İkinci Dünya Savaşından sonra bir yanda kapitalist sistemin önderi Amerika, diğer tarafta sosyalist sistemin önderi Sovyetler Birliği ile iki kutuplu bir dünya ortaya çıkmış, bu iki kutup arasındaki soğuk savaşa rağmen bir denge sağlanmıştı. 1990'ların ardından Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla denge bozularak tek merkezli Amerikan hâkimiyetli bir dünya ortaya çıktı. Ne var ki; Amerika bu tek merkez olma gücünün gereğini yerine getiremedi ve ağırlığını taşıyamadı.
Kapitalizmin yeni krizi, 1929 krizini anımsatan bir buhran şeklinde geldi. Esasen krizin sinyalleri iki yılı yakın bir zamandan beri hissediliyordu. Fakat sonuca yönelik çözümler yerine günü kurtarma planları yapılarak genel sistemin devam ettirilmesi hesapları yapılıyordu. Bugün de dev kurtarma ve devletleştirme politikalarıyla buhranın atlatılması için çabalar sarf edilmektedir. Esasen bu gelişmeler tek merkezli dünyanın, 20 yıl bile sürmeden sonunun gelmesinin işaretiydi. Şimdi çok uluslu bir dünya şekilleniyor. Dünya düzeni denilen olgunun değişmesine şahit olduğumuz bugünlerden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikârdır. Yeni siyasi konjonktür, finansal sistem ve dünya düzeni temelden değişecektir. Bu gelişmeler sonucunda artık kabul edelim ki derin bir eksen kayması söz konusu olacaktır.
Ortaya çıkan buhranın çıkış sebebini ve sistemin işleyişini inceleyecek olursak, krizin temelinde ABD’nin ve AB ülkelerinin olduğunu görürüz. Gerçekte var olmayan varlıklar üzerinden borçlanma, aşırı tüketim harcamaları, sadece kar amaçlı çalışılması, ferdin bütün sıfatlarından arındırılarak sadece tüketici olarak görülmesi, ahlaki eksiliklerden doğan suiistimaller, devletin sistemin dışına itilerek müdahil olmasının önlenmesi, sistemin sonunu getirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra gittikçe yaygınlaşan, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ise popüler hale gelen küreselleşme olgusu geliştikçe dünyada büyük krizlere olan eğilim artırmıştır. Gelişmeler, Küreselleşme ile kapitalizmin, ulus ötesi bir konuma gelmesiyle başlayarak, çok uluslu şirketlerin kar ve üretimlerini dünya geneline yaymasıyla devam etmiş ve finans piyasaları arasındaki sınırlar bu gelişmeler sonucunda kalkmıştır. Bu yüzdendir ki ABD’de başlayan bu kriz dalga dalga bütün dünyaya yayılmıştır. Küreselleşme olgusunda ulusallık ortadan kalkmaktadır. Ekonomide sağlıklı bir yapının kurulması için müdahale etmesi gereken devlet devre dışında kalınca keşmekeş bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Çokuluslu şirketlerin etkin olduğu bir dönemde devletlerin tek başlarına iç denetimi bile yapabilmesi mümkün değildir. Çünkü şirketlerin merkezleri ve kayıtları bütün dünyaya yayılmış durumdadır.
Bütün bu yaşanan olayların ve Amerika'nın taşıyamadığı ağırlıkla, bir biri ardına yaptığı hataların, bugün çok merkezli yeni bir dünyayı gündeme getirdiğini ifade etmiştik. Bu dünyada Amerika muhtemelen yine önemli merkezlerden biri olma özelliğini koruyacak. Belli bir süre içersinde içine düştüğü krizden kurtulacak, yeni denetim sistemleriyle kendisine çekidüzen verecek, kapitalizmini içine düştüğü hatalardan arındıracaktır. Amerika’nın bunu başardığı ve dünya nimetlerine sahip olma aç gözlülüğünden kurtulduğu ölçüde yerini sağlamlaştıran, saygınlığı artan bir merkez olması söz konusu ise de, finans piyasalarının merkezini değiştirmesi kaçınılmaz olacaktır. Yeni merkezler ve güçler sahneye çıkacaktır. Muhtemel güçler Avrupa,Rusya, Çin ve Hindistan olacaktır.
Avrupa Birliği önemli arayışları olan, sorunlarını hallettikçe, yeni katılımları engel değil, katkı sağlayıcı konuma getirdikçe, birikimlerini üretimle birleştirdikçe, büyük bir güç olarak önemli bir merkez olma özelliğini koruyacaktır. Avrupalı liderler Birliği küresel bir zemine oturtmak için çaba harcıyorlar. Fakat krizden sonra nasıl bir pozisyon alacakları belli olmasa da, ortak bir karar alamayacaklarını ortaya koydular. İrlanda birlikten bağımsız olarak sınırsız mevduat garantisi sağlayarak yolu açtı, ardından Almanya ve Fransa da Birlik kararı beklemeden mevduat garantisi getirdiler. Bu durum birliğin karar alma ve uygulatma kapasitesi hakkında bize bir fikir vermektedir.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra liberalleşme eğilimine giren, ancak piyasa ekonomisinin kurallarını benimsemekte zorlanan, 1997 yılında önemli bir kriz yaşayan, borç ödememe kararı alan Rusya, petrol fiyatlarının 100 doların çok üzerine çıkması ile büyük bir toparlanma içerisine girdi. Sovyetler Birliği döneminde kontrolü altında olan ve şimdi bağımsız olan ülkelerle ilişkilerini düzelterek tekrar eski saygınlığını kazandı. Geçtiğimiz aylarda Kuzey Osetya’daki gelişmeleri bahane ederek Gürcistan’ı işgal etmesi, küresel krizde batma noktasına gelen ve küçük bir devlet olan İzlanda’yı Avrupa ve Amerika kurtarmayı düşünmezken, Rusya’nın yardım etmesi kabul etmek gerekir ki güç mücadelesinde önemli bir adımdır. Yani Rusya, Gürcistan'a saldırarak ekonomik bağımlılık nedeniyle Batı'ya boyun bükme döneminin bittiğini, eski Rusya'nın geri geldiğini bütün dünyaya ilan etti. Ayrıca Rusya, önemli bir merkez olma özelliğini enerji kaynaklarına sahip olma avantajıyla elde etmiş bulunuyor.
Birçok dünya devi uluslar arası şirketin üretim merkezi halini alan ve uzun bir süreden beri ucuz üretimiyle, sürekli olarak yüzde 10 üzerinde büyüme gösteren, dünyanın en yüksek nüfusuna sahip iki ülkeden biri olan Çin, yeni dönemin merkezi olma özelliğine sahip oldu. Üretim ve alım hacmi ile dünya pazarlarını büyük ölçüde etkilemektedir. Üretimi için hangi hammaddeyi satın almasını artırsa, o hammaddede dünya fiyat dengesini bozuyor. Üretimini artırdığı mallarda ise o malla ilgili piyasa fiyatlarını düşürüyor. Navlun fiyatlarını büyük ölçüde etkiliyor. Bu yapısıyla da önemli merkez olmanın yanı sıra giderek öneminin artacağı gerçeğine de inançları artırıyor.
Keza Hindistan son yıllarda yakaladığı performansla çok kutuplu dünyanın önemli bir üyesi olmaya namzet. Uzay teknolojisine sahip olduğunu göstermesi ve yakaladığı büyük büyüme oranı, istikrarlı ekonomisi, sahip olduğu yüksek nüfus ve yetişmiş insan gücü çok merkezli dünyanın üyesi olmaya namzet en önemli ülke konumundadır.
Bu ayın başında Brezilya’nın Sao Paulo toplantısında yükselen ekonomilere daha çok söz tanınması konusunda büyük ölçüde uzlaşma sağlandı Artık yeni yapılanma modelleri konuşuluyor. Esas olan G-20 ‘nin yeniden yapılandırılması gündemde. G-20’nin hem Türkiye’nin hem gelişmekte olan diğer ülkelerin siyasal ve ekonomik düzenlemede söz sahibi olmaları açısından önemli. Zira bu dünya barışına önemli katkıda bulunacak bir gelişmedir. Artık herkes tarafından da kabul edilmekte olan husus, dinamik halden kaotik hale gelen dünya ekonomik sisteminin yeniden bir yapılanmaya ihtiyacı bulunmaktadır.
Sonuç olarak, gelişmeler bugün çok merkezli ve çok kutuplu yeni bir dünyayı gündeme getiriyor. Ancak hemen belirtelim ki; bu dünyada Amerika yine önemli merkezlerden biri olma özelliğini koruyacaktır. Kabul edelim ki; Amerika, Araştırma+geliştirme alanında uzak mesafe önde. Hala teknoloji üretiminde lider, hala eşi benzeri olmayan üniversiteleri ile dünyanın en nitelikli insan kaynağını üretiyor.
Sözün kısası; Breetten Woods’tan beri iki merkezli, Sovyetlerin dağılmasından sonra tek merkezli bir dünya düzeni ile karşı karşıyayız. Ancak bundan sonra Amerika siyasi ve ekonomik alanlarda tek başına hüküm verme yetkisini paylaşmak zorunda; ama dünyanın diğer yükselen güçleri, onu askeri ve bilim alanında yakalamaya şimdilik muktedir değiller. Bu gerçeğin örtmemesi gereken bir başka gerçek ise, ekonomik ağırlığın Batı'dan Doğu'ya doğru kaymakta oluşudur.