Diplomasinin kendine özgü bir dili, bir inceliği olduğu herkesin malûmu. Hatta gerektiğinde çok şey söyleyip de hiçbir şey söylememenin bir diplomasi sanatı olduğu ve bunu başarabilen dışişleri mensuplarının başarılı diplomatlar olduğuna dair yaygın bir kanaat, aslında bir tevatür de var.
Adam her şeyi önceden planlamış: Diplomatik nezaket kurallarına aykırı olarak büyükelçimizle yapacağı görüşme (aslında uyarı) için özel düzenlenmiş bir oda seçiyor; basın mensuplarını çağırıyor, vaktinde randevuya gelen büyükelçimizi kapıda birkaç dakika bekletiyor, sonra odaya aldığı bizim sefir-i kebîrin oturacağı koltuktan kasten daha yüksek olarak yerleştirilmiş bir koltuğa oturuyor; tüm bunlara rağmen işi garantiye almak ya da matbuatın oradaki mensuplarının cahil olduklarını düşündüğü için, “dikkat edin ha! bakın ben 5 santim daha yüksekteyim; masada Türk bayrağı da yok, üstelik kapıda da birkaç dakka beklettim; Türkiye’ye ve tabii tüm dünyaya mesajımızı veriyoruz, bunu atlamayın” tarzında ikazda da bulunarak mizanseni tamamlıyor.
Arkasından, hepimizin yine malumu olduğu üzere başta sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere devletimizin tepesinden gelen tepki ve tavır sonrası, biraz ayak diriyor ama; maksatlarına ulaşmış olduklarına kani olmuş olmalı ki, kendi iç dinamiklerinin; “ bu kadar yeter” kararı sonucunun da etkisiyle olsa gerek, bizim kamuoyuna takdim edildiği şekliyle “özür dilediği(!)” duyuruluyor.
“Özür diledi de ne dedi?”, derseniz; basınımızda yer alan bilgilere göre; bir sürü laf kalabalığı içerisinde, içinde özür kelimesi geçen “Girişimimin yapılış biçimi ve algılanışı nedeniyle özür dilerim” beyanıyla, diplomasi kaidelerine ve bizim yetkililere göre adam güya özür dilemiş oluyor.
Biz diplomat değiliz ve diplomasi dilinin o inceliklerine vakıf da değiliz ama; eğer adamın beyanının birebir tercümesi yukarıdaki ifade ise bu beyanda, beyanın içinde geçen özür kelimesinin dışında, anlam olarak özür nerede, fehmedemedik. Çünkü adamın sözünün anlamını biraz daha tafsil ettiğimizde şu sonuca ulaşıyoruz: Adam diyor ki; “Benim nezdimdeki size dair tavır ve duruşumu değiştirmiş değilim; yani öz itibariyle önceki dediklerimi aynen muhafaza ediyorum; sorun benim bunu ifade etme biçimim ve bundan daha da çok sizin bunu algılamanızdan kaynaklanmıştır.”
Buyrun! Şimdi bu özür dilemek mi oluyor yani?
Dürüst olalım; burada bir özür dileme yok aslında.
Peki ne var?
Ne olacak! Eskilerin deyimiyle “özrü kabahatinden büyük” durumu var burada.
“E peki daha ne yapacaktı; diplomasi için bu yeterli” denilebilir. Biz bunu bilemeyiz, ama bildiğimiz bir şey var ki; bu beyanda özür dileme falan yok.
Matbuatın belki de uzun yıllardan bu yana ilk defa ağız birliği ederek “özür dilendi” propagandası bu hakikati değiştirmiyor.