Putin, 24 Şubat 2022’de askerlerinin haftalardır kuşatma altında tuttuğu Ukrayna topraklarına girme emrini verirken harekâtın planladığı gibi gelişeceğinden, üç-dört gün içerisinde belirlenen hedeflere ulaşacaklarından emin görünüyordu. Ama Ukrayna, bir aydır direniyor, teslim olmuyor; işgal girişiminin başarıya ulaşma ihtimali her geçen gün azalıyor. Tarafların yetkili temsilcileri, aralarında sürdürdükleri görüşmelerde ateşkes konusunda ciddi bir zeminin oluştuğuna dair işaretler var. Ateşkes konusunda yoğun bir çaba gösteren Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun söyledikleri de bu ihtimali güçlendiriyor. Ancak Putin’in katı tavrı, uzlaşma kanallarını tıkıyor; savaşın uzama ihtimali güçleniyor.
Son bir ayda Ukrayna savaşında yaşananlar, sadece iki ülkeyi değil bütün dünyayı etkiledi. Hâlen küresel düzeyde Sovyetler Birliği’nin otuz iki yıl önce dağıldığı dönemde bile görülmeyen boyutta siyasi, askerî, ekonomik ve sosyal sarsıntılar yaşanıyor; uluslararası ilişkilerde ve Avrasya jeopolitiğinde yeni bir tablo oluşuyor.
Putin, iktidara geldiği günden beri 1991’de dağılan imparatorluğu yeniden diriltmek, ülkesini, hedefi küresel egemenlik kurmak olan ABD ile rekabet edebilen bir güç hâline getirmek için çalışıyor. İlk olarak bütün yetkilerin Komünist Partisinde olduğu Sovyet sisteminin çökmesi üzerine iktidara gelen Yeltsin döneminde gevşemiş olan otoriter sistemi yeniden oluşturdu. KGB mektebinde eğitildiğinden bunu yapması zor olmadı. Bugün Kremlin otokrasisinde her konuda tek söz sahibi Putin’dir; onun istediği olur. Devletin temel kurumlarının yöneticileri atanırken tek adamın karar ve iradesine dayalı bu tarz otokrasilerin ortak özelliği olan lidere sadakat, itaat ve bağlılık (biat) ölçütleri esas alınır. Rusya’nın Ukrayna’ya egemen olma girişimine de Putin karar verdi, askerî ve siyasi bürokrasisi buna uydu. Sürekli ateşkes ilanına ve barış anlaşması yapılmasına da o karar verecek.
Bu savaşın hâlen iki cephesi var; konvansiyonel olanı Ukrayna’da yaşanıyor. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra bu çapta bir askerî harekât yapmamış olan Rus ordusunun personel, koordinasyon, sevk ve idare, istihbarat açısından yetersiz olduğu ortaya çıktı; çok güvendiği hava gücüne, tank ve zırhlı araçlarına rağmen bir aydır kuşattığı Kiev dâhil, stratejik kentleri alamadı. Daha fazla kayıp vermemek için buraları günlerdir yoğun şekilde bombalayarak, aç ve susuz bırakarak, Ukrayna’yı harabeye çevirerek direnişi kırmaya uğraşıyor. Savaşın uzaması sadece Ukrayna halkının bir aydır verdiği can kayıplarının, çekmekte olduğu maddi ve manevi acıların artmasına, yerleşim yerlerinin enkaza dönmesine yol açmakla kalmayacak, Rusya da Rus halkı da uzun yıllar sürebilecek ağır ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla karşı karşıya kalacak. Otokrasilerin en önemli özelliklerinden biri, “tek adam iktidarı”nın yazılı ve görüntülü tüm yayın vasıtalarını, haberleşme kanallarını elinde tutması, sürekli bilgi çarpıtması yapılmasıdır. Liderin ve çevresindeki görevlilerin konuşmalarıyla, belli bir merkezden yönlendirilen haberlerle halkın gerçekleri öğrenmesi, kamuoyunda bunların tartışılması engellenebiliyor. Rus halkının çoğunluğu, sorunlarla ancak marketlerin raflarının boşalması, maddi sıkıntılarının artması, işsiz kalmasıyla yahut askerdeki evladının ölüm haberini alarak yüzleşebiliyor. Rusya’da hâlen Ukrayna’daki harekâtı eleştirmek bir yana “savaş” demek bile suç sayılıp cezalandırılıyor.
Sıcak savaş Ukrayna sınırları içerisinde olsa da Putin’i durdurmak maksadıyla uygulamaya konulan yaptırımların çapı ve katılımcıları açısından ekonomik anlamda üçüncü dünya savaşının başladığı anlamına geliyor. Bunun devamı hâlinde, Rusya ekonomisinde ağır sorunların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Putin’in petrol ve doğalgaz rezervlerine, başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin bunlara olan ihtiyaçlarına güvenerek yaptığı hesapların savaşın uzamasına bağlı olarak tutmadığı görülüyor. Almanya, tamamlanmış olan Kuzey Akım Projesi’ni rafa kaldırdı; Rusya’ya olan enerji ihtiyacını en aza indirecek girişimler başlattı. 2035’e kadar tüm ihtiyaçlarını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı planlıyor. Başka bir ifadeyle Rusya’nın yılda 200 milyar dolardan fazla gelir sağladığı bu ihracat kaleminde ileriki yıllarda önemli bir düşüş yaşanacak. Batılı ülkeler, Putin’in gaz ve petrol satışlarının karşılığının rubleyle ödenmesi kararına yaptırımları daha da ağırlaştırarak cevap verebilirler.
Diğer yandan İkinci Cihan Savaşı’nın mağlubu iki ülke, Almanya ve Japonya, savaştan sonra silahsızlandırılmışlardı. Avrupa’da Rusya’dan, Pasifik’te Çin’den gelen tehditler üzerine bu ülkeler yeniden askerî güç olmaya yöneldiler. Almanya yapacağı askerî harcamalar için yüz milyar avro gibi çok büyük bir kaynak ayırdı. Rusya’nın savunma bütçesi 62 milyar dolardır. Yani yakın zamana kadar savunma harcamaları konusunda tam tersi bir noktada bulunan sosyal demokratların ve yeşillerin iktidarda bulunduğu Almanya, ABD’nin vesayetinden kurtulma ve yeniden küresel bir güç hâline gelme konusunda kararlı görünüyor. Gelişmiş sanayisi, teknolojisi; bilimsel, kültürel alt yapısıyla birkaç yıl zarfında muhtemelen küresel rekabet ortamının önemli aktörlerinden biri hâline gelecektir. Rusya, Ukrayna’yı kontrolüne almak isterken yakın zamanda askerî bir güç hâline gelecek olan Almanya ile karşı karşıya kalacaktır.
Ukrayna savaşı, NATO’nun Rusya’ya karşı ABD ve Türkiye dışında etkili bir kara gücünün, konvansiyonel savaş kapasitesinin olmadığını gösterdi. Bu noksanlığı gidermek için “acil müdahale gücü” adıyla askerî bir yapı oluşturma kararı alındı. Ancak uzun zamandır askerliği gereksiz bir külfet olarak algılayıp dışlayan Avrupa ülkelerinin, Almanya’nın dışında bu girişime katkı yapmaları çok zor görünüyor.
Bu savaş, Türkiye’nin coğrafi konumunun hem askerî ve politik açıdan hem de ekonomik yönden ne kadar önemli olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Son aylarda Türkiye’ye yapılan üst düzeydeki ziyaretler, görüşmeler, yoğun telefon diplomasisi coğrafyanın aynı zamanda siyasi bir kader anlamı taşıdığına dair görüşleri doğruluyor. Yıllardır PKK /PYD’yi Türkiye’ye tercih eden, Patriot taleplerimizi umursamayan, ihtiyacımızı Rusya’dan S-400 alarak gidermemize tepki gösterip ambargo uygulayan ABD, ilişkileri yeniden canlandırmak amacıyla diplomatik temasları hızlandırıyor. Almanya, Hollanda ve Yunanistan Başbakanlarının ülkemizi ziyaretleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeleri ilişkilerde yeni bir sürecin başlayabileceğini işaret ediyor. Uzun zamandır Türkiye’yi sadece milyonlarca sığınmacının Avrupa’ya yönelmesini engelleyen “bariyer ülke” olarak gören, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konularında Yunanistan’ın güdümüne giren AB ülkelerinin Türkiye politikası, günün şartları bağlamında değişmesi, karşılıklı bazı adımların atılmasına bağlı.
Türkiye, hukuka bağlı devlet, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi demokrasinin temelini oluşturan konularda gerekli reformları Batılılar istiyor diye değil, milletimizin büyük çoğunluğunun talebi ve ihtiyacı olduğu için yapmalıdır. Türk milleti, hukuk devleti sıralamalarında en alt gruplarda yer almayı hak etmiyor. Kurucularından olduğumuz Avrupa Konseyi’nden ihracımızın tartışılması bile rahatsızlık veriyor; 2021 yılının reformlar yılı olacağını duyunca ümitlenmiştik; ikinci yıla girildi ama tablo değişmedi.
Bir başka önemli konu, Türkiye’nin bölge ülkeleri politikasının 2020’den bu yana köklü biçimde değişmekte oluşudur. Mısır, İsrail, BAE ve Suudi Arabistan ile bir süre önce Ankara’nın İhvan ve Hamas muhabbetinden kaynaklanan hissi sebeplerle tıkanmış olan ilişkilerimiz yeniden canlanıyor. Bu gelişmeler, dış politikanın duygularla değil, gerçekçi tercihlerle yönetilmesi gerektiğinin geç de olsa anlaşılmaya başlandığı anlamına geliyor. Belli İslamcı kesimlerden gelmesi muhtemel eleştirilerin etkisinde kalmadan bu tercih sürdürülmelidir. Ukrayna’daki savaş, soğuk savaş sonrasında oluşan siyasal, ekonomik ve sosyal dengeleri temellerinden sarstı. Putin, harekâtı durdursa bile istikrarın sağlanması uzun zaman alacak. Türkiye’nin arabuluculuk girişimleri, iki tarafla da ilişkilerini sürdürmesi Montrö Antlaşması’nın hükümlerini özenle uygulaması doğru bir politikadır. Savaş durumu uzadıkça enerjiden tarım ürünlerine, turizmden küresel ticarete kadar her alanda ortaya çıkan sorunlar katlanarak büyüyecek; küresel krize dönüşmesi durumunda Putin kaderine razı olup çekilmek yerine kendisiyle ve halkıyla birlikte tüm dünyayı da batırmak isteyecektir.
Dünya ekonomisinin tarihî bir depremle sarsıldığı günümüz ortamında, halkımızın sıkıntılarını olabildiğince alt düzeyde tutabilmemiz için son derece dikkatli ve basiretli olmak zorundayız. Rusya ile komşuyuz, dolayısıyla orada yaşanacak olumlu ve olumsuz gelişmeler ilk olarak bize yansıyor. Enerjiden tarım ürünlerine ve turizme kadar birçok konuda işbirliğinin sürdürülmesi iki tarafın da yararınadır. Ancak bunu abartarak “stratejik ittifak” konumuna getirmek son derece yanlıştır, Rusya beş asırdır sadece Türkiye’nin değil Türk dünyasının “rakibi”dir.
Ukrayna’daki savaşın küresel ekonomik dengeleri ciddi biçimde sarstığı günümüz ortamında, Devlet olarak kamu kaynaklarımızı gösterişe kaçmadan akıllıca kullanmak; israftan, popülizmden kaçınmak konusunda her zamankinden de fazla dikkatli olmalıyız. İçeride ve dışarıda ekonomik şartların çok elverişli olduğu 2010’dan önceki dönemde, para imkânımızı sanayi ve teknoloji yerine inşaat ve ithalata yönlendirmek, TCMB’nin rezervlerini israf etmek, yatırımların fizibilitesi, öncelikleri ve verimliliği gibi hususlarda yapılan yanlışlar ülke ekonomisini zayıflattı. Kovid salgınının olumsuz etkilerini yaşarken Ukrayna sorunuyla karşı karşıya kaldık. Bu durum, doğal olarak sıkıntılarımızı artırıyor. Şimdiye kadar yapılmayan ekonomik düzenlemelerin seçimlere bir yıl kala yapılmasını beklemek gerçekçi olmaz. Harcamalarda tasarrufa özen göstererek, popülizmden kaçınarak, kamu kaynaklarının yağmalanmasının önünü tıkayarak en azından halkımızın enflasyonun, pahalılığın altında daha fazla ezilmesi önlenebilir.