CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katıldığı şehit cenazesinde bir grubun saldırısına maruz kalması, yumruklanması ve polisin can güvenliğini sağlamak maksadıyla götürdüğü evden zırhlı araçla çıkarılmak mecburiyetinde kalınması fevkalâde vahim bir olaydır. Bu saldırı, seçim sürecinde tırmanan, hâlâ hız kesmeden sürdürülen sertlik dilinin, ötekileştirici, suçlayıcı söylemlerin toplumu nasıl böldüğünü, ötekini düşman olarak gördüğünü gösteren, sağduyu sahibi herkesi endişeyle düşündürmesi gereken hazin bir tablodur.
Nereye gidiyoruz, ne yapılmak isteniyor? Siyasi hesaplar uğruna muhaliflerini hain, terörist, işbirlikçi gibi sıfatlarla suçlamanın sokaktaki vatandaşı nasıl etkilediğini görmek için daha neler olması bekleniyor?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan üç gün önce çok önemli bir mesaj vermişti: "82 milyon hep birlikte “Türkiye ittifakı” olarak hareket etmeliyiz. Dönem musahafalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi perçinleme dönemidir. Seçim tartışmalarını geride bırakarak ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır."
Bu mesaj henüz tazeliğini korurken, birileri, bazı siyasetçiler tam tersini yapmakta kararlı görünüyorlar; tansiyon düşmesin istiyorlar. Her konuşmaları adeta öfke saçıyor. Gazetelerde yazdıkları her yazı taraftarlarını husumete çağırıyor. Bunlar için siyaset ülkeye, millete hizmet aracı değil maddi ve siyasi rant devşirme yolu; dertleri beka değil nema, sülük gibi emmekten yorulmuyorlar.
Bu çevrelerin oluşturduğu husumet atmosferi her türlü provokasyona müsait bir ortam hazırlıyor. Doğrudan vatanseverlik duyguları kullanılarak kışkırtılan insanlar arasından ana muhalefet partisi liderine saldırmayı millici bir eylem, vatani bir görev sayacak kadar lümpenleşen, hareketinin şehidimize saygısızlık olduğunu düşünemeyenlerin çıkması bu ortamın doğal sonucudur.
Saldırıyla ilgili soruşturma olayın faili olarak birkaç kişinin yakalanıp adliyeye sevk edilmesiyle sınırlı tutulursa sorun katlanarak büyür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği toplumsal kucaklaşma “musafaha”, yumruklar sıkılı kaldıkça, siyasi retorik öfke ve nefret üzerinden yürütüldükçe, bu çok yerinde çağrının altı doldurulmadıkça, gereği yapılmadıkça asla sağlanamaz.
Öncelikle lider konumundaki politikacıların seçimin yahut seçilmenin, iktidarda olmanın varoluşsal bir mecburiyet olmadığını anlayıp, dillerine ve üsluplarına ayar vermeleri, kısacası “normalleşmeleri” gerekiyor.