Allah rızası için bu yazımı sonuna kadar okuyun. Okumazsanız Sizi Cenab-ı Allah’a havale ediyorum…
Sayın Gülerce, sizin, “Hükümet Sıkıyönetime Zorlanamaz” ve Ahmet Tezcan’ın, “Açık Konuş Beyefendi Bu İş Kaça Biter” başlıklı yazılarınızı okudum ve açıkça söylüyor ve yazıyorum ki iğrendim. İkinize de ve tabii ki gazetenize yazıklar olsun.
İşinize geldiği zaman “Demokrasi” havarisi kesileceksiniz, işinize gelmediği zaman demokratik hakkını kullanmaya kalkanlara yapmadığınız hakaret kalmayacak. Hani halk arasında bir söz vardır; “İslam’ın şartı beştir, altıncısı da haddini bilmektir” diye… Siz biraz palazlanınca dini imanı unuttunuz ona buna hakaret etmeyi, iftira atmayı sanat haline getirdiniz. Gazeteniz ve televizyonunuz adeta lağım çukuruna döndü, dedikodu gazetelerini geçtiniz de gıybet bataklığında yüzmeye çalışıyorsunuz.
İşin başlarında size ve hareketinize şöyle veya böyle destek olmuştum. Oğlum, “Işık evler” dediğiniz evlerde kaldı. Bir gün kaldıkları eve eşya götürmek için Ankara’dan çıkıp eşimle birlikte İstanbul’a varmıştık. Baktık ki kapılarının önünde 7 Zaman Gazetesi. Evde 7 öğrenci kalıyor, 7’si de aynı gazeteye abone… İşte o zaman bende şafak attı ve insanları nasıl sömürdüğünüzü anladım. Belki istisnadır diye ümit ediyordum, tetkiklerim sonucu öyle olmadığını anladım. Başka evlerde de aynı durum söz konusu idi. Sonra bu iş ayyuka çıkınca belki vazgeçildi ama işin özü değişmedi. Belk aynı eve 6 – 7 gazete girmedi ama aileler, tanıdıklar abone ettirilmeye başlandı. Yani yine örenciler ve aileleri sömürülüyordu. Mesela bizler kendimiz abone olmadığımız halde bakıyoruz, kapımızda Sızıntı Dergisi ya da Zaman Gazetesi vs. Getiren dağıtıcıya ya da büroya söylüyoruz, “Siz abonesiniz” diyorlar. Evet, isteğimiz dışında aboneyiz, bizzat parasını vermediğimiz halde oğlumuz, kızımız tarafından abone edilmişiz. Yani, parasını yine biz veriyoruz. Bunları inkâr edemezsiniz, çünkü yaşadık. Bu uygulama halen belki başka numaralarla devam ediyor. Görünüşte aboneniz çok… Ama sabahları, hatta öğleleri, hatta akşamüstleri apartmanların posta kutularında hala Zaman Gazetesi duruyor. Kendi rızası ile isteyerek abone olan kişi sabah ilk olarak gazete gelmiş mi gelmemiş mi diye bakar. Zoraki olunca da işte böyle, “adam sen de” der geçer…
Şimdi gelelim sadede…
Devlet kadrolarından pay alıyoruz, her yere, her kuruma yerleşiyoruz diye bazı şeyleri görmezden gelemez ve sineye çekemezsiniz…
Bana söyler misiniz Sayın Gülerce, siz Milli Mücadele Birliği’ne ne amaçla girmiştiniz? Adı üstünde işte, devletin ve milletin bütünlüğü için değil mi? Peki, “Türkiye’de 36 etnik grup var” diye bas bas bağırıp duran bir siyasi lider Allah lillah aşkına hangi birliği sağlayacak? İşte meyvelerini görüyoruz; uyuyan yılan uyandırıldı, delinin aklına taş getirildi, ok yaydan çıktı, macun tüpten taştı… Ne derseniz deyiniz.. Canımdan çok sevdiğim Kürt kökenli arkadaşlarım, dostlarım vardı. İş yaptıracağım zaman onlara yaptırıyordum. İyi idiler, dürüsttüler. Yine öyleler ama araya fitne sokuldu, siz de yazılarınızla, yayınlarınızla buna çanak tuttunuz. Şimdi mesafeli duruyorlar, haliyle bu durum bana da yansıyor.
Siz şu “açılım” denen herzenin sadra şifa olacağına gerçekten inanıyorsanız, kusura bakmayın bunca ömrü boşa geçirmiş, bu kadar mürekkebi boşa yalamışsınız, PKK’nın niyetini anlayamamış, ABD’nin, AB’nin düşüncelerini, planlarını okuyamamışsınız. Şimdiye kadar Kürt asıllı vatandaşlarımız milletvekili mi olamadılar, Bakan, Meclis Başkanı, hatta Cumhurbaşkanı mı olamadılar? Bürokraside en hassas yerlerde Kürt, Çerkez, Gürcü asıllı kardeşlerimiz yok mu? İşte, kan içicileri törenlerle Habur’dan içeri aldık, devletin hâkimini, savcısını, üst düzey bürokratlarını ayaklarına yolladık. Üstelik adamlar taviz vermediler. Üniformalarıyla geldiler, yetkililerimiz aldırmadı, sizlerden ses çıkmadı. “Biz Apo’nun emriyle geldik” dediler, kılınız kıpırdamadı. “Etkin Pişmanlık Yasası”ndan faydalanmanın şartları vardı, hiçbirini yerine getirmediler, “Bu nasıl iş?” diye sormadınız. “Teröre bulaşmadılar” safsatası uyduruldu, görmezden geldiniz. Teröre bulaşmadılarsa dağda işleri neydi? Hangi silahlarla hangi masum insanların ve Mehmetçiklerin canlarına kıydıklarını ya da kıymadıklarını bilen var mı? Hiçbir şey yapmadılarsa yardım ve yataklık da mı yapmadılar? Bunları nasıl görmezden gelir, nasıl sineye çekebilirsiniz?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi MHP’nin yapacağı “Bin Yıllık Kardeşliği Yaşamak ve Yaşatmak” konulu mitinge katılınmamasını istiyor, üstüne üstlük aba altından sopa göstererek “Hükümet Sıkıyönetime Zorlanamaz” diyorsunuz. Muhabirleriniz, yazarlarınız, kameramanlarınız İnşallah 13 Aralık’ta Ankara’da yapılan mitinge katılmışlardır da objektif ve sansürsüz olarak verirler, verdirirsiniz. Çünkü bu konuda sicilli olduğunuzu, burada isimlerini vermek istemediğim, sizin ve camianızın yakından tanıdığı iki muhterem zattan dolayı biliyorum ve diyorum ki; Keşke siz de mitinge katılsaydınız da Devlet Bey’deki o ciddi devlet adamlığını bir de yakından görüp toplantıya katılan on binleri sükûnete davet edişini dinledikten sonra “Yahu biz ne yapıyoruz?” diye kendinizle hesaplaşsaydınız! Ben katıldım ve konuşmayı dinledikten sonra, yukarıda aramızda mesafeler oluşmaya başladığını söylediğim Kürt asıllı dostlarımla gidip kucaklaşmak istedim. Sizin gibi ağırbaşlı ve mutedil zannettiğimiz birine şu cümleler yakışıyor mu Sayın Gülerce? Allah aşkına yazdıklarınıza inanıyor musunuz? Böyle iftiralar, böyle suizanlar bir Müslüman’a yakışır mı? “Zan’dan çokça sakının Zira zannın bir kısmı haramdır” diyen ilahi hükmü size ben öğretecek değilim. Öyleyse yazınızdaki şu cümleler ne?
"Cumhuriyet mitingleri, bu defa MHP'ye mi ihale ediliyor?" sorusu kaçınılmaz oluyor. Benim tahminim, MHP'nin pazar günkü mitingine en büyük desteği CHP örgütleri ve ulusalcı kesimler verecektir.
İçinden geçtiğimiz sıkıntılı günlerde, MHP yöneticilerini ciddi bir sınav bekliyor....”
Aman Allahım! Bu MHP’lilerin ne bitmez tükenmez sınavları varmış böyle? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Başörtüsü konusunda, işte şimdi gündemde olan Katsayı konusunda her türlü sınavı verdi, veriyor. Devletin ve milletin yararına olan her işte üzerine düşeni yapıyor ve tabir yerinde ise mum gibi eriyor ama yine de “Müslümanız” diye geçinenlere yaranamıyor. Bu kesimler solcularla, tescilli komünistlerle, Hristiyan ve Yahudilerle, hatta ve hatta ateistlerle işbirliği yaparken, onlara köşeler verip diyalog toplantılarında konuştururken sınav yok ama MHP’lilerin, ülkücülerin her adımlarında sınav var. Olmalı, olacak tabii. Ama bir de önünüze baksanız, biraz da kendi bahçenizi gözden geçirseniz. Devekuşu misali kuma soktuğunuz başlarınızı çıkarıp etrafınızı kolaçan etseniz, at gözlüklerinizi çıkarıp haksız kazanç elde eden “Müslüman”lara ve cemaat mensuplarınıza da şöyle bir dokunsanız diyorum ama nerde ve kimlere söylüyorum? Varsa yoksa vur abalıya!
İşte Tandoğan mitingi yapıldı, Ne CHP’li vardı, ne de ulusalcı. Ne bir cam kırıldı ne çerçeve indirildi, ne kaldırım taşı söküldü, ne de esnaf perişan oldu. Akıllı uslu, vakarlı, örnek bir miting düzenlendi. Ama siz daha mitingden bir iki gün önce öyle suizanlarda bulunma cür’etini gösterdiğinize göre mutlaka o koca meydana sığmayıp bulvarlara, sokaklara taşan kalabalık arasından da hayallerinize göre tespitler yapıp kurgulayabilirsiniz. Öyle ya, elinizde kaleminiz, ne yazsanız yayınlayacak gazeteniz ve ne söylerseniz yansıtacak televizyonunuz var. Yazık, yazık, yazık… Cenab-ı Allah İnşallah bu suizanlarınızın hesabını soracaktır.
Gelelim Ahmet Tezcan’ın yazısına…
Bir yazar bu kadar küçülemez, böyle hayalperest, böyle iftiracı olamaz ve böyle kin kusamaz: “Açık konuş beyefendi, en son kaça biter bu iş?” Yazık, çok yazık. Sonra yazdıklarına bakın hele… Bir şehit babasının, “Bitsin artık bu manasız savaş…” demesinden yola çıkarak lafı nereye getiriyor:
“…Fakat karşınıza çıka çıka, partisinin liderliğini, seçimde aldığı oyların cami avlularına konulan şehit tabutlarının sayısıyla doğru orantılı olmasına borçlu bulunan zatın merhamete set kuran çehresi ve haykırışı çıkıyor:
"Bu şartlar altında demokratik açılımdan söz etmek ihanettir!"
İşte o zaman kainatın tepesinden arzın en alt çukuruna muazzam bir hızla düştüğünüzü hissediyorsunuz.
Ve bağırmak istiyorsunuz:
İstediğiniz nedir? Açık söyleyin!
Düzde kaç asker ölürse siz tek başınıza iktidar olabilirsiniz?
Dağda kaç Kalaşnikoflu öldürülürse şu bölünmez vatanın gidemediğiniz bölgelerinden size oy gelir?
Güneydoğu meselesi kaç köy yakılırsa, kaç şehir boşaltılırsa, kaç aile sürgün edilirse çözüme ulaşır?
Bugüne dek 400 milyar dolar harcanmış, şehit babasının "mânâ" bulamadığı ve bulması da imkânsız görünen bu vur-kır, hır-gür için. Daha kaç milyar dolar harcanması gerekiyor söyleyin?
Cami avlusundaki her şehit ailesinin üstü başı biraz daha dökülürken, sofrasındaki ekmek, kâsesindeki yemek biraz daha azalırken birileri besleniyor bu paradan.
Birileri servetine servet katıyor.. Birileri çöpleniyor... Birileri ziftleniyor...
Birileri tabut önünde "Allahü Ekber" derken, o sabah masasına konulan son anket sonuçlarındaki oy artış oranını düşünüyor...
Bir yanda dilinde "Bitsin artık bu mânâsız savaş!" feryadı, elinde oğlunun şehadet beratı ile yüreği yangın yeri bir baba...
Öbür yanda, onun elindeki şehitlik belgesini oy pusulası olarak gören politikacı...
Cami avlularını miting alanı, al bayraklı şehit tabutlarını oy sandığına çeviren bir zihniyet!
Şehit cenazelerindeki artış ile hangi partilerin oy artışı paralellik arz ediyorsa orada yaşar bu zihniyet!
Ve yine sadece bu ülkenin siyaset meydanında görülebilir işte bu kahredici manzara!
Oy anam oy!”
Oy ki ne oy!... Buna benzer bir cümleyi ne yazık ki Başbakan da kullanmıştı. Ahmet Tezcan sanırım bir ara Başbakan’ın Basın Danışmanı idi. Oradan etkilenmiş olmalı ki bu cümlelerle kin kusuyor.
İşte suizannın daniskası… Ahmet Tezcan “Gazeteciyim” diye geçiniyor, siz de O’nun amiri, ağabeyi konumundasınız Sayın Gülerce… Devlet Bey’i hangi şehit cenazesinde şov yaparken görmüş. Adamcağız, istismar edilir diye törenlere bile katılmıyor. Teşkilatlarına verdiği bunca talimatı ne çabuk unutuyorsunuz? Ülkücüler ya da MHP teşkilatları hangi şehit cenazesinde taşkınlık yaptılar? “Ağzı olan konuşuyo” hesabı, gazetede bir köşesi olan her türlü iftirayı atıp her türlü suizannı yapma hakkını nereden buluyor? Siz Allah’tan korkmuyor musunuz? Bugün gazetemiz, televizyonumuz, sermayemiz var, devlette kadrolaştık da.. diye böbürlenmeyin. Sizden büyük Allah var ve elbette hesap günü gelecektir. “Vallahü Aziz’ün züntikam!” Allah intikam alıcıların en Aziz’i, en büyüğüdür, bunu unutmayın. Allah unutmaz ve kul hakkı yiyenleri affetmez.
Kendi kendinizi hesaba çekmeniz, elinizi vicdanınıza koyarak yeniden ve baştan bir değerlendirme yapmanız dileğiyle.
13 Aralık 2009