Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir devler ülkesi varmış. Bu ülkedeki devler huzur ve sükûn içinde yaşıyorlarmış. Herkes hakkına razı ve herkes iyilikte birbirleri ile yarışıyormuş. Ama günün birinde, gücünü zorbalığından ve hilekârlığından alan bir kabadayı dev peyda olmuş. Küstah, hilebaz, düzenbaz ve zorba bir karakter sergileyen bu türedi dev, gücünün yettiğini zulmederek, yetmediğini de hile ile alt edermiş. Herkes bu zorbadan bizar olmuş ve yaka silker hale gelmiş.
Devler ülkesinin cesaretli, dirayetli, asil ve güçlü reisi bu duruma daha fazla dayanamamış ve artık bu küstah ve haramzade zorbaya haddinin bildirilmesinin zamanının geldiğini düşünerek yola koyulmuş.
Küstahlık yapan dev, her ne kadar dayılansa da, büyük devin karşısına çıkacak ve onunla hesaplaşacak ne gücü varmış, ne de cesareti. Olanca küstahlığına rağmen, ölüm telaşına düşmüş ve korkudan titremeye başlamış, dizlerinin bağı çözülmüş. Çünkü büyük deve karşı koyacak gücünün olmadığını en iyi bilen kendisiymiş.
Bir kurtuluş yolu, bir tedbir düşünürken, karısı onu kaçınılmaz sondan kurtaracak bir yol bulduğunu söylemiş. Ecel terleri döken küstah dev, naçar eşinin planına uymuş. Eşi, onu yatağa yatırmış, üstüne bir yorgan örtmüş, fakat sadece ayaklarını açıkta bırakmış.
Bu arada, kendinse serkeşlik yapan haddini bilmezin yerini öğrenen büyük dev, gökler gibi gürleyerek kabadayının inine girmiş ve:
- “Nerede o!” Diye haykırmış.
Küstah devin eşi, olanca soğukkanlılığını takınarak elini dudaklarına götürmüş ve yatağı işaret ederek:
- “Sus!.. Çocuk uyuyor!” demiş.
İşte o anda ve orada, o ana kadar özgüveni hakkında hiçbir kuşkusu olmayan, gücü ve kuvveti, celadet ve haşmeti, ikbal ve izzetiyle herkeste korkuyla karışık saygı hissi uyandıran büyük devin gözleri, yorganın alt ucundan görünen ayaklara takılmış.
O da nesi!..
Bu ayaklar neredeyse kendisininki kadar büyük ayaklarmış. O anda zihninden:
- “Eğer çocuğu bu kadarsa, kim bilir babası ne kadardır” diye geçirmiş ve ilk defa içine bir ürperti düşmüş.
Saniyeler içinde bu ürperti büyümüş ve tüm benliğini kaplamış. Özgüvenini kaybedip, tüm planları suya düşmüş. Vücut kimyası bozulup, içinde duyduğu korku yüzene yansımış. Cesaretini ve özgüvenini yitirdiği için, ne elini kaldırabilmiş ve ne de bir adım atabilmiş. Gerisin geri dönüp, adeta kaçarcasına orayı terk etmiş. Bu davranışı onu sadece cesaretinden ve onurundan değil, aynı zamanda iktidarından ve saygınlığından da etmiş.
Masal kahramanını azizken zelil eden, onurluyken onursuz eden, muktedirken iktidarsız kılan, güçlüyken güçsüzleştiren ve kovalayan iken kaçan kimse haline döndüren onun eylemi değildir. Aksine, her şeyi tersine döndüren yanlış tasavvurudur. Tasavvuru yanlış kurulunca, kafasını doğru kullanması mümkün değildir. Dolayısıyla, doğru yapması da söz konusu olamaz.
Büyük devin yanlış tasavvuru, yanlış bir kıyas yapmasına neden olmuştur:
“Bu ayaklar çocuğa aittir; çocuğu bu kadar büyük olanın, babası çok daha büyük olur.”
Burada tasavvurun sahibine ettiği azizlik nedir?
“Bu ayaklar çocuğa aittir” öncülünü sorgulamamasıdır. İşte o nokta, her şeyin ters döndüğü, bilincin alabora olduğu noktadır. Büyük devin tasavvuru, küstah devin hilekâr eşinin ağzından çıkan sözü peşinen doğru kabul etmiştir. Bu tasavvur, büyük devin aklına yanlış istikamet açısı vermiş ve aklı da bu yanlış açıya uygun eylem geliştirmiştir.
Burada tasavvurun vereceği istikamet açısı “doğru” kavramının içini, doğruya uygun bir biçimde doldurmaktı. Bu da, muhatabın güvenirlik durumuyla birebir ilgiliydi.
Eğer tasavvur, onun konumunun “dost” değil, “düşman” konumu olduğunu sezebilseydi, sahibine şu emri vermesi gerekirdi:
“ Yorganı kaldır!”
Her şey bu noktada gizli. Yorganı kaldırmak büyüyü bozacaktı.
Yanlış tasavvurun başlattığı süreç, sondan başa doğru şöyle gelişti:
Yorganı kaldırmadığı için her şeyi kaybetti
Yorganın altındakinin çocuk olduğunu sorgulamadığı için yorganı kaldırmadı.
Tasavvuru “dost-düşman” ayırımı yapmadığı için, muhatabın kimliğini sorgulamadı.
Tasavvur, bir şeyin zihnimizde şekillendirilmesi, olmayan nesnelerin kafamızda, belleğimizde olabilecekleri biçimiyle resmedilmesi, göz önüne getirilmesi, tasarlanmasıdır. Tasavvur, olayların insan zihnine düşen gölgesidir. Tasavvur bilgiye ulaşmadaki ilk adımdır, bir bakış açısıdır. Tasavvur, varlığı ve olayları anlamlı kılan bir hikmet penceresidir.
Bu kıssadan alınacak pek çok hisse vardır. Ülkemizin ve milletimizin içine düştüğü maddi ve manevi, iç ve dış bütün problemler karşısında muhataplarımız vardır. Bu muhatapların gücü ve kudretleri hususunda tasavvurumuzu doğru kurarsak, karşımızdakilerin büyük olmadıklarını görürüz.
Şu anda kendi gücümüzü zaten biliyoruz. Fakat düşmanlarımızın güç, durum ve konumları hakkında yapmamız gereken tek bir şey vardır: yalan, abartma ve yanıltmalarını sorgulamak. Yani en baştan tasavvurumuzu doğru kurmalıyız.
Dolayısıyla, açılımdan Kıbrıs’a, BOP’den AB’ne kadar karşımıza çıkan her konuda ilk yapacağımız şey;
“Yorganı kaldır!”
Diyerek, bize dayatılanları sorgulamak olmalıdır.
Yani; “Söylediğin doğru değil, beni kandırmaya çalışma!”
Böylece hem bize söylenenleri doğrulamış olacağız, hem de zihnimizdekileri düzelterek karşımızdakilerin ve kendimizin gücü ve pozisyonlarını doğru tasarlayacağız. Gerçeklere ulaşıldığında ise, artık geriye fazla iş kalmayacaktır.
Bakışı yamuk olan baktığını göremez
Arılarla sinekleri ayıramayanın bal yemeye hakkı yoktur.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Hayatın Yeniden İnşası (Mustafa İslamoğlu)