TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Suriye’de Blokların Soğuk Savaşı

Suriye’de bir süreden beri liderliklerini ABD ile Rusya’nın yaptığı iki blok oluşmuş bulunuyor. İngiltere ve Fransa’nın yanı sıra Suudi Arabistan, İsrail, BAE, ABD ile birlikte hareket ediyor. Diğer blokta Rusya, İran ve Şam rejiminin yanı sıra Lübnan’daki Hizbullah yer alıyor. PYD-YPG, ABD’nin stratejik müttefiki olarak kara gücü işlevi yapıyor.

Blokların ikisi de Türkiye’ye güven vermiyor. ABD, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin tepkilerini umursamadan PYD-YPG üzerinden etnik temelli bir devlet oluşturmaya çalışıyor. Böylelikle Türkiye’nin ülke bütünlüğüne, güvenliğine yönelik düşmanca bir tavır sergiliyor.

Buna karşılık Rusya PKK’yı terör örgütü saymıyor. PYD ile dirsek temasını kaybetmemeye özen gösteriyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ÖSO ile birlikte başarıyla gerçekleştirdiği Afrin Harekâtının Tel Rıfat ve Membiç’e devam etmesini engelleyecek önlemler alıyorlar. Rusya Tel Rıfat’ı boşaltmayarak askerimizin buraya girmesini önledi. Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov, İstanbul’daki üçlü zirvenin hemen ardından, Türkiye’nin Afrin’i boşaltıp Şam rejimine bırakması gerektiğini söyledi. Moskova’nın bölgedeki varlığımızdan rahatsızlık duyduğu ortada.

ABD ise stratejik bir manevra yaptı. Suriye’de bulunmasını, masada olmasını burayla tarihi ilişkiler açısından haklı olduğuna inanan, bölgede söz sahibi olmak isteyen Fransa’yı Membiç’te yanına taşıdı. Böylelikle pozisyonunu güçlendirerek Ankara’ya gözdağı vermek istedi.

Bölgeden bloklar arasında sürdürülen soğuk savaşta, 7 Nisan’da Şam rejiminin Doğu Guta’ya yaptığı kimyasal saldırıyla yeni bir evreye geçildi. Aslında Esat’ın insanlık suçu sayılan kimyasal saldırıları konusunda kabarık bir sabıkası var. 2013’de gene Doğu Guta’da benzer saldırıyı yapmış, 1400’den fazla sivili katletmiş. Birleşmiş Milletler kimyasal silah kullanıldığını tespit ettiğinden rejimin cezalandırılması gerekiyordu. Başkan Obama ”kırmızı çizgilerin ihlal edildiği’’ gerekçesiyle askeri müdahale yapılacağını açıklamıştı; ama yapmadı. Rusya’nın araya girerek Esat’ın elindeki tüm kimyasal stokların yok edilebileceğinin teminatını vermesi üzerine olay kapatıldı. Fakat Rusya’nın sözünü yerine getirmediği kısa zamanda ortaya çıktı.

Geçen yıl Nisan ayında aynı olay yaşanmış, Şam rejimi bir kere daha kimyasal katliam yapmıştı. ABD, sadece saldırının yapıldığı havaalanını hedef alan 19 Tomahawk füzesinin kullanıldığı dar kapsamlı bir operasyon yaptı. Bunun yapılacağının önceden Rusya’ya bildirildiğinden havaalanı boşaltılmış rejimin uçaklarını başka alanlara taşıyarak güvenceye alması sağlanmıştı. Dolayısıyla atılan füzeler ciddi bir hasar yol açmamış, kısmen bozulan pist kısa zamanda onarılmıştı.

Bu defa da benzeri gelişmeler yaşandı. ABD Rusya’yı Cumhurbaşkanı Macron kanalıyla haberdar etti. Operasyonun yapılacağı hedefler iletildi. Bu bilgiler doğal olarak anında Şam rejimine aktarıldı. Onlarda vurulacağı bildirilen tesisleri bekçilerine varıncaya kadar boşattılar. Füzeler önemli bir hasara yol açmadı. Esad, zevahiri kurtarmak üzere yapılan bu garip operasyonu her zaman yaptığı gibi propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladı.

Operasyonun hemen ardından ABD‘den art arda açıklamalar yapıldı. Başkan Trump, Milli Savunma Bakanı Mattis ve Genel Kurmay Başkanı Dunford operasyonun bir defaya mahsus olduğunu, yeni bir gelişme olmaması durumunda tekrarlanmayacağını belirttiler. Rusya ise beklendiği gibi sert demeçlerle operasyonu kınadı. Putin, egemen bir devlet olan Suriye’nin, uluslararası hukuka aykırı şekilde ABD tarafından saldırıya uğradığını ‘’ bunun yıkıcı etkilerinin olacağını’’ ifade etti. Ancak bunların ne olduğu ve nasıl yapılacağı açıklanmadı.

Bloklar arasındaki nükleer denge tarafların sorunu daha ileri noktalara taşımalarını, dünyayı ateşe verecek bir savaşa dönüşmesine imkân bırakmıyor. Çünkü nükleer silahların kullanılacağı bir savaş durumunda dünyanın sonunun geleceğini kimsenin ayakta kalamayacağını, çatışmanın bütün taraflarının kaybedeceğini herkes biliyor.

Kontrolü mümkün olmayan geniş çaplı, nükleer karakterli savaş yerine, yerel unsurlar üzerinden “vekâlet savaşları’’ yapmayı tercih ediyorlar. Rusya Esad rejimini, ABD Kürtleri ustalıkla kullanıyor.

 

Rusya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acilen toplantıya çağırdı. Öncekilerde olduğu gibi bu defa da herkes karşısındakini suçlayacak, sorumluluğu birbirinin üzerine atacak ve somut bir sonuca varılamayacaktır ve çözüme yönelik ortak bir karar çıkmayacaktır.

Yapılan bu sınırlı operasyon bir güç gösterisi olarak sınırlı kalmakla beraber yapan ülkelerin bir süre ilk gündem maddesi halinde konuşulacaktır. Başta Başkan Trump olmak üzere İngiltere Başbakanı May’ın Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un yaşadıkları siyasi sorunlar operasyonun gölgesi altında bir süre ötelenecektir. Trump, seçim sürecinde çalışma ekibindeki bazı isimlerin ev damadının Rus yetkililerle ilişki kurdukları iddiası üzerine FBI tarafından yürütülen soruşturmanın sıkıntısını yaşıyor. Siyasi geleceğinin bile tehlikede olduğu söyleniyor. Bu operasyonun Trump tarafından Rus’cu olmadığını gösteren bir belge gibi sunulması beklenebilir. May ve Macron’da içeride yükselen muhalif seslere karşı nefeslenme imkanı kazandılar.

Operasyonun alanda başka etkileri de olacaktır. ABD, DEAŞ’dan sonra Suriye’de kalmasını haklı gösterecek yeni bir gerekçe edindi. Trump’ın Suriye’den çıkacakları konusundaki açıklamasının gerçeklerle örtüşmediği Amerikan derin devletinin farklı hesaplarının bulunduğu anlaşılıyor.

ABD ve iki müttefikinin son kimyasal saldırı karşısında verdikleri tepkilerin sadece insanı ve hukuki mülahazalardan kaynaklandığını söyleyemeyiz. Çünkü bu ülkelerin insana ne kadar değer verdiklerini biliyoruz. İnsan haklarına hukuka olan saygılarının hangi boyutta olduğu yahut olmadığı ortada. Suriye’de küresel güçler arasında giderek tırmanan gerginlik sadece bu ülkedeki siyasi ortamla ilgili bir meselede değil. Doğu Akdeniz’de son dönemlerde bulunan büyük doğalgaz ve enerji yatakları küresel güçlerin iştahını kabartıyor. Bölgenin ekonomik potansiyeli hızla artıyor. ABD ve ortakları bu kadar zengin kaynaklara tek başına Rusya’nın el koymasına rıza göstermiyorlar. Başka bir ifade ile bölgemiz postmodern emperyalizmin yeni refleksleri ile karşı karşıyadır.

Bu olayın esas sarsıntıları önümüzdeki aylarda İran konusunda ortaya çıkacaktır. Başkan Trump, Obama döneminde İran’la yapılan nükleer anlaşmayı sürdürmemekte kararlı. İran’ın buna tepki vermesi durumunda karşılıklı meydan okumalar farklı gelişmelere yol açabilir. Çünkü Rusya, İran’ın müttefiki olsa bile bu ülkede Suriye’dekine benzer askeri varlığı yok. Rusya’nın güçlü hava savunma sistemlerinden mahrum olan İran’ın, Amerika ve müttefiklerinin yanı sıra İsrail’in katılımıyla düzenlenecek hava saldırılarından büyük zarar görmesi kaçınılmaz olur.

Türkiye küresel ve bazı bölgesel güçlerin güç gösterilerinin yaşandığı, tarafların Suriye’yi bir kobay gibi acımasızca kullandığı günümüz ortamında çok dikkatli olmak ve yanlış bir adım atmamak mecburiyetindedir. Gerçekler ortada; Türkiye’nin güvenebileceği bir müttefiki bulunmuyor. Alanda kıyasıya rekabet halinde olan ülkeler, Türkiye’nin beka meselesine saygılı olma gereğini duymuyorlar.

Dış işleri Bakanı Çavuşoğlu doğru söylüyor: “bu güne kadar çoktan müdahale edilmesi gerekiyordu. Esad görevde kaldığı için, daha önce cezalandırılmadığı için tekrar kimyasal silah kullandı. Bir an önce siyasi sürece geçilmeli’’

Bunun en önemli adımı Rusya ve İran’ı Esad’ın gitmesine ikna etmek, Esat başta olduğu sürece Suriye’de normalleşmenin ve siyasi çözümün olamayacağına inandırmaktır. Astana sürecinde bu başarılırsa, meseleye Cenevre’de siyasi çözüm bulunmasının kapıları açılabilir.

Milli varlığımızı kimseden yardım beklemeden kendi gücümüzle, imkânlarımızla korumak durumundayız. Dolayısıyla hamasetten, altı boş demeçlerden, duygusallıktan uzak kalarak şartları doğru okuyarak gerçekçi politikalar yürütmemiz gerekiyor. Bu derece kaygan ve fırtınalı bir zeminde milli bütünlüğümüz her zamandan fazla önem kazanıyor. İçeride, insanımızın biri birine güvenip saygı duyduğu, siyasi ayrışmaların, kutuplaşmaların yaşanmadığı, hakların ve özgürlüklerin bağımsız ve tarafsız yargının güvencesinde olduğu bir ortamda, her türlü tehdide karşı rahatça direniriz.  Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, milletçe bunların altından kalkarız. Yakın tarihimiz olumlu ve olumsuz örnekleriyle bunun şahididir.