Saldırganlar polisin ısrarlı ve dikkatli takibi sonucu bir süre sonra yakalandılar; suçlarını itiraf ettiler. Hâlen 6 sanık İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanıyor. Bunlardan 4’ü olay tarihinde yaşları 18’inden küçük olduğundan “taş atan çocuklar” için çıkarılan yasadan yararlanarak çocuk mahkemesine gönderiliyorlar. Başka bir ifadeyle, otobüse taşla değil, yanıcı maddeler atarak saldırıp Serap’ın ölümüne neden olmalarına rağmen, söz konusu yasanın sağladığı müsamaha ve indirimden yararlanacaklar. Yaptıklarından dolayı pişmanlık duymak yerine, yakalandıkları için üzülerek kısa bir süre sonra yatıp çıkacaklar. Sonuçta PKK’nın bu tarz eylemleri düzenlemekteki amacına uygun olarak daha bilenmiş, militanlaşmış, deneyim kazanmış olarak örgütün vereceği yeni görevlere ve talimatlara hazır halde yerlerini alacaklar.
Türkiye’de etnik fitneden kaynaklanan, akıl ve izanla yorumlanması mümkün olmayan, benzerine dünyada pek rastlanmayan inanılması zor bir kepazelik, tam bir karmaşa yaşanıyor. Bölücü örgüt Öcalan’ın talimatları doğrultusunda her gün yeni bir hamle yapıyor. Her adımının başına “demokratikleşme” kelimesini ekleyerek, bunu bir şal gibi eylemlerinin üzerine örterek meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Başta liberal ve ikinci cumhuriyetçiler, Marksistler ve kozmopolit siyasal islamcılar olmak üzere, belirli çevreler bu sahtekârlığı görmezlikten geliyor; PKK’ya sınırsız kredi sağlıyorlar. PKK’yı ve Öcalan’ı problemin çözümünü anahtarı ilan ediyorlar; Devlet’i bunları muhatap alarak görüşme masasına oturtmaya çalışıyorlar. Hükûmet ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini, cumhuriyet tarihimizin bu en kapsamlı problemini çözümüne ilişkin bir projesinin olup olmadığını açıklamıyor. PKK bu karmaşadan ustalıkla yararlanarak, ipleri bazen gerip bazen gevşeterek inisiyatifi eline geçiriyor. Geçen hafta gündeme getirdikleri “Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlenmişliğini oluşturma” projesi bu manevraların yeni bir örneğidir.
PKK’nın kanlı eylemlerinin ve saldırılarının yol açtığı acılar, bunların mağdurları pek fazla gündeme gelmiyor yahut getirilmiyor. PKK’yı terör örgütü olarak nitelendirmeyen, yaptıklarını haklarını savunmaya yönelik meşru girişimler şeklinde gören, normal sayan malum çevreler, bütün bu olanları en fazla “ yol kazası” şeklinde tanımlıyorlar. Böylelikle suçluları dikkatlerden kaçırmaya, kamuoyunun tepkisini olabildiğince yumuşatmaya çalışıyorlar. Ellerindeki medya gücünü kullanarak bunu belirli ölçüde başardıklarını söyleyebiliriz.
Ne var ki ateş düştüğü yerleri cayır cayır yakıyor. Medyada, üniversitelerde ve siyasetteki örgüt yandaşları görmezlikten gelseler bile, yürekler yanıp kavruluyor. Gencecik Serap’ın masum bedeni şu anda toprak altında. Annesi, kardeşleri her an acılarıyla baş başa bir yandan hayatlarını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan çocuklarının katillerini adaletin elinden nasıl çekilip alınmaya çalışıldığını içleri kan ağlayarak izliyorlar.
Serap’ın ağabeyleri Ümit ve Selçuk Eser kardeşlerinin mezarının ölümünün 1. yıldönümünde ziyaret edip dua ettiler; hasret gidermeye çalıştılar. Anneleri gelemeyecek derecede hastaydı. Muhtemelen hasta yatağında kızını giydiremediği gelinliği içinde tahayyül edip gözyaşı döküyordu. Bu acıları yaşayanların varlığı bütün benliklerini kaplıyor kin ve nefretten , öfkeden gözleri körelmiş olan PKK’lıların umurunda bile değil. Onlara limitsiz kredi açan medyadaki sempatizanları ve yandaşları da bu yaşananlara aldırmıyorlar.
Serap’ın ağabeyi Umut Eser’in sözleri vicdan sahibi herkese iletilen bir mesajdır; insanlık, hukuk ve adalet adına yürek burkan bir uyarıdır. Örgüt ve sempatizanlarının yürüttüğü yoğun propaganda ve enformasyon çabalarına rağmen, milletimizin çok geniş kesiminin gönül pınarlarının kurumadığını insanî ve millî hassasiyetlerini kaybolmadığını biliyor ve bu mesajın yerine bulacağını inanıyorum. Serap’ı cayır cayır yakanların nasıl bir anda “taş atan çocuk” oluverdiğini bu yasayı çıkaranlar, savunanlar Türk toplumuna açıklamak zorundadırlar. Ağabeyi Ümit Eser’in bir gazetede yayınlana sözleri ahmaklıkla ihanetin kol kola gezildiği ülkemizde tarihî bir uyarıdır: “davaya ailece katılmadık, çünkü çıkacak kararın canımızı yakacağını biliyoruz. Yargılanan 6 kişiden 4’ü 18 yaşından küçük taş atan çocuklar için çıkartılan yasa nedeniyle bu 4 kişi çocuk mahkemesine gönderilecek alacakları cezalar düşecek. Geceleri uyuyamıyoruz. Hâlâ molotof nasıl taş oldu, ben bunu yetkililerden sormak istiyorum. Bu yasa çıkartılmadan önce sivil toplum kuruluşları, sanatçılar açıklamalar yaptılar. Yasayı desteklediler. O çocuklar mağdur ve masum gösterildi. O çocuklar masumsa Serap’ın suçu neydi. Serap mı suçluydu yakıldığı zaman. Her gün Serap’ın hayaliyle yaşıyoruz. Annem cenazesine bile katılamadı. Taş atan çocuklar yasasının içeriğini kimse bilmiyordu. TBMM Adalet Komisyonu Başkan Vekili “Serap Eser’in olayında olduğu gibi bu olayda zanlılar bu yasan faydalanamayacak” diye bir cümle sarfetmişti. Geldiğimiz noktada böyle olmadığını gördük. Kardeşim yoğun bakıma kaldırılırken bana “ağabey ne olur yardım et” diye inliyordu. Masumiyet ve adalet kavramı 2010’da anlam mı değiştirdi. Kardeşimi diri diri yakanlar nasıl böyle bir muameleye tabii tutuluyor.Kanun yapıcıları kendi çocuklarını kaybetse böyle yapar mı? Taş atan çocuklar yasasından saldırganları faydalandıran yetkililer kardeşimi bana geri verebilirler mi? Ben hiçbirini affetmiyorum. Muhatap alınacak bizleriz. Ancak yasa çıkarken bize sormadılar. Neden olan hep masumlara oluyor.”
Örgüt mensuplarına ve düzenledikleri gösterilere övgüler yağdıran, bunların her birinde alkışlanacak bir taraf arayan, militanları maruz kaldıkları haksızlıklara karşı direnen mağdur ve mazlum kimseler olarak gören bilinen çevreler ve yazarlar Serap’ın ağabeyinin sorusunu hukuk, ahlak ve insanlık adına cevaplandırmak zorundadırlar.