun uzmanlarının hazırladığı kısa ve özlü değerlendirmelerle düzenli ve plânlı şekilde aydınlatmalıyız. Bu ülkelerin basınıyla, üniversiteleriyle, sivil toplum ve iş çevreleriyle, sendikalarıyla temaslar, görüşmeler yürütülmeli, ziyaretler yapılmalıdır.
Bu alanlarda gerekli girişimlerin yapılmaması durumunda, çok yoğun bir dezenformasyonla, haksız suçlamalarla karşı karşıya kalabiliriz. Geri adım atmamız konusunda ağır bir baskıyla karşılaşabiliriz.
Sonuçta şu andaki yalnızlığımızın daha da derinleşerek kolektif bir husumete dönüşeceğini bilmeliyiz. Fransa’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırması bunların öncü çıkışı anlamına geliyor. Önlem alınmaması durumunda bu tarz girişimler yoğunlaşarak sürecektir.
Afrin operasyonu millî bir davadır. Kesinlikle iç siyasete ve polemiklere alet edilmemeli, kimse buradan siyasi bir rant devşirmeye kalkışmamalıdır. İktidarla muhalefetin tam bir kenetlenme içerisinde olması gereken günümüz ortamında, partiler kendi içlerinden çatlak ses çıkmaması, popülizm yapılmaması için önlem almalıdır.
Harekâtın en kısa zamanda bitirileceği yolundaki açıklamalar, mevcut şartlar düşünüldüğünde, dışarıya yönelik bir mesaj yahut temenni olarak kalacaktır. Çünkü karşımızda altı ay kadar devam eden Fırat Kalkanı operasyonundakinden daha farklı bir hasım var. Afrin, PKK’nın Suriye’de 80’lerin başından itibaren en fazla destek aldığı, eleman sağladığı bir bölgedir. PKK’nın elebaşlarından Bahoz Erdal buralıdır. PKK-YPG, aylardır bu operasyonu beklediğinden her türlü hazırlığı yaptı. Afrin şehir merkezini, Güneydoğu’daki hendek savaşlarında gördüğümüzden daha geniş ve sofistike şekilde gayrı nizami savaş şartlarına göre tahkim etti. Ellerindeki silahlar, iki günden beri Reyhanlı’ya, Kilis’e yapılan roket saldırılarında da görüldüğü gibi, IŞİD’inkinden çok daha fazla ve etkilidir.
Asker zayiatımızın asgari düzeyde kalabilmesi için, El-Bab’da yapılan gibi sabırlı olunması gerekiyor. Kuşatılacak alanda gayrı nizami savaş teknikleri ev ev, sokak sokak kullanılarak kontrol sağlanmalıdır. Terör örgütü Türk ordusuyla savaşmasının mümkün olmadığını görecek, Irak’daki operasyonlarda defalarca olduğu gibi, bir süre sonra muhtemelen Menbiç yönüne doğru kaçıp kurtulmaya çalışacaktır.
Türkiye’nin bekasının, ülkemizin bütünlüğünün, milletimizin huzur ve güveninin sağlanması amacıyla başlatılan Afrin harekâtını ve sonrasını, inşallah 96 yıl önce Millî Mücadele’yi zaferle taçlandıran milli birlik ruhu, vatan ve millet sevdasıyla hep birlikte başarıya ulaştıracağız. Güney hudutlarımızı güvenceye alarak, bölgeyi teröristlerin barınağı ve eylem üssü olmaktan çıkararak, milletimizin huzur ve güvenliğini sağlamış olacağız.