Bahaeddin Karakoç duygularını doğal bir şiir ikliminde yaşayan ailenin evladıydı; başta rahmetli Abdürrahim Karakoç olmak üzere, beşkardeşin hepsi bu iklimin ürünleridir.
Elbistan’ının Ekinözü/Cela köyünden mütevazı bir ailenin çocuğuydu. Türkiye’de yoksulluğun hüküm sürdüğü yıllarda bulabildiği imkânlarla okuyup sağlık memuru olmuştu. Yerleştiği memleketinde bir yandan mesleğini yaparken, diğer yandan yazdığı şiirleri, sayıları daha az olan hikâye denemeleri, başta o dönemin en önemli edebiyat dergilerinden Hisar olmak üzere, çeşitli dergilerde yayınlanmaya başladı. Kısa zamanda beğenilen, sevilen, ilgiyle izlenen bir şair olarak sanat çevrelerinde saygın bir yer edindi.
Bahaeddin Karakoç, sosyal konulardaki eleştirileri ve hicivleriyle duygularını köpüklü bir çağlayan gibi anlatan, kardeşi rahmetli Abdürrahim Karakoç’tan farklı olarak sakin ve dingin akan bir ırmak gibidir; iki kardeşi tarzları açısından Çoruh ve Kızılırmak’a benzetirim. Ama dünyaya, toplum meselelerine, sorunlara bakışlarında, inanç ve fikir yapılarında hiç bir farklılık yoktur. Şiir onlar için duygularının, düşüncelerinin dillendirildiği kalbi bir iletişim aracıdır. Bahaeddin Karakoç bunu (poetikasını) şöyle anlatır: “Sağlam bir etik, ilkeli bir estetik, helâl ölçekli bir yarar sarmalında, şiir de tıpkı bir ağaç gibidir; sanatı besleyen bu üç ana arterdir. Kalbin bir zikir aracı olan şiir, trajik bir iç yangını, aşkın sıcak kanatları altında doğan bir kutsanmış sözler armonisi ve dört kelimeyle özetleyecek olursak evrensel bir dua biçimidir.”
Şiirlerinde bazen hece bazen serbest vezni kullanmıştır. İlk dönemlerde tercih ettiği aşık tarzından daha sonra uzaklaşarak sunduğu temaya derinlik ve görünürlük kazandıran, kelimeler arasında ses uyumuna özen gösteren kendine has bir tarza yönelmiştir.
O tabiatla, dağlarla, kırlardaki ağaç ve çiçeklerle iç içe yaşayan, bunların ilahi bir nimet olduğunun bilincinde olan, günün her bir vaktinin hikmetini düşünen, tefekkür kabiliyetine sahip inançlı bir gönül insanıdır.:
Rahman ve Rahim olan adına sığınarak, Açtım iki elimi kor gibi iki yaprak; Bir edep ölçeğinde mutlu ve utangaç İşte dünya önünde, benim ruhumu sana aç. Kainatı yarattın, donattın rızık verdin Kimine sonsuz körlük, kimine ışık verdin.
Karakoç toplumda yaşanan sosyal, kültürel ve ahlâki yozlaşmalardan, kendi değerlerinden uzaklaşarak dünyevileşmekten muzdariptir. Yüreğinde bir zamanlar vatanlaştırıp yaşadığımız diyarları kaybetmiş olmamızın hüznünü duymaktadır:
Tuna Sakarya kadar Türklerindi, Fırat kadar Türk Kılıç tutan iki kolumdu Kırım ve Kerkük Kestiler, acıdan sarhoşum körkütük Kendi derdime bile ilaç değilim !
Karakoç’un şiirlerinde sevgiler, hasretler, hüzünlerle beraber, umutlar, doğadaki güzellikler ve bunlara ulaşma özlemi yoğunluktadır. Mesela “İki çift beyaz Kartal” şiiri güzellikleri paylaşmak maksadıyla yapılan metafizik anlamlar yüklü bir davet sayılabilir:
“ Hangi yayla yeşil , nerede keklik çok Gel seninle orda olalım çocuk. Kayalar, kayalar sırt sırta vermiş Kimi yeni mürit, kimisi ermiş Otlar dalgalansın biz yürüdükçe Sular düze insin kar eridikçe Gün burnunda bana mavi mavi gül;
Doruklardan doruklara sekelim Bir elim göklerde sende bir elim; İkimizin yüreciği bir atsın Bizi gören bin katarak anlatsın.
Giderek çoraklaşan sanat ve edebiyat dünyamızda Bahaeddin Karakoç’un eksikliği büyük kayıptır. Onların kalitesinde ustalar kolay yetişmiyor. Kendisini rahmet ve hürmetle anıyorum Ailesine sabr- ı Cemil diliyorum.