TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

PKK’NIN Yeni Hedefi: Özerk Kürdistan

30 Eylül 2010
Nuri GÜRGÜR


12 Eylül’de yapılan referandumun sonuçlarına ilişkin harita, ülkemizde oluşan “kutuplaşmayı” hatta daha da ilersinde “ayrışmayı” yansıtması açısından son derece düşündürücüdür. Normal bir ortamda “evet” ve “hayır” ların oranı halkın demokratik tercihi şeklinde değerlendirilir; sosyal ve siyasal bir gerilimin göstergesi olarak algılanmaz. Nitekim önceki yıllarda anayasanın bazı maddesi üzerinde yapılan değişiklikler referanduma sunulmuş, sonuçlar herkes tarafından saygıyla karşılanıp kabullenilmişti.

Bu defakini öncekilerden farklı kılan nedenlerin başında PKK’nın olayı bir gövde gösterisi hâline getirmiş olmasıdır. Örgün ilan ettiği boykot kararını etkili kılabilmek için yoğun çaba harcadı. Eylemsizlik ilanıyla kırsalda bulundurmaya gerek kalmayan militanlarının önemli bölümünü şehirlere ve köylere kaydırdı. Ev ev dolaşılarak, sandığa gidilmesi durumunda sandık başındaki gözlemciler kanalıyla “bozguncuların” belirlenip cezalandırılacağı anlatıldı. Nitekim örgütün siyasî kanadı BDP, katılmadıkları referandumda her sandık başında üç-dört elemanını görevlendirdi.

Bütün bu yapılanlar, Hakkâri ve Şırnak başta olmak üzere, Diyarbakır, Van ve Mardin gibi şehirlerde ortaya çıkan sonucun bütünüyle izahı anlamına gelmez. Aynı günlerde Hakkâri kırsalında öldürülen 9 PKK’lı için düzenlenen cenaze töreni de örgütün gösterisine dönüştürüldü. Şırnak’ta 50 bin, Hakkâri’de 40 bin civarında olduğu bildirilen katılımcılar “intikam” sloganıyla 4 km yürüdüler. Bu tablo başlıbaşına, PKK’nın Hakkâri-Şırnak-Van üçgeni öncelikli olmak üzere, hâkimiyet kurma amacıyla bölge genelindeki çalışmalarının tipik bir görüntüsüdür. Kuşkusuz her açıdan önemlidir.

Özellikle Hakkâri Merkezli olmak üzere, Yüksekova, Şemdinli ve Cizre’den bu çabaları yansıtan haberler alınıyor. Bölge halkı içinde iradesini örgüte teslim etmeyenler acımazsızca infaz ediliyor. Son iki ay içerisinde iki imamın arka arkaya katledilmeleri PKK’nın bölgesel egemenlik sağlamaya yönelik stratejisinin yeni örnekleridir.

Irkçı-etnikçi Kürtçülük hareketinin bu referandumda beklediği sonucu tam olarak aldığı söylenemez. Rakamlar ortadadır. Bütün baskı ve tehditlere rağmen Urfa’da Muş’ta, Siirt’te, Bitlis’te, Bingöl’de katılım tahminlerin üzerinde oldu. Bölge genelinde zaten katılımın her seçimde ülke genelinin altında seyrettiği düşünüldüğünde, PKK’nın amacına dilediği oranda ulaşamadığı anlaşılır. Bu arada Tunceli’de farklı bir tablo ortaya çıktı. Bu durum Tunceli’nin sosyo –politik yapısını ve tarihsel çizgisini yansıtması açısından önemlidir. PKK’nın örgütsel etkisinden ziyade, mezhebi kimlikten kaynaklanan faktörlerin ön planda olduğu bölgede, katılım çok yüksek olmuş, ittifaka yakın hayır oyuyla bir mesaj verilmiştir. Böylelikle bir süre önce BDP Başkanı Demirtaş’ın “Tunceli Cumhuriyeti” tanımlamasıyla neyi anlatmak istediği bir kere daha görülmüş oldu.

Sonuçta boykot kararı amacına tam olarak ulaşamamış olsa bile, örgüt oluşan tabloyu başarı olarak yorumluyor. Bunu kitlesel desteğinin belgesi ilân ediyor. Halk oylamasının hemen ardından etnikçi hareketin okullar açılırken ilân ettiği beş günlük boykot kararı, bundan sonra izleyecekleri hareket tarzını işaret ediyor.

PKK önümüzdeki dönemde bölge halkını, özellikle güçlü olduğu merkezlerde olabildiğince hareketli kılarak, her fırsatla sokaklara, meydanlara salarak, sivil itaatsizlik anlamında toplu tepkiler, gösteriler, boykotlar düzenleyerek, iç ve dış kamu oyunun dikkatini çekmeye, Batı dünyasına sürekli mesaj iletmeye çalışacak. Varlığını, gücünü bu yöntemle duyurmak isteyecek. Her zamanki gibi, bu süreçte de silahlı eylemleri tehdit ve yıldırma vasıtası olarak belli bir plan çerçevesinde gündemde tutacak. Devlete sürekli şantaj yaparak operasyonları durdurmasını talep edecek.

Bu arada zaman zaman askerleri ve polisleri hedef alan ses getirici saldırılar, baskınlar düzenleyecek. Etnik fitneyi yürüten örgüt ve ona destek sağlayan uluslararası merkezler ne yapacaklarını, hangi adımları atacaklarını iyi biliyorlar. Hiçbir şeyi rastlantıya bırakmıyorlar. Meseleyi terör olayı olarak değil, hak ve özgürlüklerini elde etmeye çalışan bir halkın meşru mücadelesi şeklinde gören liberal ve sol aydınların, medyadaki imkânlarından yararlanarak gündemi kontrollerine almak amacıyla kapsamlı bir psikolojik harekât yürütülüyor. Fitnenin merkez karargâhı, bu çevrelerin ve aynı paralelde hareket eden dış kaynakların, “silahlar sussun, akan kan dursun” sloganı çevresinde, Hükümet’i görüşüp uzlaşmaya yöneltmek için yoğun çaba göstereceklerini hesaplıyor. Bekledikleri sonucu almaları durumunda, bunun meşruiyet ve haklılık kazanmaları anlamına geleceğini biliyorlar.

Bu kapıyı aralamayı başarırlarsa, yani Türkiye Devleti’ni PKK ve Öcalan ile görüşme masasına yanaştırırlarsa, devreye dış güçleri sokarak olayı uluslararası platforma taşımayı planlıyorlar. PKK’nın siyasî sözcüleri de zaten amaçlarının bu olduğunu açıkça ifade ediyorlar.

Kamuoyunda “Akil Adamlar” olarak bilinen ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine destek amacıyla kurulan “Bağımsız Türkiye Komisyonu” Başkanı eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin Türkiye’ye gelmesi ilk olarak Diyarbakır’a gidip Osman Baydemir ve çevresiyle görüşmesi tesadüf sayılabilir mi?

Ahtisaari arabululuculuk gibi bir niyetinin olmadığını Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmelerinde bu konuya hiç değinmediğini açıkça ifade etse bile, BDP’liler, Baydemir ve Türk farklı konuştular. Diyarbakır’daki görüşmeyi, meseleyi uluslararası alana kaydırma girişimlerinin bir adımı gibi yansıtmaya çalıştılar.

Bölücü etnikçi örgüt silah yoluyla amacına ulaşamayacağını biliyor. İçerde ve dışarıdaki sempatizanlarının desteğiyle Devlet ile muhatap konuma gelebilmek için her yolu deniyor. Referandumda sağladığı boykot tablosunu iddialarına dayanak yapmak istiyor.

Ülkemizde son üç-dört aylık dönemde dikkatler bütünüyle referanduma kilitlendi. Diğer konular bir kenara bırakıldı. Gündemin birinci konusu olması gereken etnikçi – bölücü fitne geri plana kaydı. Liderler birbirleriyle kıyasıya atışırken, PKK kendi stratejisini uygulamaya koydu. Eylemsizlik kararını iyi niyetinin göstergesi ve barışa atılan adım gibi sunmaya çalışarak psikolojik üstünlüğü ele geçirmek, Devlete karşı “alacaklı” konumuna geçmek için yoğun bir kampanya başlatan PKK, bu girişimini hız kesmeden sürdürüyor.

Örgütün amacı, stratejisi, yöntemi ortadadır. İnisiyatifi kontrolüne almak için her yolu deniyor, fırsat bulamıyorsa bunu bizzat oluşturmaya çalışıyor. Hakkâri’de yolcu minibüsünü havaya uçurarak yaptığı katliamın faili olduğunu inkâr ederek, zihinlerde kuşku doğurarak planladığı kanlı saldırıların sorumluluğunu peşinen güvenlik güçlerine yüklemeye kalkışması, bu tutumun tipik bir örneğidir.

PKK tehdidini giderek büyütüp ağırlaştıran en önemli neden, Devlet olarak, hâlâ siyasî görüş farklılıklarını anarak “ortak akıl ve kolektif irade” inşa etmeyi beceremeyişimizdir. Sosyolojik ve tarihsel dayanakları son derece zayıf olmasına rağmen, yıllardan beri sürüp gelen ve tedbirsizlikten, basiretsizlikten kaynaklanan derin boşluk, PKK’ya yerleşme ve gelişme imkânı sundu. İlkel bir kabilecilik ve asabiyet duygusuna dayalı etnik karakterli bu hareketin yarım asır boyunca doğru teşhis edilmemesi doğal olarak gereken tedbirlerin alınmaması sonucunu doğurdu. Hâlen aynı açmazdan kurtulamamış olmamız en büyük zaafımızdır.

Bu etnik fitne belasını defedebilmemiz için bir an önce, siyasî hesapların üzerine çıkarak toplumun büyük çoğunluğunun onaylayacağı “millî bir politika” oluşturmak zorundayız. Problem ortadadır; Türkiye kararsızlık ve belirsizlik içinde bocalarken giderek büyüyüp derinleşiyor. “Özgür Kürdistan” sloganıyla “ayrışma” noktasına geldi. Bunun bir adım ötesi “ayrılma”dır. Bu gerçeği göre göre, olanları içine sindirenler varsa da, bunlar çok şükür azınlıktadır. Milletimizin kahir çoğunluğu duygularına, görüşlerine, beklentilerine öncülük yapacak sürükleyici ve yönlendirici sözcüler, kılavuzlar bekliyor.

Konu ne sadece iktidarın, ne de belli bir partinin meselesidir; 780 bin km2’nin bölünmezliğine, devletin birliğine, milletin bütünlüğüne inanan herkesin, hangi siyasî düşüncede olursa olsun, ortak problemidir. İktidar yanlış yapıyorsa, Hükümet gereken önlemleri almıyor, doğru politikalar izlemiyorsa, muhalefet vakit kaybetmeden harekete geçmeli, inisiyatifi eline almalıdır. Sadece iktidarın yanlışlarını işaret etmekle yetinen, eleştirel tavırlarla sınırlı kalan bir yöntem, siyasî polemik açısından doğal sayılsa bile, çözüme katkı sağlamaz.

Meselenin büyüklüğüyle orantılı olarak, ciddi bir çalışma ve hazırlık ürünü somut teklifler ve projeler ortaya konulmalı, bunlar bir yandan kamuoyunun bilgisine sunulurken, diğer yandan uygulamaya konulması hususunda Hükümet nezdinde aktif girişimler yapılmalıdır.

Bu faaliyet bağlamında, Devlet’in başı konumunda olan ve bu hüviyetiyle birinci derecede sorumluluk taşıyan Cumhurbaşkanı ile görüşülmeli, Hükümet ile muhalefet arasında diyalog ve işbirliği sağlanarak, bu probleme ilişkin “millî bir politika”nın oluşturulması hususu anlatılmalı, “partiler üstü bir çağrı” yapılmalıdır.

Cumhuriyet’in 88. yılına geçilirken, bu problemi daha fazla sırtımızda taşımamalıyız. Etnik fitneden arınması durumunda Türkiye’yi muhteşem bir gelecek bekliyor. Tarihî bir hamleyi yaparak yeniden bir “cihan devleti” hâline gelmek, küresel bir güç olmak, Türk Dünyası’nın öncülüğünü yapmak için şartlar olağanüstü hazır durumda. Bütün mesele bizi paralize eden hareket kabiliyetimizi önemli biçimde kısıtlayan bu etnik fitneden kurtulmamızı sağlayacak etkili hamleyi yapmamıza bağlı.

Bu hususta MHP’ne tarihî bir görev düşüyor. İktidar alternatifi bir siyasî hareket olarak, Hükümet’i en geniş şekilde eleştirmek doğal hakkıdır. Seçim sürecinin başlamak üzere olduğu önümüzdeki aylarda bunu elbette yapacaktır. Ancak bu genel siyasî ortamın yanında yahut içersinde Türkiye’nin karşı karşıya olduğu “özel bir problem” var. Bunu ne tek başına iktidar, ne de bir başka parti çözebilir. Türk toplumunu bu meselenin halledilmesi hususunda aynı duygu ve irade ekseninde buluşturacak “ortak akıl” oluşturmaya, çıkış yolu aramaya yönlendirmek gerekiyor. Yarım yüzyıllık temel felsefesiyle, kritik dönemlerde ifa ettiği misyonuyla, entelektüel konularıyla MHP bu işlevi yapabilir ve yapmalıdır.