2008 yılının sonundan başlamak üzere de Dünya Ekonomisi 1929 yılındaki Büyük Buhran’dan sonra en derin ekonomik krizi yaşamaktadır. Tetikleyen unsurlar konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, mevcut küresel krizin büyüme oranı, işsizlik, dış ticaret, finansman koşulları ve fiyat istikrarı gibi temel reel ve nominal göstergeler üzerinde kalıcı yansımaları olacağı konusunda genel bir fikir birliği bulunmaktadır. Küresel ekonomi son 50 yılın en şiddetli mali ve ekonomik krizini yaşarken, bunun çalışma hayatını, istihdam ve işsizlik düzeylerini ve dolayısıyla milyonlarca çalışanı ve ailelerini etkilememesi elbette beklenemezdi. Özellikle 2008 yılının ortalarından itibaren birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede yaşanan ciddi üretim düşüşleri beraberinde önemli istihdam azalışları ve işsizlik artışları da getirmiş bulunuyor.
2007 yılında son 25 yılın en düşük düzeyi olan %5,6’ya inmiş bulunan OECD ülkeleri ortalama işsizlik oranı, 2009 Haziranında savaş sonrası dönemin en yüksek düzeyi olan %8,3’e tırmanmıştır. Bu, işsizler cephesinde 15 milyonluk bir “artış” anlamına gelmektedir. AB üyesi ülkelerde de işgücü piyasaları 2008’in ikinci yarısından itibaren önemli ölçüde zayıflamaya başlamış, durum 2009’un ilk yarısında daha da kötüleşmiştir. Bu arada işsizlik oranının 2 puandan fazla artış gösterdiği dikkati çekmektedir. AB genelinde önümüzdeki dönemlerde durumun daha da kötüleşeceği tahmin edilmektedir
OECD tahminlerine göre, dünya çapında kısa vadeli istihdam görünümü olumsuzdur. Projeksiyonlara göre, 2010’un birinci yarısından itibaren üretim artışı yaşanabileceği belirtilirken, iş yaratma kapasitesinin çok düşük olacağı ve sonuçta işsizliğin 2010 yılı boyunca da artmaya devam ederek, yılın ikinci yarısında dünya çapında 57 Milyon işsizle, %10’luk yeni bir savaş sonrası zirveye ulaşacağı beklenmektedir. Üstelik en büyük tehlike olarak, uzun süreli işsizliğin giderek artarak işsizliğin yapısal nitelik kazanacağı tahmin edilmektedir. Bu bakımdan dünya çapında hükümetler, kalıcı ve yüksek işsizlik riskiyle mücadelede acil ekonomik önlemlerin yanı sıra işgücü piyasası tedbirleri almakta ve sosyal politikalarını gözden geçirmektedirler. Son dönemde, ülkeler tarafından toplam talebi desteklemek için yürürlüğe konulan mali teşvik paketlerinin çoğu krizin toplum üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmeye yönelik kapsamlı tedbirler de içermektedir.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık 85 yıllık sürede (1923–2008), Türkiye giderek sıklaşan ve şiddeti artan ekonomik krizlere sahne oldu. Krizlerin en şiddetlisi, devraldığı ciddi sorunlarla yüklü mirası çok daha ağırlaştıran gelişmeler ve politikalarla süren, 2007’den bu yana yaşadığımız bunalım oldu; bunun nasıl ve hangi sürede atlatılabileceği şimdilik ucu açık bir soru niteliği taşıyor.
Son bir yıllık dönemde Türkiye’de 1 milyon 22 bin kişi çalışanlara ve iş arayanlara katılmış; ayrıca 162 bin kişi de çeşitli nedenlerle işgücü piyasasının dışında kalanlar arasından ayrılarak işgücü piyasasına dâhil olmuştur. Böylece işgücündeki artış, nüfus artısının üzerine çıkmış; çalışma çağındaki nüfus 860 bin kişi artarken, işgücü artısı yukarıda da ifade edildiğimiz gibi, 1 milyon 22 bin kişiyi bulmuştur. İssizlik oranı bir önceki yılın aynı ayına göre Türkiye’de 2,7 puan artarken, Dünya’da 0,6 puan, Gelişmiş Ülkelerde 2,4 puan; Gelişmekte Olan Ülkelerde 0,2 puan yükselmiştir. Ülkemiz işsizlik artışında ülke gruplarını ve dünya ortalamasını geride bırakmıştır.
Türkiye krize maalesef en geç müdahale eden ülke olmuştur. Bunun en önemli bedeli yüksek işsizlik oranıdır. Halen de krize karşı tutarlı bir makro ekonomi politikası oluşturamamıştır. Bunun temel nedeni ise kriz öncesi ekonomide var olan yapısal sorunları çözmemiş olmasıdır. Nitekim Türkiye ekonomisi 2002 sonrası ortalama olarak yüzde 6 büyürken bile işsizlik oranını yüzde 10’un altına çekememiş, tasarruf oranını artıramamıştır. Türkiye’de kriz sonrası işsizlik oranı hızla artmış ve ekim 2009 itibari ile yüzde 13,0 ve işsiz sayısı 3.299 milyon kişi olmuştur. Kentsel alanda işsizlik oranı yüzde 16,5 olurken, kırsal alanda yüzde 8,2’dur. Kriz sürecinde işsizlerin; yüzde 69,6 sı erkektir. Erkeklerde %12,7 olan işsizlik oranı, kadınlarda %14’e, genç nüfusta ise %24’e yükselmektedir. Kentlerde genç işsizlik oranı %26,6’ya varmıştır. Artık kentlerde neredeyse her dört gençten biri işsizdir. Eğitim durumuna göre bakıldığında Ocak-Ekim 2009 döneminde de bir önceki yılda olduğu gibi işsizliğin en yoğun şekilde lise ve dengi yüksek okul mezunları grubunda yaşandığı görülmektedir. Öte yandan, söz konusu grubun işsizlik oranı gecen yıl aynı döneme göre 4,4 puan artmıştır. İşsizlere iş arama sureleri itibariyle bakıldığında, 5 ay ve daha kısa süreden beri iş arayan işsizlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. 5 ay ve daha kısa süreden beri iş arayanların toplam işsizler içindeki payı, Ekim 2009 itibariyle %55,1’dir. Öte yandan,1 yıl ve daha uzun süredir iş arayanların işsizler içindeki payı artmıştır.
Yeni yüzyılda ülkelerin aşmakta zorlandığı iktisadi ve aynı zamanda sosyal sorun işsizliktir. İşsizlik olgusu, yaşanılan kriz ölçeğinde düşünüldüğünde, sorunun küresel olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar küreselleşme işgücü hareketliliğini sağlamamış ise de mal ve sermaye hareketlerinin serbest olması bir anlamda işgücünü yerinde küreselleştirmektedir.
Ekonomilerin üretim süreçlerindeki ana unsurlardan biri işgücü girdisi olduğundan, finansal krizin işgücüne katılım bakımından orta vadede etkisinin belirsiz olabileceği bildirilmektedir. Bir taraftan azalan istihdam imkânları iş arayanların cesaretini kırarken, öte yandan çalışan işçilerin işgücünden ayrılmalarına sebep olmaktadır. Bunun sonucunda, ekonomik kriz zamanlarında sık görülen bir durum olarak, özellikle ailedeki gelir kaybını kapatmak amacıyla, ülkemizde kadınlarda olduğu gibi, ikincil gelir kazanıcılar işgücü piyasasına girmektedir.
Krizin işgücünün sektörler arasında yeniden konumlandırılmalara sebep olması beklenmektedir. Bu durum orta vadede friksiyonel işsizliğin artmasına sebep olacaktır. Ancak daha önemlisi, katı çalışma mevzuatı, yüksek kıdem tazminatı gibi işgücü piyasası uygulamaları varlığını sürdürüp, iş bulmanın önünde engel oluşturmaya devam ederse, yapısal işsizlikte büyük artışlar olacaktır.
Veriler Türkiye’deki işsizlik sendromunun gelişmekte olan ülkelere göre daha sancılı bicimde seyrettiğini belirtmektedir. Türkiye ekonomisinin hızla toparlanarak işsizliği de azaltması, sanayimizin küresel rekabet gücüne bağlıdır. Oysa IMF Word Economic Outlook Ekim 2009 tahminlerine göre 2010 yılında Türkiye %3,7 oranında büyürken, gelişmekte olan Asya ülkeleri ortalama %7,3 oranında, yani Türkiye’nin yaklaşık iki katı hızla büyüyeceklerdir. Aynı kaynağa göre 2011–2014 döneminde büyüme hızının Türkiye’de %3,6; Gelişmekte Olan Asya’da %8,4; “yükselen ekonomiler” genelinde %6,4; Latin Amerika’da %4; Orta ve Doğu Avrupa’da %4,1 ve Dünya genelinde %4,4 olacağı tahmin edilmektedir. Bu tahminleri boşa çıkarmak ve sanayinin üretimine, yatırımına, rekabet gücüne, dolayısıyla istihdama destek olmak zorunlu görülmektedir. Öncelikle 2010’da, 2009’daki şekliyle devamına karar verilen “kısa çalışma” uygulamasına yönelik yasal ve idari süreçlerin tamamlanması açısından hükümetimiz elini çabuk tutmalıdır. Ayrıca, sanayideki mevcut üretim ve istihdamı destekleyecek, maliyetleri düşürecek tedbirler devreye girmelidir. Bu konuda sosyal sigorta prim yükünün ve enerji üzerindeki vergilerin hafifletilmesi özellikle önem taşımaktadır.