Mısır’da Batılıların ısrarla “darbe” olarak nitelendirmedikleri askeri müdahale neticesinde nereye savrulacağı bilinmeyen bir “belirsizlik” dönemi başladı. Mursi’nin devlet başkanlığı görevinden uzaklaştırılması, aslında Müslüman Kardeşler (İhvan) iktidarına son vermek için yapılan geniş çaplı bir operasyondur. Mursi’nin cumhurbaşkanlığının birinci yıldönümüne günler kala Tahrir Meydanı’nda başlayan gösteriler ve buna paralel şekilde görevinden ayrılması için başlatılan imza kampanyasına katılanların sayısının 22 milyonu bulması, askeri müdahaleye zemin hazırlamak için yürütülen girişimlerdi. Nitekim gelişmeler plânlandığı şekilde sonuçlandı.
Mursi’nin cumhurbaşkanlığını ve Müslüman Kardeşler’in iktidarda olmasını asla istemeyen, bir yıllık görev süresinin tamamlanmasına bile tahammülü olmayan iç ve dış güçlere karşı direnmesi mümkün değildi, çünkü:
Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD darbeyi olumlu bir gelişme olarak görüyorlar. İsrail tavrını açıklamamaya özen gösteriyor. Ancak Müslüman Kardeşler’in varlığından olduğu kadar Mısır gibi stratejik önemi büyük bir ülkede iktidar olmasından son derece rahatsızlık duyduğu biliniyor. İsrail, Mısır silahlı kuvvetlerinin Mursi’nin bilgisi ve onayı olmamasına rağmen Refah sınır kapısından Gazze’ye geçişleri sınırlandırmasını, yardım tünellerinin tahrip edilmesini güvenliği açısından olumlu bir tavır olarak görüyor. Bu gibi nedenlerle Müslüman Kardeşler’le Mısır ordusunu farklı değerlendiriyor.
Suudi Arabistan’ın ve Körfez Emirliklerinin Arap baharı diye adlandırılan gelişmelerden başından beri rahatsız oldukları biliniyordu. Bu toplumsal dalgaların kendilerine ulaşarak saltanatlarının yıkılacağından korkuyorlardı. Bu yüzden Suriye muhalefeti içerisinde Müslüman Kardeşler’in güçlenip kontrolü ellerine almaması için yoğun çaba gösterdiler. Arap dünyası için her bakımdan etkileyici ve merkez konumunda olan Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesinden tedirgin oldular. Bu nedenle Mısır ordusunun yaptığı darbeyi memnuniyetle karşıladılar, vakit geçirmeden kesenin ağzını açtılar.
Sonuçta darbenin yapıldığı saatlerde her bakımdan düşündürücü ve anlamlı garip bir koalisyon oluştu. İçerde Mısır Silahlı Kuvvetleri+liberal ve laik kesimler +selefiler+El Ezher uleması+Hıristiyan Kıptiler.
Dışardan; Avrupa Birliği ülkeleri+ABD+Beşar Esad ve Suriye’nin BAAS diktatörlüğü+İsrail+İran ile desteklerini sessiz kalarak ifade eden Rusya ve Çin.
Pek çok alanda politik ve ekonomik alanda rekabet içerisinde olan, kıyasıya mücadele eden bu ülkelerin darbe konusunda aynı noktada buluşmaları, askerin idareye el koymasını desteklemeleri ibret verici bir tablodur.
Bir yanda Tahrir Meydanı, diğer yanda milyonlarca Mısır’lının günlerdir toplandığı, askerin acımasızca üzerlerine ateş ederek 53 kişiyi katlettiği Rabia’Tul Adeviye Meydanı. Mısır artık ortadan ikiye bölünmüş durumda. Nefret ve öfke dolu bu kutuplaşmanın toplumsal bir çatışmaya dönüşmesi her bakımdan felaket olur. İç ve dış merkezlerin oluşturduğu koalisyonun eylem gücü konumundaki Mısır ordusunun İhvan’ın ezilmesini isteyen destekleyicilerinin telkinlerine uyarak, şiddet kullanmaya devam etmesi durumunda, Irak ve Suriye’de yaşanan faciaların Mısır’da da yaşanması kaçınılmaz hale gelir.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in şimdiye kadar İslâm ve demokrasiyi birleştirmek istedikleri, El Kaide gibi silahlı eylem yöntemini benimseyen Selefiyeci-cihatçı akımlardan uzak durmaya çalıştıkları ortadadır. Şimdiden sonra büyük çoğunluğu ekonomik sıkıntılar içerisinde bunalan Mısır halkının özellikle yoksul kesimlerinde Selefist-cihatçı radikal akımların gelişmesi, El Kaide’nin toplumsal taban kazanması sadece Mısır’da değil bütün bölgede çatışma ortamını doğmasına yol açar.
Batı dünyası her zamanki gibi geleneksel oryantalist ve kolonici yaklaşımıyla olaya ekonomik ve siyasal çıkarları açısından bakıyor. Dillerinden düşürmedikleri, işlerine geldikleri zaman bol bol referans olarak kullandıkları insani ve hukuki değerleri, demokratik ilkeleri çıkarları söz konusu olunca tereddüt etmeden bir kenara fırlatıp atıyorlar.
İsrail bölge politikalarındaki rolünü, etkisini, yönlendirme kabiliyetini, ABD üzerindeki nüfuzunu bir kere daha göstermenin gururu içerisinde; gelişmeleri mutlulukla izliyor.
Mısır ekonomisinin, temel ticari kurumların % 40’ını elinde bulunduran, devlet yapısını geniş ölçüde kontrolünde tutan Mısır ordusu, pozisyonunu belirlerken öncelikle bu imkânları kaybetmemeye, son sözün kendisine ait olmasına büyük özen gösteriyor. Zaten demokrasinin benimsendiği, iktidarın sandıkta belirlendiği bir yönetim tarzında ortaya çıkabilecek sonuçları ne bu darbeye destek veren Körfez’deki hanedanlar ve Suudiler, ne de İsrail ve Kolonyalist Batılı merkezler kesinlikle istemezler. Bu yüzden ordunun İhvan’ı sindirmeye yönelik girişimlerini alkışlıyorlar, teşvik ediyorlar.
Başta Türkiye olmak üzere, Mısır halkına samimi duygular besleyen, huzurunu, refahını, mutluluğunu isteyen ülkelerin gösterecekleri çabalar bu ülkede akl-ı selimin, basiretin, sağduyunun hâkim olmasını sağlayabilir mi? Zor ama yapılması gereken budur. Tarafların bir şekilde sandıktan çıkacak sonuçlara razı olmaları, birbirlerine tahammül ederek, anlayış göstererek birlikte yaşamak zorunda olduklarını kabul etmeleri Mısır halkının bu kritik süreçten selamete çıkmasının yegâne yolu olarak görünüyor. Aksi takdirde Mısır’da ortaya çıkacak yangın kısa zamanda bölgenin tamamını ve İslâm dünyasını sarar. Sonuçta Müslümanların yaşayacağı acılar, sıkıntılar Batılıların umurunda bile olmaz. Cezayir’de 1992 yılında FİS (İslâmi Hareket)in iktidara gelmesini engellemek için yapılan ordu müdahalesinde 200 bine yakın Cezayir’ linin hayatını kaybetmesine karşılık dünyanın bu faciaya seyirci kaldığını kimse unutmamalıdır.