TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

HAİDER’İN ÖLÜMÜ VE YENİÇAĞ
Süleyman ERYİĞİT

Milliyetçilik nerede biter, ırkçılık nerede başlar? Veya aslında bu ikisi aynı tavrın iki yüzü mü?

Bu sorulara tüm kültürleri ve medeniyet tecrübelerini kapsayacak ve açıklayacak şekilde tek bir cevap vermek mümkün değil. Çünkü Dünya’da dünden bu güne bir tane milliyetçilik olmamış; ırkçılığa dönüşen milliyetçilikler sonuçları itibariyle hep aynı insanlık facialarıyla ortaya çıkmış ama, milliyetçilikler Doğu’da başka, Batı’da başka türlü arz-ı endam etmiş. Bir başka şekilde ifade edilirse; Batı’da milliyetçilikler hemen her zaman ırkçılığa tahvil olmuş; Türk ve Müslüman dünyada ise hiçbir zaman makuliyet sınırlarını tecavüz etmemiş. Böyle olduğu için Batılı tarihte görülen ırkçılık temelli katliamların hiç birisine Türk ve Müslüman Dünya’da rastlanmamıştır. Çünkü Türk ve Müslüman Dünya’nın sosyo-kültürel genlerindeki değerler ırkçılığa izin vermezler. Hassaten Türk kültürünü konuşacak olursak; geride bırakılan bilinen tarih devrelerinde en hareketli kavmin Türkler olduğunu; bunun sonucu olarak çok geniş bir coğrafyaya yayıldığını ve yine bunun sonucu olarak karşılaşılan farklılıkları yok eden değil kendi kültür dairesine kendi kültür kodlarına tahvil ederek; kendileştirerek alan bir zihniyete ve özgüvene sahip olduğunu söyleyebiliriz. Onun için “öteki” ve “ötekileştirme” kavramı Türkler için ancak ve sadece tehdit algılamaları esnasında söz konusu olmuştur. Bu dün Çinlilerle ilişkide de böyledir, yakın tarihteki Türk –Ermeni ilişkilerinde de böyledir. Dolayısıyla Türk milliyetçiliği bölen parçalayan, ötekileştiren değil; benimseyen, bütünleştiren; yani kendisini farklı görme eğilimindeki insanları benimseyerek bütünleştirmek isteyen( bazıları buna inkar ve imha siyaseti diyorlar), böylece maddi-manevi tüm değerlerini paylaşmak yoluyla adil ve kuvvetli bir toplum yaratma iradesi olarak ortaya çıkmıştır. Oysa Batı tecrübesi benzeşme ve benimsetme yoluyla bir millet üretmek yerine, yok ederek bir toplum yaratmanın adıdır. Nitekim bu tortudan kurtulamadığı için örneğin ABD’de WASP (white-anglosakson-protestan) olmak, ırkçılığın bir başka biçimde tazahürüdür. Ancak WASP olursanız başkanlığa kadar yükselebilirsiniz. Amerikan düşüncesinin bu illetten kurtulup kurtulamadığı, yaklaşık bir ay sonra yapılacak başkanlık seçiminde bir kere daha test edilecek, biz de Amerikan demokrasisi nin ve insan hakları anlayışının hangi tekamülü gösterdiğini bu vesileyle bir kere daha görmüş olacağız.

Avrupa ise başta Yahudi düşmanlığı olmak üzere ırkçı düşünce ve eylemlerin anavatanıdır. Tüm dünyaya ırkçı sapkınlıklar bu kıtadan ihraç edilmiştir. Bu öyle marazi psikolojik-zihni haldir ki, kültürel ve siyasal zihni yapısının temellerinde, eski Yunan, Roma, Rönesans, Reform ve Aydınlanma düşünceleri bulunmasına rağmen Avrupalı, bundan yetmiş yıl öncesinde sadece hastalıklarının kadim mağduru Yahudileri değil, birbirlerini de katletmişlerdir. AB projesi bu hastalıklı halden kurtulmak için düşünülmüş bir projedir aslında. Henüz on yıl önce Bosna’da yaşanan katliamlar, Avrupalının zihni kodlarında ırkçılığın ne kadar canlı olarak yaşadığının bir kanıtı olarak görülmelidir. Bu tecrübelerin sonucu olarak Avrupalı için tüm milliyetçilikler(esasen nasyonalizmler), ırkçılık olarak muamele görür ve yine bu nedenle Türk Milliyetçiliğini de kendi hastalıklı anlayışlarıyla her zaman karıştırırlar.

Afrika ise bir başka fecaat coğrafyasıdır. Uzunca yıllar Batı’lı Beyaz Adam tarafından tüm zenginlikleri sömürülen, insanları köle edilen, bunca tecrübeye rağmen kabile asabiyetini aşamayarak bir türlü milletleşemeyen bu eski kıtanın insanları, halen Batı’lı sömürgeci güçlerin istismarına maruz kalmaktadır. Bu sömürgeci güçler, Afrika’nın milletleşerek varlıklarını ve haklarını koruma iradesi göstermesinin önüne geçmek için( Hutu ve Tutsilerde olduğu gibi) kabile asabiyetini körüklemekte ve hatta bir tarafı desteklemekte hiçbir ahlakı sorun da görmemişlerdir. Görüleceği üzere Avrupa, Afrika’daki ırkçılığın da öğretmenliğini yapmaya devam etmektedir.

Bu kadar lafı şunun için ettik: Bilindiği üzere müzmin maraziliklerinin bir ifadesi olarak sadece Yahudiler için değil, özellikle son yıllarda Türk ve Müslümanlar için ırkçı, soykırımcı fikirleri savunan avusturya’nın ırkçı siyaset adamlarından Joerg Haider, birkaç gün önce geçirdiği bir trafik kazasında öldü. Böyle bir kişinin ölümü gazeteler ve ajanslar için çok önemli bir haberdi ve öyle de oldu. Haider’in ölümü Türk basını için de önemliydi. Nitekim bu öneme binaen kaza haberi, gazete ve haber ajanslarında önemli haber olarak dinleyiciye ve okuyucuya duyuruldu. Ayrıca bu haber, okuyucu veya dinleyiciye duyurulurken gazete ve haber ajanslarının mektep ve meşrebi de olayın haber yapılma biçiminde etkili oldu. Bu da tabii idi.

Ancak, kendisini Türk milliyetçisi ve Türk milliyetçiliğinin sesi olarak takdim eden ve bu kesim tarafından ciddi bir tirajla takip edilen Yeniçağ gazetesinin, bu olayı haberleştirme biçiminin çok tuhaf kaçtığını söylemek zorundayız. Gazete bu haberi, sürmanşetten değil ama gazetenin ilk sayfasında üst manşetten; “Esrarengiz Ölüm” başlığıyla verdi. Evet, kazada esrarengiz bir yan olduğuna inanan ciddi sayıda yorum vardı ve haberde olayın bu yanının öne çıkartılması da tabii idi. Ancak tabii olmayan, Yeniçağ Gazetesinin bu başlığın altına koyduğu resmin sol alt köşesine yerleştirdiği şu ifadelerdi: “Avusturya milliyetçisi Haider’in kendisinin kullandığı araç birkaç kez takla attı ve kaza sonrası hurdaya döndü.”

Şimdi; kendisini Türk Milliyetçisi olarak takdim eden bir gazete, nasıl olur da Türk ve Müslüman düşmanı ırkçı bir siyasi lideri, “Avusturya milliyetçisi” olarak takdim eder? Bu adamın bundan birkaç yıl önce, Başbakan olmuşken AB tarafından başbakanlığının engellenmesi acaba, AB karşıtlığından dolayı Yeniçağ’da bu adam için bir mağduriyet hissine sebep oldu da onun için mi haber böyle yapıldı?

Türk milliyetçiliği bu değil, olamaz. Siz Avrupa’nın ırkçı ve aynı zamanda cinsel yönden marjinal olduğuna dair yığınla söylenti bulunan bir adamını, “milliyetçi” sıfatı ile nitelerseniz, sizin milliyetçiliğinizi de “ırkçılık” olarak vasıflandıranları haklı çıkartırsınız. Buna ise hakkınız yok.

Esasen Yeniçağ gazetesinin çizgisini bir miktar gözden geçirmek gibi bir mecburiyeti de bulunuyor. Çünkü bizlerin de tirajına katkı sağladığımız bu gazetemiz, çoğu zaman öyle renklere bürünüyor ki, 17’nci sayfasını ve bazı yazarlarını çıkarttığımızda elimizde özellikle haberleri ve yorumları bakımından Türk Milliyetçisi bir gazeteden başka bir şey kalıyor.

Ayrıca bu yazıya konu haberde geçen “Avusturya milliyetçiliği” terkibinin sosyolojik nedenlerle mümkün olup olmayacağını da tartışmak gerekiyor: “