Orhan KAVUNCU
Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine girmesiyle, 1990 yılından başlayarak Rusya Federasyonunun düşüşe geçtiğini söylemek mümkündür. Birçok süper gücün olduğu gibi Rusya’nın da düşüşü aslında daha erken başlamış, ancak bunun belirgin emareleri 1990’la görülmeye başlamıştır.
Medvedev’in şu anda Türkiye’yi ziyaret ediyor olması vesilesiyle, Rusya Federasyonu yönetiminin doğru bulmadığımız bazı uygulamalarını dile getirmenin vaktidir. Türkiye’yi temsil ve idare eden zevatın da bunları Medvedev’e lisan-ı münasiple söyleyeceğini ümit ederiz.
Rusya Federasyonu Putin’in işbaşına gelmesinden sonra 22 özerk cumhuriyeti ülkenin oblastları (vilayetleri) ve özerk statüye sahip şehirleriyle aynı idari birim olarak tanımlayan bir mevzuat düzenlemiştir. Buna göre Rusya Federasyonu 85 idari bölgeden oluşmaktadır. Tataristan, Çuvaşistan, Başkurdistan gibi bazı Özerk Cumhuriyetlerin Parlamentolarının 1990–1992 arasında ilân ettiği ve bir kısmının halk oylamasına götürdüğü bağımsızlıklar rafa kaldırılmış olmaktadır.
Moskova, 2008 yılında, Gürcistan savaşının hemen öncesinde özerk cumhuriyetlerin parlamentolarını, seçimle belirlenen üyelerden oluşan bir yasama organı yerine, Moskova’dan atanan bir heyete dönüştürmüş, bu cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarını da halkın veya parlamentonun seçmesi yerine Kremlin’den atama kararını hayata geçirmiştir. Özerk cumhuriyet idarecilerinin bu kararlara gösterdiği tepkiler, çıkan Gürcistan savaşının gürültüsü yüzünden, duyulmamıştır.
Bu totaliter idari uygulamalar yanında, kültür ve eğitim alanında da yerel halkın dilini ve kültürünü yok etmeye yönelik uygulamalar da hayata geçirilmiştir. Şu anda Kremlin’deki anlayış, ülkede Rus dili, alfabesi ve kültürü dışındakilere hayat hakkı tanımamaktadır. Ve daha beteri, bu baskılara itiraz eden, tenkit eden, muhalefet eden herkes FSB tarafından sorguya çekilmekte, düşünceyi ifade özgürlüğü engellenmektedir. Şu anda tatar ve Başkurt gençlerinden, yazarlarından birçok insan hapiste veya göz hapsindedir.
Bütün bunlar, Rusya Federasyonu’nu yöneten zihniyetin, etnik gruplara Sovyet Anayasasındaki hakları dahi çok gördüğü anlamına gelmektedir. Ancak bu totaliter uygulamalar Rusya Federasyonu’nun akıbetini değiştirmeyecektir. 1990’a gelirken Sovyet peyklerinde ve 15 Sovyet Cumhuriyetinde bu totaliter anlayış geri tepti. Rus tanklarının 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya, 1986 Kazakistan ve 1990 Azerbaycan başkentlerini çiğnemeleri Sovyetlerin ve doğu bloğunun akıbetini değiştirmedi. Bugünkü baskılar da aynı şekilde Tatar, Başkurt, Hakas, Tuva, Çuvaş, Mezgit, Altay, Mari, Saka kardeşlerimizin kurtuluşunu engelleyemeyecektir.
Yeltsin’in 31 Aralık 1999’da istifasıyla boşalan devlet başkanlığı görevini önce vekâleten, sonra da seçilerek asaleten üstlenen Vladimir Putin, Rusya’nı düşüşünü aldığı sert tedbirler ve petrol fiyatlarındaki ani yükseliş sayesinde durdurmuş olsa da, Rusya’nın gerileme süreci bitmiş değildir. Putin ve halefi Medvedev dönemi Rusya için en fazla bir “Köprülüler Dönemi” olabilir.
Baskılar devam ederse Rusya’nın mukadder akıbeti çok daha hızlı ve çok daha hasarlı gerçekleşecektir. Bunun yerine Rusya Federasyonu idarecilerine telkin edilmesi gereken, etnik gruplara siyasi ve kültürel haklarını vermeleridir. Ancak bu takdirde Rusya, Avrasya bölgesinde kendisine yönelik düşmanlıklardan emin olacaktır. Türkiye ile Rusya arasında imzalanması beklenen Ortak Strateji Yüksek Konseyi, Rusya’yı, Federasyon bünyesindeki, yukarıda özetlediğimiz fütursuz uygulamalara devam hususunda teşvik edici değil, caydırıcı bir rol üslenmelidir.