TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

RUSYA MEYDAN OKUYOR

22 Ağustos 2008
Nuri Gürgür

Kafkasya’da uzun zamandır süren gerginliğin ve hâkimiyet mücadelesinin savaşa dönüşeceği belliydi. Nitekim beklenen oldu, Saakaşvili son derece yanlış ve hesapsız adımıyla Moskova’ya çoktandır aradığı fırsatı sundu, Rus birlikleri yurttaşlarını koruma gerekçesiyle Osetya üzerinden Gürcistan’a girdi.

Rusya, kontrolüne girmeyi reddeden, tam tersine Batı’ya yanaşan, NATO üyesi olmaya çalışan Gürcistan’a ağır bir ders vermek, bunu emsal yaparak bölge halklarını sindirmek, hâkimiyetini kabule zorlamak istiyor. Mihail Saakaşvili’nin Güney Osetya’ya başlattığı harekâtın sonuçlarını doğru hesaplamadığı ortada. Gücüne bakmadan bu tarz bir maceraya yönelmesinin rasyonel bir izahı yapılamıyor. Bunu yaparken belki de NATO üyeliğinin gerçekleşmemesinin verdiği hayal kırıklığı sonucu, aradığı güvenlik şemsiyesini bu tarz bir emrivakiyle sağlamak istedi; ABD’nin ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı kendisini yalnız bırakmayacağını düşündü. Şaakaşvili’nin bu girişimi vaktiyle Saddam’ın Kuveyt’i Irak’a katabileceği hayaliyle benzeşiyor. Başka bir ifadeyle Saakaşvili “Gürcistan’ın Saddam’ı” olmaya aday görünüyor. Dileriz bu tarihî yanılgısının bedelini siyasi kariyerini noktalamak suretiyle sadece kendisi ödesin, Gürcistan halkının acıları yaşananlarla sınırlı kalsın, ülkesi yeniden Moskova’nın boyunduruğuna girmesin.

Kafkasya’da yaşanan gerginlik 90’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte başladı. Bu imparatorluğun varisi olan Rusya, bir yandan sınırlarının içerisine çekilirken, diğer yandan terk etmek zorunda kaldığı bölgelerde etkinliğini sürdürmek amacıyla “Bağımsız Devletler Topluluğu” adıyla kurumsal bir yapı oluşturmak istedi. Ancak ne o dönemdeki ekonomik imkanları, ne de siyasi ve askeri gücü bu tarz bir yapılanmanın altını doldurmaya elverişli değildi. Geleneksel emperyal politikalarının sürdürmek istemesine rağmen, o sıralarda buna takati yetmediğinden başlattığı girişimler kağıt üzerinde kaldı.

Bu durum Putin’in Devlet Başkanı olmasından sonra değişmeye başladı. Rusya’nın yeni lideri hırslı kişiliğiyle, nitelikleriyle, KGB içinden aldığı özel eğitimle selefi Yeltsin’den çok farklı olduğunu kısa zamanda ortaya koydu. Disiplinli merkezî yönetimlere alışkın Rus toplumu, Putin’in otoriter uygulamalarını yadırgamadı. Sivil ve askerî bürokrasi toparlandı; petrol kaynaklarını kullanarak kısa zamanda astronomik servetler edinen enerji baronları sindirilip denetim altına alındılar. Direnenler yargı yolu kullanılarak ezildiler. Kızıl Ordu’nun varisi Rus silahlı kuvvetleri bu toparlanmadan en büyük payı aldı. Orduya gereken imkânlar verilerek eksiklerini gidermesi, Dünya’daki teknolojik gelişmelere uygun düzeye gelmesi sağlandı. Bunlar olurken petrol fiyatlarının katlanarak yükselmesi, doğalgaz kaynaklarının çok kısa zamanda olağanüstü değer kazanması, Rus ekonomisini yukarılara fırlattı. Hazine doldu, Kremlin’in eli genişledi.

Maddî durumun düzelmesi ve askerî amaçlı harcamalar için gereken kaynakların bulunması sonucu geleneksel Rus emperyal politikaları bir kere daha gündeme girdi. Rejimler değişse de, Kremlin’in Dünya politikalarının baş aktörlerinden biri, hatta birincisi olma niyeti hiçbir zaman değişmedi. Çekildiği coğrafyalarda Batı’nın ve özellikle ABD’nin egemen olmasını kabullenmeyen Rusya, buralarda kontrolü yeniden ele alma niyetiyle çok yönlü girişimler başlattı. Çin ile rekabet ve çekişme yerine, “Şankay İşbirliği Örgütü” çatısı altında ortak bir platform oluşturmak, Türk Cumhuriyetleriyle ikili askerî, ekonomik ve siyasî anlaşmalar yapmak, Belerus ile yeniden birleşme imkânları aramak, Ukrayna’yı bölmeye çalışmak bu cümleden atılmış önemli adımlardır.

Ancak bu kapsamlı açılımlarının yanında, Kafkasya’nın Rus dış politikasında her zaman özel bir yeri oldu. Burası Moskova nezdinde her zaman bir “arka bahçe” olarak görüldü. Günümüzde ise buraların değeri çok daha artmış, vazgeçilmez bir bölge haline gelmiştir. Çünkü Kafkasya coğrafi konumu, ulaşım imkanları, mevcut ve muhtemel enerji yataklarıyla bulunduğumuz yüzyılda küresel egemenlik yarışının stratejik ve ekonomik anahtarıdır.

Kafkasya’nın yoksul halkları bu küresel egemenlik yarışının, emperyal çekişmelerin mağdurlarıdır. Dün olduğu gibi bugün de üzerinde yaşadıkları ekonomik zenginliklerden, jeopolitik imkanlardan yararlanamıyorlar. Yoksullukları, çaresizlikleri hiç değişmedi. Aralarındaki etnik ve kültürel problemleri, politik çekişmeleri bir yana bırakarak rasyonel zeminde uzlaşma imkânı aramaya yönelebilselerdi çok şeyler değişirdi. Ancak kendiliklerinden bu yolu bulamadıkları gibi bölgeyi kontrollerine almayı amaçlayan emperyalist merkezler problemleri kaşıyarak, yönetimleri kışkırtarak onlara düşünme fırsatı bırakmıyorlar.

Stalin vaktiyle Kafkasya’nın siyasal statüsünü belirlerken, Orta Asya’da yaptığı gibi, farklılıkların sürekli şekilde problem olmasını sağlamak amacıyla düzenlemeler yaptı. Bu bağlamda nüfusları 200.000’i geçmeyen iki küçük bölgeyi, Güney Osetya ve Abhazya’yı Gürcistan’a bağladı. Onun ihtilafların sürmesini amaçlayan hesabı tam olarak tuttu; Sovyetlerin dağılmasından sonra bu iki bölge her an patlamaya hazır çıban başı konumuna geldiler.

Bu problemli durum günümüzde Moskova’nın da işine geliyor. Çünkü üç yıl önce Gürcistan’da Soroz’un kışkırttığı turuncu devrimle Rusya’ya yakınlık duyan Shevartnadze iktidardan uzaklaştırılmış, Batı ile bağlantılı Saakaşvili yönetimi iş başına gelmişti. Yeni yönetim demokratik açılımlar yapmaya, Batı’ya entegre olmaya, NATO ittifakına girmeye hazırlanıyordu. Nitekim Bükreş’te yapılan NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın örgüte alınmaları gündeme geldi. Ancak ABD’nin bütün ısrarına rağmen Almanya ve Fransa’nın muhalefeti sonucu bu yönde bir karar alınamadı.

Bu zirvenin sonucu aslında Rusya’nın son dönemdeki siyasal etkinliğinin, ekonomik gücünün tipik bir göstergesidir. Son birkaç yıl zarfında başta Almanya ve Fransa olmak üzere, Avrupa ülkelerinin büyük bölümü giderek artan oranda, Rus doğalgazı kullanmaya başladı. Başka bir ifadeyle AB üyesi ülkeler doğalgaz kullanımında büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı hale geldiler. Rusya’nın özellikle kış aylarında vanaları kapatması halinde Avrupa’nın büyük bölümünde sanayi tesisleri durur, insanlar soğuktan donarlar.

Moskova arka bahçesi olarak nitelendirdiği alanlarda NATO’nun genişlemesi durumunda bu kozu kullanabileceğini muhataplarına duyurdu; AB ülkeleri tehlikeyi göze alamadılar, ABD’ye rağmen frene bastılar.

Rusya’nın Gürcistan’a yönelik askeri operasyonu güç gösterisidir; Kafkasya’nın bütününde egemen olma niyetinin somut göstergesidir. Başta ABD olmak üzere tüm Dünya’ya ve çevresindeki ülkelere çıkarlarını koruma hususunda ne derece kararlı olduğunu göstermek suretiyle gözdağı vermiş oldu.

Gürcistan’ın durumu ve bölge dengelerinin değişme ihtimali Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Çünkü Gürcistan Türkiye için hem ekonomik hem de politik bakımdan çok önemli bir partnerdir. Bu ülke ile çok alanda yakın işbirliğimiz, ortak projelerimiz var. Rusya’nın engelleme çabalarına rağmen Bakü Tiflis Ceyhan boru hattı işletmeye açıldı. Türk Dünyası ile ilişkilerimizi yukarılara taşıyacak demir-ipek yolunun temeli atılmak suretiyle bu tarihî güzergah yeniden hayatiyet kazanıyor. Hazar ve çevresindeki doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı’ya aktarılmasını sağlayacak boru hattı Gürcistan üzerinden tasarlanıyor.

Türkiye ile Gürcistan ve Azerbaycan arasında kurulan yakın ve sıcak ilişkilerden, ortak projelerden rahatsız olan ülkelerin başında Rusya geliyor. Moskova bir yandan bu yakınlaşmaları engellemeye çalışırken diğer yandan İran ve Ermenistan ile ilişkilerini derinleştirerek farklı bir eksen oluşturmaya çalışıyor. Gürcistan’a yaptığı sert müdahale ve orantısız güç kullanımıyla muhataplarına bu ülkenin güvenilir bir güzergah olmadığını, NATO’ya alınması durumunda örgütün ciddi risklerle karşılaşacağı mesajını iletiyor.

Rusya Federasyonu’nun 90’ların sonlarına kadar süren suskunluk döneminden sonra süper güç olma iddiası bağlamında Kafkasya’da başlattığı jeopolitik atak, amacına ulaşması durumunda, Türkiye önemli problemlerle karşı karşıya kalacaktır. Moskova’nın eski Sovyet hinterlandında siyasal ve ekonomik egemenlik kurmaya yönelik politikalarının başlıca hedefleri Kafkasya ve Türk Cumhuriyetleridir. Rusya doğalgaz ve petrolün kazandırdığı maddi imkanları kullanarak geleneksel emperyal politikalarını işler hale getirmek, küresel aktör ve süper güç olmak istiyor. Avrupa Birliği hızla artan doğalgaz ihtiyaçlarının önemli kısmını Rusya’dan ithal ediyor; başka alternatif bulamadığından bağımlılığı giderek derinleşiyor.

Rusya ülkesindeki yatakların dışında, başta Türkmenistan olmak üzere çevresindeki alanları da kontrolüne almak, sevkiyatı topraklarından geçirerek vanaları elinde tutmayı plânlıyor. Türkiye’nin Doğu-Batı ve Kuzey-Güney boru hatları ile hem Avrupa’ya hem de İsrail üzerinden Doğu Asya ve başka ülkelere doğalgaz ve petrol intikal ettirme, Ceyhan’ı Dünya çapında bir enerji terminali yapma tasavvurları Moskova’nın isteğiyle örtüşmüyor. Gürcistan’a müdahalenin ilk günlerinde bir Rus hükümet yetkilisinin Bakü-Ceyhan-Tiflis boru hattının iptal noktasına geldiğini ilan etmesi Moskova’nın bu konudaki beklentilerinin ifadesidir.

Diğer taraftan Türkistan’daki cumhuriyetlerin Moskova ile ilişkileri kuvvetlendiği ölçüde, Türkiye’ye karşı ilgileri azalıyor. Türkçe Konuşan Ülkelerin Devlet Başkanları Zirvesinin düzenli şekilde yapılmamasında ve benzer faaliyetlere umulan heyecanın duyulmamasında Rusya’nın nüfuzunun buralarda giderek artmasının büyük payı var. Moskova’nın Gürcistan üzerinden başlattığı bu jeopolitik hamlenin durdurulmaması halinde, doğacak sonuçlar Kafkasya ile sınırlı kalmayacak, Türk Cumhuriyetleri’nin üzerinde tsunami gibi etkili olacaktır.

Meselenin bir başka yanı Türkiye-Rusya ilişkilerinin sağlıklı şekilde işlemesi ekonomik ve ticarî konular başta olmak üzere çeşitli alanlarda geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ihtiyacıdır. Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya ile açık bir rekabete ve çatışmaya girmek taraflara büyük zarar verir. Türkiye için çok yönlü, son derece hassas ve kritik bir durum söz konusudur. Karşılıklı dengeleri iyi hesaplamak muhtemel olumsuzlukları asgari düzeye indirmek zorundayız.

ABD ile Rusya arasında cereyan eden Avrasya genelinde üstünlük sağlama mücadelesi Gürcistan olayıyla yeni bir görünüm kazandı. Rusya bir yandan Şanghay İş Birliği Örgütü üzerinden Çin ve Türkistan Cumhuriyetleri ile, diğer yandan İran-Ermenistan ve Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye politik ve ekonomik açılımlar yapmaya, kendine destek sağlamaya çalışıyor. Başka bir ifadeyle, bir yandan Orta Asya ve Uzak Doğu’ya diğer yandan Orta Doğu’ya açılıyor.

ABD ise Polonya ile füze savar sistemi, Çek Cumhuriyeti ile askerî radar sistemi kurarak, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alarak Rusya’yı çevrelemeye çalışıyor. ABD savaş gemilerinin iki yıldan beri Karadeniz’de görünmeleri, son olarak iki gemisini Gürcistan’a yardım gerekçesiyle boğazlardan geçirmesi Karadeniz’in şimdiden bu iki güç arasındaki rekabetin sıcak alanlarından biri haline geldiğini gösteriyor.

ABD ile Rusya arasında giderek tırmanan bu güç gösterisi süresince Türkiye arada ezilmemek için çok dikkatli olmak zorundadır. Bir tarafta ABD ile NATO üyesi olarak aynı savunma platformundayız. Bunun yanı sıra başta bölücü terör olmak üzere, Irak ve Kıbrıs gibi bizim için hayati önem taşıyan konularda aramızdaki temas ve işbirliğinin yoğun şekilde sürmesi gerekiyor. Öte yandan Rusya ile giderek artan ekonomik ve ticarî ilişkilerimizin yanı sıra, siyasî ilişkilerin sıcak ve dostane bir ortamda devamı, çekişme ortamının oluşumunun önlenmesi Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik politikalarımızın geleceği açısından büyük önem taşıyor. Başka bir ifadeyle Rusya’nın bölgesel ve küresel iddialarının Türkiye’nin Türk Dünyası ile ilişkilerine ve bu bölgelerdeki girişimlerine, projelerine zarar vermemesini sağlayacak politikalara ihtiyacımız var.

Büyük güç merkezleri arasındaki rekabetin giderek tırmandığı bu ortamda, dengeleri sağlamak kuşkusuz kolay değildir. Ancak milletimizin kaderi açısından tarihî bir dönemden geçtiğimizin bilincinde olmalı, yüzyıllar boyunca beklediğimiz fırsatın önümüzde durduğunu görmeli, iyi düşünerek hata yapmamalıyız.

Başbakan Erdoğan’ın başlattığı “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” girişiminin umulan sonuçlara ulaşması çok zor görünüyor. Çünkü Rusya’nın askerî operasyonla eline geçirdiği fiilî ve psikolojik üstünlüğü bölüşmek yahut sulandırmak anlamına gelecek bir oluşuma sıcak bakması beklenemez. Kaldı ki Türkiye’nin bölge üzerinde nüfuzunun artmasına yol açacak bir gelişme Moskova’nın işine gelmez. Öte yandan ABD bu girişimi kendi politikalarına uygun görmüyor, baştan danışılmadığını ifade ederek soğuk bakıyor. İki güç merkezinin desteklemediği bu tarz bir oluşumun başarı şansının bulunmadığı açıktır.

Bunların dışında önemli bir problem daha var. Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal eden Ermenistan’ın uzlaşmaz tutumu ve Türkiye’ye karşı beslediği derin husumet bölgede istikrarın sağlanmasının önündeki en büyük engeldir. Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasını, tek taraflı bile olsa ilişkileri düzeltmeye yönelik adımlar atmasını isteyen iç ve dış çevreler, bu tarz bir taviz politikasının bölgedeki dengeleri bizim açımızdan nasıl olumsuz etkileyeceğini, özellikle Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin ne duruma geleceğini görmek istemiyorlar. Hükümet bazı kesimlerin teşviklerine kapılarak bu konuda yanlış yaparsa Azerbaycan’la ilişkilerimiz düzelmemek üzere kırılır. Bunun ötesinde Türkiye’nin çıkarları jeostratejik anlamda şiddetli bir deprem yaşar ve ciddi şekilde zedelenir.

Gelişme şansının görülmemesine rağmen Kafkasya’da barış ve istikrar sağlamak amacıyla ortak bir platform oluşturmaya yönelik çabalarımız sürdürülmelidir. Çünkü böylece Dünya kamuoyunun dikkati bu konulara çekilmiş olur, bölge meseleleri Türkiye’nin girişimiyle uluslararası zemine kaydırılır, inisiyatif sahibi bir ülke görünümüyle siyasal prestijimiz artar. Rusya’nın güce dayalı, tek yönlü baskı kurma ve emrivakiler yapmasını önlemek hususunda bir dereceye kadar az da olsa katkı sağlayabilir.

Bütün bunlara rağmen ortak bir platform oluşturmaya yönelik girişim sürdürülmelidir. Sonucun belirsiz görüntüsü buna engel olmamalıdır. Bütün çabalara rağmen olumlu bir sonuca ulaşılmasa bile, Dünya kamuoyunun dikkati bu konulara çekilmiş olur. Bölge meseleleri Türkiye’nin girişimiyle uluslararası zemine kaydırılmak suretiyle Rusya’nın güce dayalı tek yönlü baskı ve emrivakiler yapması bir dereceye kadar engellenmiş olur.