Şerafettin Özdil bu âlemdeki yolculuğunu tamamlayarak Dar-ı Beka’ya irtihal eyledi. Onu en fazla 12 Eylül darbesi üzerine açılan 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıkları ve yakınları tanırlar. Darbeden hemen önce Avukat Şerafettin Yılmaz’ın bürosunda stajını tamamlamış, avukatlık ruhsatını almıştı. Evren ve cuntasının amacı, MHP’yi siyasetten silmek; başta Genel Başkan Alparslan Türkeş olmak üzere bütün yöneticilerini en ağır şekilde cezalandırmak; Türk milliyetçiliği fikrini suçlayarak kamu vicdanında dirilmemek üzere mahkûm etmekti. Bunu yapmakla görevlendirilen Nurettin Soyer ve ekibi siyasi ve hukuki tarihimize bir utanç belgesi olarak geçen 950 sayfalık iddianamelerinde, 222 sanık için idam talep ediyordu. Solcu basın, hükmünü peşinen vermiş; sözde demokrasi yanlısı kalemler kin ve nefret saçan yazılarıyla ortamı hazırlamaya, kamuoyunu yönlendirmeye çalışıyorlardı.
MHP yanlısı milliyetçi kesim, psikolojik bir saldırıyla karşı karşıyaydı. Sanıklar içeride, yakınları ve dostları dışarıda yapayalnızdı. Darbe yapılıncaya kadar MHP ile iş birliği yapan merkez sağ parti yöneticileri, yapılanlara seyirci kalmayı tercih ediyordu. Bu ortamda başlayan MHP davasında, münferit çalışan birkaç avukat ile savunma merkezi işlevini yapan iki yer vardı:
1. İki eski asker Kaya Alpkartal ve Sırrı Erkuş’un bürosu.
2. Şerafettin Yılmaz’ın üç genç avukatın yanı sıra burada gönüllü olarak hizmet veren bir grup ülkücü gencin, başta Galip Ağabey ve Orhan Arslan olmak üzere kamu görevlisi bazı arkadaşların içinde bulunduğu savunma ekibi.
Şerafettin Özdil, bu ekibin içerisinde en genç avukat olarak yer almıştı. Görevini büyük bir heyecanla ve özveriyle yapıyor, hemen her gün büro ile Mamak Mahkemesi arasında mekik dokuyordu. Büro münhasıran bu davaya tahsis edilmişti, başka dava alınmıyordu. Kimsenin vekâlet ücreti düşünecek hâli yoktu, âdeta küçük çapta bir seferberlik durumu oluşmuştu. Sadece sanıkların savunulması değil, çoğu dar gelirli ailelerin evladı ülkücü gençlerin ailelerinin maddi, manevi ve insani sorunlarıyla da ilgilenilmesi gerekiyordu.
Şerafettin Özdil, altı-yedi yıl süresince bütün varlığıyla kendini bu davaya adadı. Üzerine düşen bütün görevleri vatan hizmeti yapan bir Mehmetçik sadakatiyle eksiksiz yapmaya çalıştı. Şahsi bir hevesi, amacı, beklentisi kesinlikle yoktu. Davanın nihayetlenmesiyle beraber tezkeresini alan asker gibi sessizce Ankara'dan ayrılıp memleketine gitti.
Birkaç yıl önce rahatsızlandı, kalp sorunu ortaya çıkmıştı; bir ara bu sebeple hastanede yatmıştı. Vefat haberini bu sabah Erdem Şenocak’tan aldım. Bir anda kırk yıl öncesine gidip simsiyah bir şer bulutu gibi bu camianın üzerine çöken, genciyle yaşlısıyla insanlarımıza cehennem acıları çektiren habis darbe günlerini, yeniden olayları ve insanlarıyla bir sinema şeridi gibi zihnimde yaşadım. İnsanımızın ne kadar balık hafızalı yani unutkan olduğunu düşündüm. Şerafettin Özdil, ülkücü ahlakı derin bir tevazu içinde yaşayan bir insandı; karşılık beklemeden işini samimiyetle yaparak kenara çekilmişti. İyi ki de böyle yapmış, çünkü vefa beklemek gibi bir eğilimi olsaydı elbette çok üzülürdü.
Kardeşimizi rahmetle, muhabbetle anıyorum. Cenab-ı Hak rahmet ve mağfiret eylesin, mekânı inşallah cennet olsun. Ruhu şâd olsun.