Norveç’te düzenlenen NATO’nun dijital tatbikatında, bir tarafta Atatürk’ün fotoğrafının, diğer tarafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isminin kullanılarak Türkiye’nin düşman gibi gösterilmesi Türk kamuoyunda ve siyasi çevrelerde doğal olarak büyük öfke doğurdu. Rezalet boyutunu aşan, Türkiye’ye hakaret kastı taşıyan bu skandal karşısında, iktidarıyla muhalefetiyle, tüm toplumsal kesimlerle gösterilen tepkiler üzerine başta NATO Genel Sekreteri olmak üzere, birçok ülke yetkilisi ve Norveç Savunma Bakanı Türkiye’den özür dilediler. Rezaletin sorumlusu olan görevlinin işine son verildiğini açıkladılar.
Ama olayın boyutu, bu yapılanlarla telafi edilip kapatılmayacak derecede büyüktür, ciddidir. NATO tatbikatında Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türk milletinin ortak değeri olan Atatürk’ün fotoğrafı “düşman hedef” olarak kullanılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan adına açılan sahte hesaptan “düşman askeri ittifakının lideri” olarak tanımlanan Putin’e, “ülkemize verdiği silahlar için tebrik edilerek” hesaplı ve plânlı bir provokasyon yapılıyor.
Olayın ortaya çıkması üzerine, Türkiye – NATO ilişkileri üzerinde yoğun bir tartışma başladı. NATO şemsiyesi altında müttefikimiz görünen ülkelerin, başta ABD olmak üzere PKK ile mücadelemizde ve FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminde Türkiye’yi yalnız bırakmaları, haklarındaki soruşturmalardan kurtulmak için ülkelerine sığınan terör örgütleriyle ilişkili yüzlerce şüpheliyi iade taleplerimizi umursamadan korumaları, ittifakın ruhuyla, amacıyla, anlamıyla bağdaşmayan hasmane tavırlardır. Öncekiler bir yana, sadece son iki yıl zarfında muhatap olduğumuz tavırlarla ilişkilerdeki gerginlik zirveye tırmanırken bu skandal üzerine ilişkilerin sorgulanmaya başlanması doğal bir sonuçtur. Fakat bir çok yönüyle dikkatle düşünülmesi, araştırılması gereken çok ciddi ve oldukça karmaşık sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Bu ağır hakaretin altında elbette kalamayız; ama ne yapacağımıza aceleci davranmadan, serinkanlılıkla, araştırarak, doğru istihbarat bilgilerine dayanarak karar vermeliyiz. Yıllardır Türkiye’nin eksen kayması yapmasını bekleyen, Avrasyacılık ütopyasıyla projeler tasarlayan, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü adres gösteren çevrelerin dolduruşuna gelmemeliyiz.
Deniz Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken Ergenekon kumpasına tepki göstererek istifa eden Em. Oramiral Nusret Güner haklı olarak soruyor: “Konu, Türkiye’nin NATO’dan çıksın mı, çıkmasın mı noktasına gelmiş durumdadır. Çok güçlüyseniz bağımsız olmanız daha kolaydır. İkinci Dünya Savaşı öncesi ABD içine kapanarak bunu denedi. Emperyalist ülkeler bile, içine kapanarak bağımsız olayım diyemiyor; çünkü kendi halkının refahını artırmak için sömüreceği ülkelere ihtiyaç duyuyor. Güvenlik ve ekonomi yönünden kendi kendinize yeterliyseniz içinize kapanabilirsiniz, bağımsızım diyebilirsiniz. Aksi taktirde, özellikle bir “güvenlik şemsiyesi” ne ihtiyaç duyarsınız. Yani NATO’dan çıkalım diyenler hangi şemsiyeye girebileceklerini de söylemeliler. Tabii, NATO’dan çıkıp, başka bir güvenlik şemsiyesi altına gireceğiniz ülkelerin emperyalist emelleri olmadığını söylemek biraz zor. Onun için bazı gizli maksadı olanlar, hep “bağımsız Türkiye-NATO’dan çıkalım” derler. Rusya, Çin vb. ile beraber olalım demeyi telaffuz etmezler.”
Yandaş basından bir köşe yazarı kararını çoktan vermiş, silahlarını kuşanmış; herkesi cenge çağırıyor: “Bu ABD ile savaşırız, “yokum” diyen şimdiden gitsin.” Bir diğeri“Türkiye makas değiştiriyor, herkes hesabını ona göre yapsın, ona göre ayağını denk alsın” diyerek meydan okuyor. Cumhurbaşkanlığı baş danışmanlığı sıfatı olan bir politikacı ise NATO ile ilişkilerimizin acilen gözden geçirilmesi ve noktalanması maksadıyla TBMM’ni durum değerlendirmesi yapmaya çağırıyor.
Altı tümüyle boş, ciddiyetten, düşünceden yoksun bu absürd söylemlerle umarız politika oluşturulmaya kalkışılmaz. Çünkü bu derece sığ ve amiyane yaklaşımlarla değil uluslararası politika yapmak, apartman komşuluğunun sürdürülmesi bile mümkün değildir.
Bu konuda öncelikle bazı hususların aydınlatılması gerekiyor. Skandalın sorumlusu olduğu öne sürülen ve işine son verilen kişi Türk kökenli midir; Norveç’in sığınmacı olarak kabul edip barındırdığı Türkiye’den kaçan PKK’lılardan biri midir? 15 Temmuz’dan önce yahut sonra FETÖ soruşturmalarından kurtulmak için çağrılmalarına rağmen ülkeye dönmeyip Avrupa ülkelerine yerleşen subaylardan biri midir? Böylesine bir rezalet sadece bir teknisyenin eseri midir; tek başına, yardımcıları, işbirlikçileri olmadan bu provokatif görüntüleri dijital sisteme yerleştirmesi mümkün olabilir mi? Batı basınında iddia edildiği gibi, Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasını isteyen Rusya’nın komplosu söz konusu olabilir mi? NATO Genel Sekreteri Stoltenberg yaptığı açıklamada ilginç şeyler söylüyor: “Rusya demokratik kurumlarımıza duyulan güveni baltalamak için sanal ortamı kullanıyor. Son dönemde siber korsanlar NATO askerlerinin cep telefonlarına eskiye göre daha sık saldırı düzenlemeye başladılar.”
Yeniçağ gazetesinden Ahmet Takan bir başka önemli hususa parmak basıyor: “Tatbikatın gerçekleştiği tarih, 8-17 Kasım. Bizim de önce Erdoğan’ın açıklaması ile haberdar olduğumuz vakit ise tatbikatın son günü, 17 Kasım. Bu düşmanlık görüldü de neden o güne kadar beklendi diye sormak hakkımız değil mi?.... Türk milliyetçilerine düşen görev; çok çabuk gaza gelip tribün amigolarının tezahüratlarına iştirak etmek değil… Türkiye’yi yeni bataklıklara sürükleyecek hesaplı-hesapsız yeni maceralara karşı sağduyulu bir duruş sergilemek ve gerçeklerin ortaya çıkması için çaba harcamaktır.”
Öte yandan gözden kaçırılmaması gereken başka hususlar da var. Avrupa’nın Trump’un Amerika’sına güveni dibe vurmuştur. Washington’da zaten çoktandır NATO’yu sırtında taşınması gereksiz bir yük olarak algılıyor. Askeri masrafları artık üstlenmek istemiyor. ABD olmadan NATO’nun askeri harekât kapasitesi son derece düşük kalır. Özellikle Türkiye’nin yer almaması durumunda NATO etkili bir askeri operasyon yapamaz. Afganistan’da bu görüldü. Bosna’da ve Kosova’da kısa süre önce yaşanan trajediler, NATO’nun askeri gücünün ne derece güvenilmez olduğunu ortaya koyan olaylardır. Zaten Avrupa Birliğide durumun farkında olduğundan, Amerika’nın dışında bir Avrupa ordusu oluşturma projesini uygulamaya koymaya çalışıyor. ABD ile ilişkilerimiz, Rıza Sarraf davasının başlamasıyla birlikte daha da sorunlu hale gelebilir, hatta tarihi bir kırılma yaşanabilir. Bu ihtimal söz konusu iken, veto silahımızın olduğu NATO’dan kopmak, dolayısıyla Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerimizi bloke etmek rasyonel bir tercih olur mu?
Türkiye’nin sözde müttefiklerinin samimiyetsizliği karşısında hak ve çıkarlarını korumak maksadıyla arayışlar yapması, bağımsız politikalar oluşturmak istemesi doğru bir yaklaşımdır. S-400’leri almamıza ABD’nin gösterdiği tepki, Türkiye’ye F-35 uçaklarının ve başka silahların verilmeyeceği tehdidi, Washington’un kendi çıkarlarının ötesinde hassasiyetinin olmadığını, muhataplarının durumunu umursamadığını gösteren son bir örnektir. Fakat bu tavırların etkisinde kalarak fevri çıkışlar yapmak, Batı’dan Doğu’ya savrulmak sorunlara çözüm getirmek bir yana daha da ağırlaştırır.
1.300 km.lik sınırımızın olduğu güneyimizdeki ülkelerde etnik ve mezhebi depremler yaşanırken, küresel hegemon güçlerin girişimiyle siyasi haritalar yeniden çizilirken, Washington, Moskova ve Tel Aviv arasında Kürt devletinin kurulmasına yeşil ışık yakılırken, bölgenin zengin hidrokarbon yataklarını ve stratejik alanlarını ele geçirmek üzere acımasız bir uluslararası rekabet sürdürülüyor. Türkiye bu bölgesel ve küresel anaforun altında ezilmemek, milli varlığını korumak, güvenliğini ve bekasını sağlayabilmek için aklını kullanmak, duygusallıktan kaçınmak, dış politikayı diplomasinin kurallarına göre yürütmek zorundadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün gerek Milli Mücadele sırasında, gerekse Cumhuriyet döneminde yürüttüğü dış politika günümüzde herkesin özellikle yetkililerin dikkatle okuması ve düşünmesi gereken emsalsiz bir örnektir. Milli Mücadeleye başlarken bir taraftan karşımızdaki en amansız düşman kimliğinde olan ülkelerle İngiltere, Fransa ve İtalya ile, diğer taraftan karşı kutuptaki Sovyetler Birliği ile ilişkileri nasıl yürüttü, bu devletlerin her birinden yeri geldiğinde nasıl yararlandı? Çok zor şartlar ve imkânsızlıklar altında bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün yolunu nasıl açtı? Cumhuriyet döneminde dış ilişkileri hangi ilkeler üzerinde yürüttü? Birbirleriyle rekabet halinde olan ve kısa bir süre sonra topyekûn savaşa girecek dönemin en önemli üç güç merkezi Almanya, Sovyetler Birliği ve İngiltere ile taraflardan hiç birinin tepkisini almadan sıcak ilişkileri nasıl sürdürebildi? Balkan Paktı kimlerle ve hangi şartlar altında kuruldu?
Cumhuriyet döneminin en ağır iç ve dış sorunlarıyla, beka meselesiyle karşı karşıya olduğumuz bu süreçte Atatürk’ü bazısiyasi hesapların aracı ve retorik malzemesi gibi kullanmak yerine uyguladığı politikalardan, tarzından, ustalığından yararlanmaya çalışmak daha doğru ve akıllıca bir tercih olur.