TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

MİLLİYETÇİLİK GELENEK VE ÖZGÜRLÜKLER
Dr. Süleyman ERYİĞİT

Bir kısım “aydın” hükümete yönelik olarak muhtıra vermişler ve şöyle demişler:

“Son üç yıldır ihmal ettiğiniz AB projesine, dört elle sarılmamak için artık hiçbir bahaneniz kalmadı. 2008 AB yılı olacaksa eğer, sizden söz değil, somut adımlar bekliyoruz. AB sürecine gerektiği şekilde sahip çıkmanızı, kaybedilen zamanı telafi etmenizi istiyoruz. Özgürlük anlayışınızın sadece türbanla sınırlı olmadığını, çoğulcu demokrasinin gereği olan tüm hak ve özgürlüklere sahip çıktığınızı, bunları belirli hedeflere ulaşmak için bir araç değil, amaç olarak gördüğünüzü, laiklikten taviz verme, Türkiye’yi Batı’dan ve dünyadan uzaklaştırma niyetiniz olmadığını kanıtlayacak icraat bekliyoruz.”

Hükümetle “aydınlar” ve özellikle “liberal aydınlar” arasındaki kavga, bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Veya “liberal aydınlar” hükümetle ittifaklarını bozmuşlarmış vs. bizim açımızdan hiçbir anlam taşımıyor. Çünkü “liberal aydınlar” bu ülkenin ve milletin ruhunu asla temsil etmediler, bu gün de temsil etmiyorlar.

Aslında bu aydınlar kaderleri bakımından şanssız insanlar. Çünkü kendi tercihlerine bırakılsaydı asla bu ülkede ve bu toplumda doğmuş olmayı istemezlerdi. Hatta bu “aydınlara” liberal duruşlarına rağmen, “Böyle bir hakkınız var; bir Fransız olarak Paris’te doğmak ister misiniz?” diye sorulsaydı, hiç şüpheniz olmasın Fransa’nın sert laik yapısına rağmen bu soruya, güle oynaya “evet” derlerdi. Çünkü bunların derdi öncelikle ve temel olarak bu ülkenin tarihi ve değerleri. Bu ülkenin tarihsel kimliği ile problemleri var ve bu kimlikte bir kırılma yaratmak istiyorlar. Bunu başarabilmek için çok uygun, elverişli dış çevre şartları yakaladılar: Küreselleşme, postmodernizm ve liberalizm, bu aydınlar için hesaplaşmanın uygun iklimini oluşturdu ve bu fırsattan yararlanmaya bakıyorlar.

Bu “aydınların” dün Marksist olmalarını da bu şekilde açıklamak mümkün. Çünkü dün de Marksist ideoloji ile bu ülkenin tarihsel kimlik ve görevinden hesap sormaya çalışıyorlardı.

Millet ve milliyetçilik( siz buna “milletçilik” de diyebilirsiniz), bu “aydınlar” için ortadan kaldırılması gereken, bu olamıyorsa geriletilmesi gereken bir cevheri ifade ediyor. Cevher diyoruz, çünkü bu cevher, toplumu birbirine yakın veya aynı yapacak olan değerlerin üretildiği pota anlamına geliyor.

Bu cevheri tarihi hafıza üretiyor ve besliyor. Bu nedenle bu “aydınlar” tarafından çarpıtmak ve tahrip etmek amacıyla, üzerinde en çok çalışma yapılan alanı da tarih oluşturuyor. Saldırı altında tutulan tek değerler manzumesi alanını da kimliğini ve duruşunu tarihten oluşturan, böylece kontrollü, sağlıklı ve iddialı bir kültürel, sosyal ve siyasal duruşu sağlayan Milliyetçilik teşkil ediyor. Çünkü milliyetçilik geleneği temsil ediyor. Çünkü milliyetçilik bu toplumun kendisi kalarak geleceğini ifade ediyor.

Tarihi hafıza, bir toplumun geleneğinin; yani toplumun kendisi kalarak dikkatli ve dengeli değişiminin hem kaynağı hem de denetleyici çekirdeğidir. Tarihi hafıza bir kurgu değil, bir dinamiktir. Dolayısıyla geleneğin alanına giren şeyler aynı zamanda, modern ya da postmodern dünyanın yükselen değerleri bakımından “insan hak ve özgürlükleri” kapsamında görülen talepler olsalar da, aslında bunların varlığının veya meşruiyetinin kaynağı, liberalizm ya da postmodernizm değil, geleneğin bizatihi kendisidir. Bu haliyle de bu tür talepler, pazarlık konusu yapılacak talepler değillerdir. Dolayısıyla liberal ya da İslamcı “aydınların”, bu hususları, “şuna karşılık şu” anlamında ele almaları, bu değerleri, pazarlık konusu değersiz şeyler haline getirmektedir.

Neymiş efendim! “Hükümet, özgürlük anlayışının sadece türbanla sınırlı olmadığını göstermeli imiş.”

Hükümet bunu gösterir göstermez, bunu bilemeyiz. Ancak bildiğimiz ve hükümetin de bilmesi gereken hakiki durum şudur:

Başörtüsü meselesi, insan hak ve özgürlükleri bağlamında pazarlık konusu olan bir talep değil, toplumun tarihi ve kültürel hafızasının, modernizmi ıskalamamak; ama bunu yaparken de kendisi kalarak çağdaş bilim, güç ve dinamiklere ulaşabilme talebidir ve kaynağı da bizatihi geleneğin kendisidir.

Dolayısıyla Hükümet ve “İslamcı Aydınlar”, başörtüsü talebinin, geleneğin kendisini modernizmle ve çağdaş eğitimle buluşturma talebi olduğunu görmek zorundadırlar.

Dolayısıyla, başörtüsünün karşısına öyle AB projeleri, 301 meselesi vb. gibi hususları koymak geleneği ve geleceği tüketmek olacaktır.