Zamanın akışını geriye götürüp beş yıl öncesine dönmek, her şeye yeniden başlamak mümkün olsaydı, Türkiye’yi 13 yıldır yöneten siyasi iktidar Suriye politikasında aynı çizgiyi denemekte ısrarlı olur muydu?
İnsanlarımız artık her doğan günün hangi tatsız haberle başlayacağının tedirginliği ile uyanır hale geldi. Güneydoğudan şehit haberlerinin gelmediği gün yok gibi; ocaklara her gün ateşler düşüyor, yürekler yanıyor, acılar katlanarak büyüyor. Ülkemiz baştanbaşa milyonlarca sığınmacının barınağı haline gelmiş durumda. Avrupa Birliği göç dalgalarını Türkiye içerisinde tutarak kendisini kurtarmak istiyor. Baskılara direnemediğimizden Avrupa ülkelerinin sınır bekçiliğini üstleniyoruz. Geri Kabul Anlaşmasının bize ait yükümlülükleriyle kıyaslanmayacak derecede ufak ödünler karşılığında huzur ve güvenliğimizi riske atmayı göze alıyoruz.
Yaşadığımız sorunların nedenlerini kendimizde aramak, yanlışlarımızla yüzleşmek, objektif değerlendirmeler yapmak yerine, her şeyi dış güçlerin komplolarına bağlama kolaycılığından kurtulamadığımızdan sıkıntılar artıyor, derinleşiyor.
2009’un yaz aylarında büyük iddialarla başlatılan, uzun süre topluma bir başarı hikayesi olarak sunulmaya çalışılan, Öcalan’ın Nevruz mesajlarıyla, Dolmabahçe’deki fotoğrafla resmi bir görünüm kazandırılan “çözüm süreci’’nin buzdolabına kaldırılmış olması, başarısızlığın tescili anlamına gelmiyor mu?
Hükümet yetkililerini “kamu otoritesi yeniden sağlanacaktır’’ diyecek noktaya getiren ortam PKK- KCK tarafından yıllar boyunca sistemli şekilde hazırlandı. Binlerce ton patlayıcı, silah ve mühimmat yığınağı yapıldı. Ama yönetim sorumluluğunu taşıyanların bu yapılanlara seyirci kalmasının Türkiye’de siyasi, hukuki ve vicdani karşılığı olmadığından, herkes yerli yerinde görevini sürdürebiliyor.
Oyun kurucu ülke olmak, bölgesel hatta küresel bir aktör haline gelmek ideali akademik ve entelektüel bir görüş yahut dilek ve temenni anlamında dillendirilebilir, hatta bir tez olarak savunulabilir. İslam ülkelerinin lideri olma hevesi de böyledir. Ancak devlet politikası, dış ilişkiler bunlar esas alınarak yürütülmeye kalkışılırsa, ütopyaların gerçekler karşısında çaresiz kalıp çökmesinin acılarını, çaresizliğini milletçe hep birlikte yaşamamız kaçınılmaz hale gelir.
Dört yıl önce en yetkili ağızlardan Esad rejimine bir kaç aylık ömür biçiliyor, Emevi Camiinde namaz kılmak üzere randevu veriliyordu; Mısır Cumhurbaşkanını belirleme girişimleri yapılıyordu. Şartlar ve imkânlar, uluslararası faktörler hesaba katılmadan atılan adımların sonuçları ve bunların Türkiye’ye maliyeti ortadadır.
Türkiye olayların başından itibaren daha gerçekçi, seri kanlı ve basiretli bir politika izleseydi, Suriye’yi harabeye çeviren, milyonlarca insanı yersiz yurtsuz bırakan, ülkenin fiilen bölünmesine yol açan iç savaşı muhtemelen önleyebilirdi. Çünkü o sırada hem Ankara-Şam ilişkileri hem de sayın Erdoğan’ın Arap halkları arasındaki itibarı Türkiye’nin arabulucu misyon yüklenmesini kolaylaştıracak düzeydeydi. Fakat bu imkân, taraflar arasında dengeli şekilde kullanılarak olayların hızla tırmanasını engellemek yerine, taraflardan birini kesinlikle tasfiye yönünde kullanılmaya çalışıldı. Washington’un ne yapmak istediğini zamanında fark edemedik. Devreye Rusya ve İran gibi emperyal politikalar yürütmeye çalışan, Suriye’yi kendi egemenlik bölgeleri haline getirmek isteyen güçler de girince, kendimizi bir anda yapayalnız bulduk.
Bugün artık Ortadoğu’da dominant güç olmaya kararlı, Suriye’yi politikasının merkez üssü haline getirmek isteyen, askeri potansiyelini maksatla seferber eden, yığınak yapan geleneksel Rus emperyalizmiyle yüz yüzeyiz.
Bu gücü “tek adam’’ olarak yönetmekte olan Putin’in muhteris kişiliği psikolojisi, otoriter yapısı, emperyal tutkuları Rusya’yı uçak kriziyle birlikte bizim için tehlikeli bir hasım haline getirmiş bulunuyor.
Türkiye’nin hava sahasının defalarca ihlal edilmesi, ikazlara rağmen bunun sürdürülmesi sıradan bir pilotaj hatası değildir. Rusya IŞİD’le mücadele görünümü altında Suriye’nin en stratejik bölgelerinde kalıcı bir hâkimiyet kurmak peşinde. Türkiye’nin tepkilerini test ederek, Türkmenleri yoğun şekilde bombalayıp göçe zorlayarak nüfus arındırması yapmak istiyor. Suriye’de Esad ve muhalifler, Viyana görüşmelerinde kararlaştırıldığı şekilde 1 Ocak’tan itibaren ateşkes ilan edip görüşmelere başlayacağı zaman kadar egemenlik alanını genişletip pekiştirerek planladığı alanları terk etmemek üzere yerleşme çabasında.
ABD’nin, Rusya’nın attığı adımlara karşı seyirci kalmasını sadece Obama’nın askerlerini çatışmaların dışında tutma kararlığıyla yorumlamak yeterli olmuyor. Washington, bazılarını ısrarla öne sürdükleri gibi, bu bölgenin bazı ödünler karşılığında Rus nüfuz alanı olması hususunda Putin’e yeşil ışık yakmamış olsaydı Rusya daha temkinli davranma ihtiyacı duyardı. Putin Amerika’nın bu anlamlı sessizliğini, pasif tutumunu, gerilimi tırmandırmak hususunda bir koz olarak kullanıyor. ABD, AB ve NATO bölgedeki aşırı gerilimi normalleştirmek hususunda arabuluculuk misyonu yüklenmeyi düşünmüyorlar. Hatta Türkiye ile Rusya’nın bu krizden dolayı uğramaları muhtemel kayıpları kendi siyasi ve ekonomik hesapları adına kazanım sayarcasına seyirci kalmayı tercih ediyorlar. Putin’in bir NATO üyesi olan Türkiye’yi savaş ilanından geri kalmayan ağır bir üslupla tehdit etmesinin “yaptıklarından pişman olacaklar, yaptırımlar sadece ekonomik alanlarla sınırlı kalmayacaktır’’ demesinin arkasında hangi hesapların olduğu bir süre sonra ortaya çıkacaktır.
Rusya ile ilişkilerimiz konusunda çoğu meselede olduğu gibi, çeşitli ihtimallerin hesaba katıldığı ciddi bir çalışmamızın, hazırlığımızın bulunmadığı bu kriz vesilesi ile ortaya çıkmış bulunuyor. Başta doğalgaz olmak üzere, enerji alanında Rusya’ya bu derece bağımlı olmayı neye güvenerek göze aldık? Güneş ve rüzgar enerjisi gibi alternatif kaynakların devreye sokulması hususunda ciddi bir çaba gösterilmeyişinin, yapılan girişimlerin önüne bürokratik engeller çıkarılarak tıkanmasının arkasında kimlerin parmağı var? Bu ülkenin doğalgazı politik bir şantaj, baskı ve tehdit unsuru olarak kullandığı çeşitli örnekleri ile görünmesine rağmen, kriz patlak verinceye kadar neden başka arayışlar içerisinde olunmadı? Rus doğalgazını kullanan Avrupa ülkeleri, bunu belirli oranda depolayarak her ihtimale karşı önlem alırlarken bu konuda yıllardır neden etkili adımlar atılmadı?
Putin, açıkça ifade ettiği gibi, Türkiye’nin canını acıtmak maksadıyla elinden ne gelirse yapacaktır. Daha şimdiden PYD’ ye havadan tonlarca silah ve mühimmat indirmesi bir başlangıçtır. Pek yakında PKK’lıların elinde şimdiye kadar çok isteyip de elde edemedikleri, helikopter ve uçaklarımıza karşı kullanacakları daha sofistike silahlar, füzeler olduğunu görebiliriz. PYD Rusya’nın teşvik ve desteğini arkasına alarak, kırmızı çizgi ilan ettiğimiz Fırat’ın batısına yöneldiği takdirde müdahale kararını uygulayacak Türk Silahlı Kuvvetlerine bir Rus müdahalesi olursa ABD ve NATO “kendi aranızda çözün’’ diyerek seyirci kalacak mı? ABD’nin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikalarında Türkiye ile başta PYD-YPG olmak üzere, bazı temel konularda ciddi farklılıklar mevcut. Buna karşılık Rusya ile bu konuların çoğunda mutabakat halindeler.
Bölgenin jeopolitiğinin değiştirildiği bu aşamada, Türkiye’nin tamamıyla devreden çıkarılması hususunda Washington ve Moskova arasında örtülü bir uzlaşma yoksa, ABD bu krize karşı daha net ve kararlı bir tavır almalıydı.
Geçen yüzyıllarda Rumeli’deki vatan topraklarımızı kaybetmemize yol açan savaşların tümünde Rusya’nın Pan-Slavist politikalarının, şoven Rus milliyetçiliğinin saldırılarına maruz kalan Türkiye, yüzyıl sonra yeniden benzer tehditlerle karşı karşıya kalıyor. Osmanlı’nın parçalanmasına yol açan Rumeli’deki azınlık milliyetçiliklerinin yerine PKK ve Pan-Kürdist hareket ikame edilmek isteniyor. İran bu oyunda bir kere daha komplonun unsuru olmaya istekli görünüyor. Ortadoğu’da yaşanan kaos sadece Türkiye ve Türklerle sınırlı bir mesele değil. İslâmofobinin giderek yaygınlaştığı Batı dünyası El-Kaide, IŞİD gibi cihadist radikal akımların Sünni İslam’dan kaynaklandığına inanıyor. Bunlara karşı çeşitli önlemler almaya çalışırken, Şiileri daha toleranslı ve işbirliğine yatkın bir kesim gördüğünden öne çıkarmaya karar vermiş görünüyor. Yakın zamana kadar ABD’nin AB‘nin sert önlemlerle baskı altında tuttukları İran üzerindeki ambargolar kaldırıldı. İran’ın başta Suriye ve Irak olmak üzere Şii inancını politik bir enstrüman olarak kullanıp yayılmak istemesini, tehlike saydıkları Sünniliği frenleyecek bir gelişme sayıp, hoş görüyorlar.
Türkiye milli varlığını, ülke bütünlüğünü, topraklarını savunmaya çalışırken, tehlikelerin mahiyetini doğru okumak, bunları çapıyla ve ciddiyetiyle orantılı politikalar izlemek mecburiyetindedir.
Suriye ve Ortadoğu politikalarımızın başarısız olmasının önemli nedenlerinden biri de, Hariciyenin nitelikli, bilgili ve deneyimli diplomatlarının kenara itilmesi, bunların yerine iktidara yakın bazı vakıf, dernek ve üniversitelerden seçilen akademisyenlerin tercih edilmesidir. İslâmcı düşünce dünyasından derlenen dar bir kadro ile belirli seviyede mesleki ehliyet gerektiren uluslararası ilişkilerin yürütülemediği ortadadır. Altı boş hamasi söylemlerle, iç politikaya dönük, diplomatik üsluba uymayan gösterişli mesajlarla dış politika yürütülemiyor. Sonuçta güven ve istikrar ortamı oluşturulamıyor. Son beş yıldır yapılan yanlışların nelere mal olduğunu artık herkes görmelidir. Türkiye Rusya’nın başını çektiği uluslararası bir güç tarafından yüzyıl önce olduğu gibi sıkıştırılmaya, hazırladıkları projelere direnemeyeceği bir noktaya sürüklenmeye çalışılıyor. Hükümet bu tabloyu doğru okumalı, değerlendirmeli, muhasebesini cesaretle yapmalıdır. Siyasi hesaplarla yahut ideolojik tercihlerle yanlışlarda daha fazla ısrarcı olunması durumunda bugünkü sorunlar yakın gelecekte daha da ağırlaşabilir, telafisi zor sıkıntılarla karşılaşmamız kaçınılmaz hale gelebilir.