Gelenlerin karşılanış şekli, bu sırada yapılan konuşmalar, atılan sloganlar bunların teslim olmak üzere değil, örgütün keşif kolu olarak gönderildiğini ortaya koyuyor. Başka bir ifadeyle amaçlarının “teslim olmak” değil “teslim almak” olduğu fütursuzca anlatılmaya çalışılıyor.
Bu öncü “keşif kolu”nun örgüt adına bir de mektup getirdiği söyleniyor. Gazetelerde yazılanlara göre PKK’nın silah bırakmak için her fırsatta tekrarladığı talepler, bir kere daha tekrarlanıyor: “Türkiye demokratik oluşumun bir parçası olarak Kürt halkı temelinde anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak”. Bu bağlamda köklü anayasal düzenlemeler yaparak “Kürtçe’nin her yerde konuşulması” nın güvence altına alınması ve bölgeye özerklik tanınması “Kürdistan’ın köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekatçı koruma ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkânlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşamak”… Yani bölgesel özerklik yahut otonomi.
Önlem alınmadığı taktirde önümüzdeki günlerde bu tiyatronun diğer bölümlerinin de sahneye konulacağı anlaşılıyor. Zafer kazanmış bir ordunun öncü birliği muamelesi ile karşılanan PKK’lılar, şehir şehir dolaştırılacak, düzenlenen toplantılarda göstericilere sunulacak, DTP’nin grup toplantısına getirilerek TBMM çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okunacak.
Örgüt bu maskaralığı sahnelerken kendi açısından hesaplı ve planlı hareket ediyor; stratejik bir atak yapıyor. Gelenlerin doğrudan Öcalan’ın talimatıyla hareket ettikleri özellikle belirtilerek Türkiye ve Dünya kamuoyuna APO’nun barışın anahtarı olduğu, mutlaka muhatap alınması gerektiği, PKK’nın başka türlü silah bırakmayacağı mesajı veriliyor.
Muhtemel bir konjonktürel değişiklik ve ABD’nin baskısı sonucu Kandil Dağı ve Mahmur Kampı’nın boşaltılması gerekirse, örgütün kitle tabanının bu yeni duruma uyum sağlayarak, kitlesel bir çözülmeyi engelleyecek psikolojik ortam şimdiden hazırlanıyor. Kısacası silahlı ajitasyondan siyasal ajitasyona geçiş girişimleri başlatılıyor.
PKK problemin çözüm şartları olarak öne sürdüğü hezeyanların Türkiye tarafından kabulü mümkün olmadığından eylemlerini sürdüreceğinden, Türkiye’yi barışı engelleyen taraf olarak ilan etmenin ön şartlarını hazırlamak istiyor. Başlatacakları propaganda kampanyasının alt yapısını ve malzemesini şimdiden oluşturmaya çalışıyor.
Böylece örgüt Dünya kamuoyuna demokratik talepleri Türkiye tarafından kabul edilmeyen, baskı ve zulüme maruz kalan, haklarını elde etmek için mücadele eden mazlum ve mağdur bir kitlenin temsilcisi olarak sunulmak suretiyle, Türkiye üzerindeki dış baskıların artırılması, konunun resmen uluslararası bir mesele haline getirilmesi planlanıyor.
Basındaki yandaşları, liberal ve ikinci Cumhuriyetçi kesimlerde ve siyasetteki sempatizanları, örgüte kendi gücünün üzerinde geniş imkânlar sağlıyor. Nitekim öncü grubun huduttan geçişiyle birlikte medyadaki yandaşları örgüt militanlarını masum ve sevimli göstermek için yoğun bir kampanya başlattılar. Malum gazete olayı “Cumhuriyetin barış milâdı” ilan etti. Diğer yandan aylardır sürüp gelen sistematik bir kampanyayla güvenlik güçleri sindirilmeye, hareket edemez hale getirilmeye çalışılıyor. Bilinen gazete ve kalemler her gün çarşaf çarşaf suçlayıcı haberler yayınlıyorlar. Vaktiyle bölgede görev yapan askerler, polisler yalan ve asılsız iddialarla isim isim teşhir ediliyorlar, ağır şekilde suçlanıyorlar, tahkir ediliyorlar. Aylar önce kazılan, delik deşik edilen topraklarda suç belgesi olarak bulunduğu iddia edilen kemiklerden şimdiye kadar bir sonuç çıkmasa bile suçlamalarının ardı arkası kesilmiyor. Nereden ve nasıl belirlediklerini söyleme ihtiyacı duymadan, 17.500 kayıptan bahsedilmeye devam ediliyor. Böylelikle hem PKK-DTP hem de ikinci Cumhuriyetçi kalemler güvenlik güçlerini bir yandan paralize etmeye çalışırken, diğer yandan Türkiye Devleti’ni zalim ve gaddar bir kolonizatör politikanın uygulayıcısı, işgalci bir güç olarak ilan etmeye çalışıyorlar.
Demokrasi, barış, insan hakları gibi popüler ve evrensel kavramlar hem örgüt hem de yandaşları tarafından esas anlamlarının dışında, politik bir silah ve malzeme şeklinde kullanıla kullanıla kirletildiler. Dolayısıyla bu kavramlar üzerinden öne sürülen teklifler, argümanlar peşinen kuşku uyandırıyor. Bunların arkasında esas niyetin ne olduğunu, nasıl bir oyun tezgahlandığını düşünme ihtiyacı duyan insanlarımızın söz konusu kavramlara ilgisi, itibarı ve güveni ister istemez azalıyor. Ülkemizde bireysel hak ve özgürlükler daha ileri standartlara ulaşmıyorsa, Türkiye genelinde bunlara ilişkin bazı problemler yaşanıyorsa bunun esas sorumlusu evrensel kavramları yıllardır bir makyaj malzemesi olarak kullanmayı marifet sayan Kürt etnikçiliği ve yandaşlarıdır.
Son gelişmeler de gösteriyor ki, PKK varlığını sürdürdüğü sürece etnik fitnenin ortadan kaldırılması, huzurun sağlanması mümkün olmayacaktır. Ağustos ayının başında yayımlanan yazımızda da belirttiğimiz gibi “alacakaranlıkta açılım denemeleri”nde bu gerçek yeterli ölçüde algılanmadığından, zaman kaybediliyor. Türkiye Devleti’nin kuruluş ilkelerinin ve temel felsefesinin değiştirilmesini isteyen örgütün, yani PKK-DTP’nin isteklerine karşı daha baştan açık ve net bir tavır konulmamış olması doğal olarak beklentilerini artırdı. Baskı, tehdit ve şantaj yaparak hedeflerine ulaşabilecekleri, tavizler koparacakları ümidini doğurdu. Belki de bundan daha önemlisi meselenin toplumsal bir probleme dönüşme istidadı göstermesidir. Şu sıralarda toplumun her kesiminde, hemen her çevrede etnik köken ve kimlikle ilgili konuşmalar, tartışmalar yaşanıyor. Şimdiye kadar bu konuları aklından bile geçirmeyen, düşünme gereği duymayan, huzur içinde hayatını sürdüren, komşuluk ilişkileri kuran, düğün dernek yapan, birlikte cenaze kaldıran insanlar bu konularla ilgilenmeye, tartışmaya başladılar. Bunun sonucu olarak içeriden ve dışarıdan ülkemizde etnik fitneyi yaymaya çalışıp başarılı olamayanlar, toplumun içine itildiği son dönemlerdeki bu anlamsız ve gereksiz tartışma ortamında kendilerine elverişli bir zemin kazanıyorlar. Bu durumun ortaya çıkaracağı muhtemel gelişmeler PKK’dan bile daha vahim bir tehlikedir.
PKK militanlarının bu tarzda ülkeye gelişlerini problemin çözülmeye başladığı şeklinde algılayanlar ve alkışlayanlar gerçeği bir an önce görmek, yapılmak isteneni doğru algılamak zorundadırlar. Aksi taktirde kısa bir süre sonra yanıldıklarını kendileri de göreceklerdir. Ancak bu arada kaybedilen zaman ve çözüme yönelik etkili bir girişimin yapılmaması nedeniyle bir yandan örgüte taktik bir başarı kazanma imkanını sunarken, diğer yandan problemin toplumsal boyutu daha da derinleşecektir.