TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ AÇISINDAN ŞEMDİNLİ SALDIRISININ ANLAMI
“Oğlum feda olsun, yeter ki terör bitsin. Gerekirse diğer oğlumu da feda ederim”
Şehit Hakan Oktay’ın annesi Emine Oktay
“Ağabeyim şerefiyle şehit oldu. Biz ağlamayacağız, şerefsizler ağlasın”
Şehit Kamil Çelikkaya’nın kızkardeşi Elif Çelikkaya
Kandil’de görevli 6 askerimiz ve 2 köy korucumuzun şehadetiyle son iki ayda 68 vatan evladını toprağa verdik (Bu satırları yazarken maalesef bir şehit haberi daha aldık). Yaşanan bu acılarla birlikte milletimizin öfkesi doğal olarak kabarıyor. Nereye gidiyoruz sorusuyla birlikte PKK ile mücadelede yapılan yanlışlar, eksiklikler, alınan ve alınmayan önlemler sağlıklı bir cevap bulamadan zihinlere takılıp kalıyor. Hükümet yetkililerinin “mücadelede iyi bir noktadayız” tarzındaki yatıştırıcı demeçlerinin inandırıcı bir etkisi olmuyor. Endişelerin yoğunlaşması konuyu giderek büyüyen, derinleşen toplumsal bir soruna dönüştürüyor.
PKK’nın Temmuz ve Ağustos aylarında eylemlerini arttırması aslında yeni bir durum değil. Ancak bu defakinin farklılığı elebaşılardan Duran Kalkan’ın açıklamalarıyla, “vur-kaç” değil, “vur-kal” şeklinde yeni bir stratejiye geçilmiş olmasıdır. Geçen yaz başlarında “devrimci halk savaşı” başlatacağını açıklayan örgüt, “silahlı şiddet” yöntemiyle devletin direncini kıracağını, isteklerini kabule zorlayacağını hesaplayarak 14 Temmuz’da 13 askerimizin şehit olduğu Silvan saldırısını düzenlemişti. Aynı gün yapılan DTK (Devrimci Toplum Kongresi) toplantısında “demokratik özerklik” ilan ederek konfederal bir sistem için girişim başlatmıştı.
Türkiye’nin üniter yapısını, anayasanın ilkelerini değiştirmeyi, egemenliği paylaşmayı, iki milletli bir devlet kurmayı amaçlayan bu çıkışa geçit verilmedi. Güvenlik güçlerimizin Çukurca’da Kazan Vadisi’nde başlattığı geniş kapsamlı nokta operasyonlarında örgüte ağır darbe vuruldu. PKK hem fizikî hem de psikolojik bakımdan zor durumda kalırken, güvenlik güçleri moral üstünlüğü eline geçirdi. Böylece PKK kırsal alanda kayıplar vermesinin yanı sıra, şehirlerde kontrolü eline almak maksadıyla plânladığı kitlesel eylemleri uygulamaya koyamadı. Büyük ümit bağladıkları “Serhildan” girişimleri kısa sürede tavsayıp etkisizleşti.
Bunda kuşkusuz KCK operasyonlarıyla şehirlerdeki yüzlerce örgüt militanının tutuklanmasının önemli payı vardır. KCK yapılanması PKK’nın en iddialı stratejik hamlesiydi. Şehirlerde kapsamlı bir organizasyon kurmayı, toplum kesimleriyle kılcal bağlantılar sağlamayı, sonuçta paralel bir devlet yapılanmasının alt yapısını hazırlamayı amaçlayan KCK oluşumlarının yapılan tutuklanmalarla frenlenmiş olmasına PKK ve sempatizanları yoğun tepki gösterdiler. Bu tepkilerin de etkisiyle KCK operasyonlarının durdurulmasının PKK’ya nefes aldırdığı bir gerçektir.
Örgütün sıkışıp kaldığı bir dönemde yaşanan Uludere faciası psikolojik dengeleri aniden değiştirdi. 34 kişinin yanlış bir istihbarat ve hatalı bir kararla uçakların bombalaması sonucunda hayatlarını kaybetmesi, PKK ve yandaşlarının eline paha biçilmez bir “karşı propaganda” imkânı sundu.
Örgütün sözcüleri ve sempatizan gazetecileri bu kozu aylardır en geniş şekilde kullanıyorlar. Doğrudan duygulara hitap ederek devleti, güvenlik güçlerini, istihbarat birimlerini her fırsatta suçlayarak yıldırmaya, hareketsiz kılmaya çalışıyorlar. Bu kampanyanın örgüt açısından başarılı olduğu görülüyor. KCK operasyonlarının durdurulmasının yanı sıra, geçen yıl yapılan ve etkisi görülen nokta operasyonlarının da son aylarda önemli ölçüde azalmış olması PKK’ya kayıplarını telafi fırsatı verdi. Her kademedeki sorumluluk taşıyan devlet görevlilerinde, sivil ve asker kesimlerde oluşan moral kayıplarına paralel şekilde hesap verme pozisyonuna düşmemek için olabildiğince hareketsiz bir tutum tercih edildi. Sonuçta operasyonların bu kritik dönemde alt seviyelere inmiş olması ülkemiz açısından talihsizliktir.
PKK hedef bölge olarak belirlediği Hakkari’de dilediği yapılanmayı oluşturmak için uzun süreden beri yoğun şekilde çalışıyor. Bunu her vesileyle anlatmaya çalıştık. Çünkü Hakkari’nin merkez ve ilçelerinde Yüksekova’da, Çukurca’da, Şemdinli’de alternatif bir yönetim yapılanmasının söz konusu olduğu açıkça görülüyordu. KCK buralarda mahkemelerini, vergi toplama mekanizmasını, askere alma ve asayiş birimlerini kuruyor, polisleri ve askerleri güpegündüz cadde ortasında infaz edebiliyordu. Hakkari’ye 10-15 km. mesafede oluşturulan PKK kampının varlığı bilinmesine rağmen uzun süre seyirci kalınıyordu.
Son saldırıların alt yapısı özenle hazırlanan bu bölgede yapılmasının şaşırtıcı bir tarafı yoktur. Esas şaşırılması gereken şey, bu tablonun varlığı ortada iken, gereken tedbirlerin neden alınmadığıdır. BDP’nin aldığı oy oranı bile örgütün bu bölgede ne derece etkili olduğunu, kitle tabanı edindiğini gösteriyor. Bir ay kadar önceden Şemdinli’ye egemen olma maksadıyla saldırı düzenleneceği bilgisinin alınması, olayın çok daha vahamet kazanmasını önledi ama sorun olduğu gibi duruyor.
Mevcut tablo vakit geçirilmeden masaya yatırılmalı, gerekli adımlar bir an önce atılmalıdır. CHP’nin TBMM’ni olağanüstü toplantıya çağırma girişimi yanlış ve gereksizdir. Bunun örgüte aradığı propaganda fırsatını sunmaktan başka sonucu olmaz. Buna mukabil MHP’nin teröre karşı alınacak önlemler konusunda Hükümet’e her türlü desteği vereceğini açıklaması doğru bir tavırdır. Başbakan bu tavra teşekkür etmekle kalmamalı, derhal samimi ve ciddi bir temas kurarak, bu konuda partiler üstü ortak bir tavır, millî bir politika belirlemek üzere girişim başlatmalıdır.
PKK belirlemiş olduğu stratejiyi bu saldırıda başarı sağlayamadığı için kesinlikle değiştirmeyecek, sonuç alıncaya kadar tekrarlamaya çalışacaktır. İnsan kayıplarını önemsemeyen, 15-16 yaşındaki çocukları intihar saldırıları için programlayan, amacına ulaşmak için her yöntemi gözünü kırpmadan uygulamaya çalışan Stalinist, acımasız, patolojik bir örgüt yapısıyla karşı karşıyayız. Üstelik bölgemizdeki karmaşa, istikrarsızlığın daha da derinleşme ihtimali, uluslararası güçlerin jeopolitik ve ekonomik hesapları sorunu daha da ağırlaştırıyor; PKK’ya büyük dış destek imkanı sunuyor.
Bir yandan Doğu ve Güney sınırlarımızdaki ülkelerin Türkiye’yle ilgili hesapları, diğer yandan başta ABD ve İsrail olmak üzere, Batılı ülkelerin, müttefiklerimizin ikiyüzlü ve çelişkili tavırları PKK’ya kendi gücünün çok üzerinde bir etki alanı sağlıyor.
PKK “Dördüncü Stratejik Mücadele Dönemi” olarak adlandırdığı, “varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma” diye ilan ettiği bu dönemde Botan eyaleti olarak tanımladığı Hakkari’yi stratejik bir hedef olarak seçti. Burada fiili bir egemenlik kurarak, güvenlik güçlerimizi pasifize ederek daha ileri hamleleri için “cephe gerisi bir alan” edinmeyi hedefliyor. Bunu başarabildiği ölçüde inisiyatifi eline geçirmenin ötesinde, bölgesel bir aktör olarak kabul göreceğini, Türkiye’yi pazarlık masasına oturtacağını hesaplıyor.
Suriye’de mevcut rejim değişse de değişmese de Kürtler Kuzey bölgesinde fiili olarak statü kazandılar. PKK PYD üzerinden etkili hale geldi. Örgüt 1991-2003’te Irak’ta olduğu gibi, merkezi yönetimin yıkılmasından büyük kazanımlar sağlıyor; imkânlar ediniyor. Esad yönetimi bazı ağır silahların PKK’ya aktarılmasını sağlamak suretiyle Türkiye’ye misilleme yaptı. İmkân bulduğu ölçüde bu tutumunu sürdürmeye çalışacaktır.
Devleti yönetenlerin, siyasetçilerin ve askerlerin bu son saldırılarla bir kere daha ortaya çıkan eksikliklerin ve zaafların varlığını görmeleri, kendilerini savunma refleksi yerine telafi yollarını bulmaları gerekiyor. 2 PKK sığınmacısının verdiği bilginin dışında son dönemlerde büyük bir istihbarat sorununun yaşandığını kimse görmezlikten gelmemelidir. Bir yere kadar etkili olan, yararlanılan haber kaynaklarının çoğaltılması yerine neden etkisiz hale geldiği, insana dayalı istihbaratın neden kesildiği doğru olarak okunmalıdır.
1992’den önceki yıllarda olduğu gibi alanları PKK’ya bırakarak karakollara, polis merkezlerine sıkışıp kalmak üstünlüğü örgüte terk etmek anlamına gelir. İster büyük çaplı bir operasyonda kayıplar verme endişesinden, isterse çeşitli nedenlerle yaşanan moral problemlerinden kaynaklansın, bu durumun kabulü mümkün değildir.
Ayrıca Kandil bir yana, sınırımıza 5 km. mesafedeki Haftanin, Mehtinan, Hakurk gibi terör yuvaları varlığını sürdürürken PKK’nın etkisiz kılınmasını kimse beklemesin. Türkiye artık bir karar vermek zorundadır. Hududumuzun ilerisinde 5 km.lik bir alana sahip olmadan, Lozan’da başımıza musallat edilen bu elverişsiz hudut sorununu halletmeden saldırıların önlenemeyeceği ortadadır. Irak Merkezî Yönetiminin ve Barzani’nin sorumluluklarını yerine getirmemeleri sonucunda yaşadığımız problemleri kendimizin halletmesine kimsenin makul bir itirazı olamaz. Ülkenin güvenliğini sağlamak, terör saldırılarını önlemek Türkiye’nin hakkıdır. Suriye için telaffuz edilen tampon bölgenin Irak hududumuzla ilgili olarak gündeme alınması çok daha öncelikli bir konudur.
Her saldırıdan sonra karakolların durumunun gündeme gelip hemen ardından unutulması en hafif tabiriyle tam bir aymazlıktır. 1300’den fazla karakolun gerek coğrafi yerleri, gerekse fizikî ve askerî durumları için şimdiye kadar çoktan bir karar verilmeliydi. İlgili Bakanın karakolların tahkimi konusunda yapılmayanları PKK baskısına bağlaması devlet adına utanç verici bir itiraftır. Bu tarz bir izahın kabulü mümkün değildir.
Karakollarının inşasını sağlayacak güvenlik tedbirleri almakta zaaf göstermek hâkimiyeti örgüte terk etmek anlamına gelir. Somali’den Libya’ya kadar çeşitli ülkelere yüz milyonlarca dolar yardım yapacak kaynağı bulan bir devlet, kendi topraklarında güvenliği için zaruri olan karakolları gerekli standartlarda yapacak kaynağı bulamıyorsa, bunların kullanılacağı şartları hazırlamıyorsa bu ayıbın altından kimse kalkamaz.
İçişleri Bakanı İ.Naim Şahin’in bilinen çevrelerde tepki toplayan sözleri PKK’nın ülke içindeki desteğini işaret etmesi bakımından doğru bir tespittir: “Bu çatışma İstanbul’da kalemlerle, kitaplarla devam ediyor. Geçimli’de atılan havan mermisiyle burada Ankara’da yazılan yazıların bir farkı yoktur.”
Bir başka yazar da (Yıldıray Oğur) “insanlık Mars’a adım atarken Kürt dostu beyaz Türkler, Kürtlere bu dünyada sadece elde silah dağlarda hak aramayı yakıştırdıkça, layık gördükçe Beritanlar uçurumlardan atlayacak. PKK’dan önce galiba o beyaz Türkleri çıktıkları pembemsi, konforlu, şık kibir dağlardan indirmek gerek” diyerek örgüt sempatizanlarını işaret ediyor.
Bu yoğun ve sistemli dezenformasyon çabalarına, telkinlere rağmen milletimizin büyük çoğunluğu tehlikeyi görüyor, tuzakları seziyor, hassasiyetini koruyor. Vatan topraklarının bir karışını bile pazarlık konusu yapmamakta kararlı bir duruş sergiliyor.
Nuri GÜRGÜR