Suriye meselesinin görüneninden daha derin ve çok boyutlu bir problem olduğu bu uçağımızın düşürülmesi olayında bir kere daha görüldü. Türkiye elindeki belgelere ve radar görüntülerine dayanarak olayın anlık bir hata ve rastlantı olmadığını ortaya koydu. Dahası bölgenin özelliği dolayısıyla buraları büyük bir dikkatle izlemekte olan bütün devletlerden kendi radar görüntülerini açıklayarak ortaklaşa bir mesaiyle belgeleri paylaşmaya çağırmak suretiyle hukuken haklılığının kuşkusu olmadığını ilan etmiş oldu. Önümüzdeki günlerde bu yönde bir işbirliği yapılmak suretiyle Esat rejiminin suçluluğu uluslararası bir hüküm hâline gelir mi; göreceğiz?
Türkiye soğukkanlı bir tutumla konuyu Suriye’yle arasında ikili bir hesaplaşma çerçevesinden çıkarmakla doğru bir tercih yapmıştır. Başbakanın ağzından bundan sonra çapı ve niteliği ne olursa olsun, Suriye’den gelebilecek herhangi bir hasmane davranışa anında en sert karşılığının verileceğinin açıklanması, meseleyi son derece hassas bir noktaya kilitlemiş bulunuyor. Bu saatten sonra bölgeyi ateşe verecek bir gelişmenin ortaya çıkma ihtimali, sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’da iddiası olan, egemenlik mücadelesi yapan bütün uluslararası aktörlerin konuya bu yönüyle bakmalarını zaruri kılıyor.
Türk uçağının birkaç dakikalık mevzi bir hava sahası ihlalinin hemen ardından, merkezden aldığı uyarıyla bu alandan uzaklaşmaya çalışırken 17 dakikaya yakın bir zaman aralığı söz konusu. Bu süre, ateş emrinin mahalli bir komuta hatasından kaynaklanmadığını, olayın çok daha yukarıdan gelen, bilinçli bir talimatla gerçekleştiğini gösteriyor. Suriye yönetiminin uçağın kimliğinin bilinmediği ifadesi yalandır. Türkiye’nin Suriye politikasına tepkili olan Esat yönetimi Türk uçağını füzeyle düşürürken, hem iç kamuoyuna, hem bölge halkına, hem de Türkiye’ye çarpıcı bir mesaj vermek istedi. Bunu yaparken kendi gücüne güvenmekten ziyade, uzun süredir her türlü desteği aldığı Rusya ve İran’ı bir çatışma durumunda da arkasında olacağını bilmenin güveni içerisinden hareket etti. Nitekim bu iki ülkenin diplomatik temsilcilerinin olay üzerine yaptıkları açıklamalar, Esat’ın bu hususta yanılmadığını ortaya koydu. Başar Esat bu desteklerinden dolayı duyduğu minnet ve şükranı açıklarken, İran’a “sadakatle bağlı” olduğunu açıkça söyledi.
Gerek İran ve gerekse Rusya’nın Suriye ile karşılıklı çıkarlarının örtüşmesinden kaynaklanan kapsamlı ilişkileri bulunuyor. Hatta bu ilişkilerin “stratejik ortaklık” anlamına geldiğini söylemek mübalağa sayılmaz. Şu anda Suriye’nin en kritik güvenlik birimlerinde, istihbarat servislerinde kalabalık sayıda İran’lı görev yapıyor. Mesela Şam Havaalanı onlardan soruluyor. Silah ve mühimmat ihtiyaçlarının tamamına yakını bu ülkelerden sağlanıyor. Rusya yıllarca önce, soğuk savaş döneminde yerleştiği bir Suriye limanını bölgesel etkinliğe sahip tam donanımlı bir üst hâline getirdi. Böylelikle asırlardır rüyasını gördüğü sıcak denizlere açılma amacına bir liman üzerinden bile olsa ulaşmış oluyor. Burayı en gelişmiş elektronik cihazlarla, radarlarla, füze sistemleriyle donatarak yüzlerce askeri ve teknik personelini yerleştirerek Doğu Akdeniz’i yakından kontrol edebiliyor. Sonuçta küresel güçlerin çok yoğun egemenlik yarışına girdiği bu bölgede “ben de varım” diyebiliyor.
Batı Dünyası başından beri herhangi bir riske girmeden, sonuç alıcı etkisi bulunmayan sözlerle, temennilerle meseleyi zamana yaymaya çalıştı. Başka bir ifadeyle Avrupa Birliği yaşadığı ekonomik krizle bunaldığından, Obama yönetimi birkaç ay sonra yapılacak Başkanlık seçimine odaklandığından, Suriye konusuna bulaşmaktan özenle kaçınıyorlar. Şu sıralarda Türkiye askeri bir operasyona girişecek olsa, muhtemelen derin bir memnuniyet duyacaklar. Çünkü kendilerine hiçbir külfete mal olmadan Suriye ateşindeki kestaneler, Türkiye’nin eliyle çıkarılmış olacak.
Muhtemelen şöyle bir değerlendirme yapıyorlar: Türk Ordusu bir iki günde Suriye Silahlı Kuvvetleri’ni dağıtır; Esat görevini bırakmak zorunda kalır. Güvenlik Konseyi acilen toplantıya çağrılır. Şimdiye kadar Suriye konusunda uzlaşamayan ABD ile Rusya ve Çin tarafların derhal ateşkes ilan etmeleri hususunda anlaşarak bu yönde bir karar çıkarırlar. Ardından Esat rejiminin yerine nasıl bir düzen kurulacağı hususunda sıkı bir pazarlık başlar. Washington ve Moskova Suriye yüzünden kendilerinin de içinde bulunacağı daha geniş bir çatışmayı göze alamayacaklarını ortak bir noktada uzlaşma sağlarlar.
Bütün bunlar olup biterken Türkiye’nin kayıplarına kimse dönüp bakmaz. Tam tersine çatışmanın faturası Ankara’ya kesilir. Sonuçta şimdiye kadar Avrupa’daki ekonomik krizden büyük çapta etkilenmemiş bulunan ekonomimiz, ister istemez derin bir yara alır. Göstergeler alt üst olur; Büyüme durur, millî gelir azalır, işsizlik artar. 2023’de Dünya’nın ilk 10 ekonomisi arasında yer alma, bölgesel bir aktör olma ümidi suya düşer. 30 yıldır PKK terörü ile çökertilemeyen Türkiye, bir anda kendisini ekonomik dar boğazın içinde bulur. 150 yıl önce Kırım savaşı sırasında yaşanan ve sonrasında birkaç defa tekerrür eden çok ağır bedellerle dışarıya borçlanma mecburiyeti bir kere daha gündeme gelir.
Bunların yaşanması durumunda dengeler tümüyle sarsılacağından terör derinleşerek toplumsal bir soruna çatışmaya dönüşür. Türkiye’nin sosyal ve ekonomik alanlarda sıkıntıya girmesi, iç güvenlik sorununun genişleyerek toplumsal çözülme ve ayrışma tehlikesinin öne çıkması durumunda, şu sıralarda Yunanistan’ı, İspanya’yı ve İrlanda’yı kurtarmak üzere seferber olan Batı’lı güç merkezlerini kılı bile kıpırdamaz. Meseleyi her zamanki pragmatik tavırlarıyla değerlendirirler; çıkarlarını en uygun pozisyonu sağlamak üzere girişimler başlatarak, bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeye çalışırlar.
Türkiye bu kritik süreçte son derece dikkatli ve uyanık olmak, olaylara olabildiğince rasyonel açıdan bakmak zorundadır.
Suriye’deki gelişmeleri izlerken, dikkatimizi yoğunlaştıracağımız en önemli konu Güney hududumuzun bitişiğinde bir Kürt özerk bölgesinin kurulması çabalarıdır. Türkiye’nin güneyinden kuşatılması anlamına gelecek ve Birleşik büyük Kürdistan’ı kurma planını en önemli üç adımından birini oluşturacak bu duruma kesinlikle göz yumamayız.
Türkiye Suriye’nin parçalanmaması için elinden gelenden daha fazlasını yapmalıdır. Irak’tan sonra burada da öne çıkan mezhep çatışmasının doğuracağı sonuçlarının bilinci içerisinde olmalıyız. Gerginliği azaltmak, uzlaşma zeminini hazırlayarak tarafları kavgaya değil, birlikte yaşamaya ikna etmek üzere bütün imkânlarımızı seferber etmeliyiz.
İran geleneksel Fars Milliyetçiliği ekseninde oluşturduğu bölgesel egemenlik projesini hayata geçirebilmek için Şiiliği etkili bir faktör olarak kullanıyor. Geniş kitleleri bu yolda motive ederek , Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden mezhepsel bir ittifak kurmaya çalışıyor.
Türkiye’nin Alevi, Nusayri kitlesiyle bir sorunun olmadığını, olmayacağını net biçimde anlatması gerekir. Aynı tavır Irak için de sergilenmelidir. İzledikleri politikalar nedeniyle Başar Esat ve Malikiyle sorunlar yaşanmasının Şii ve Nusayri halkına yönelik bir tavır olmadığını, mezhep çatışması istemediğimizi göstermeli, bu konuda taraf olmadığımızı anlatmalıyız.
Türkiye’nin bu kaygan zemindeki en önemli kozu, uluslararası hak ve hukuku savunması, barıştan, istikrardan yana olması, terörün bölgenin tamamı için en büyük tehlike olduğu bilincini taşımasıdır.
Düşürülen uçağımıza karşı misilleme hakkımızı elbette kullanacağız. Bunun yollarını ve yöntemini bilecek devlet tecrübesine, diplomatik ve askeri birikime sahip bir ülke olarak, gereken nelerse yapılmalıdır; ancak küresel ve bölgesel hegemonya hesapları yapan merkezlerin bizi yönlendirmelerine, kullanmalarına asla izin vermemeliyiz.