TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

VARLIĞINI VE MEŞRUİYETİNİ ÖTEKİ ÜZERİNDEN ÜRETMENİN YENİ BİR YOLU
Dr. Süleyman ERYİĞİT

On, bilemediniz on beş yıl öncesine kadar AB ve AB’ciler, liberalizm ve liberaller, kapitalizm ve kapitalistler, eski/yeni tüm komünistler ve gayet tabii laikler, PKK’lı bölücüler, Kemalistler, ulusalcılar ve hatta milliyetçiler, bu ülkenin “dindar muhafazakâr” (“dindar milliyetçi veya muhafazakâr milliyetçi” bunlardan ayrı) kesimi için, “öteki”leri oluşturuyorlardı. Bu “ötekiler”in tümü, “İslâmcılar” açısından, “batılın farklı versiyonları”nı oluşturuyorlardı. Ve “İslamcılarımız” varlıklarını, anlamlarını ve meşruiyetlerini bu “ötekiler”e olan husumet ve onların “batıl” olmaları üzerinden üretiyorlardı.

Ancak özellikle 28 Şubat sürecinden sonra, gerçi öteden beri “Medine Anayasası” kavramı etrafında, bu tarihsel olayın hakiki mahiyetini de tahrif ederek, içten içe bir dip dalgası oluşturma çalışmaları vardı ama, özellikle 28 Şubat sürecinde yaşananların ardından, bu “ötekiler”den bazıları, müttefikler haline geldiler. İttifak edilmeyen ve edilemeyecek olanlar olarak sadece, laikler, Kemalistler, ulusalcılar ve hatta milliyetçiler kaldılar.

“İslamcılarımız” dünkü “öteki”, bu günkü müttefikleri olan bu kesimlerin üzerinden, dün hasımlık ve “batıllık” üzerinden ürettikleri kendi varoluşlarını ve meşruiyetlerini, yine bunlar üzerinden, ama bu defa ittifak ederek üretmenin çok ustalıklı yolunu buldular.

Tabii bunun için içtihada ihtiyaç vardı; ruhen, vicdanen ve fıkhen rahatlamaları gerekiyordu. Bunun yolunu da tüm bu farklı kesimleri “Medine Vatandaşları” kabul ederek buldular, bulduklarını sandılar. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, dün “batıl” olan bu kesimleri bu defa “Medine’nin vatandaşları” kabul ederek; kendi haklarını savunmanın, ancak bu dünkü “ötekiler”in haklarını savunmakla; kendi meşruiyetlerini sağlamanın ancak bu dünkü “Batıl”ların meşruiyetini kabul etmekle mümkün olabileceğini keşfettiler ve böylece “Medine” yani “ devletleri”için en uygun çerçeveyi ürettiler(!)

Aslında bu içtihat asla “Medine Uygulaması”na uygunluk göstermiyordu. Çünkü Medine uygulamasında Medineliler kendi aralarında var olan ihtilafların çözümü için Hz. Peygamber’in otoritesini; önderliğini kabul etmişlerdi. Ve ayrıca bu durum kalıcı değil, geçici bir uygulamaydı ve nitekim daha sonra Mekke’nin de fethiyle oluşan süreçte diğer tüm farklılıklar, İslam Hukuku’nun kendilerine sağlamış olduğu özgürlük ortamında var oldular; İslam Hukuku’na tabi oldular.

Neyse! Asıl söylemek istediğimiz bu değildi. Söylemek istediğimiz; sakat bir başlangıç noktasından hareket ederek “İslamcılar”ımızın bizleri getirmiş olduğu şu noktada, laikler, Kemalistler, ulusalcılar ve hatta milliyetçiler dışında kalan tüm unsurlarla yapmış oldukları ittifakın, hiçbir “metafizik gerilim”e, dini bir endişeye sebep olmuyor olması.

Dün “öteki” iken bu gün müttefik oldukları bu kesimler üzerinden kendileri bir varlık ve meşruiyet oluşturuyorken, artık bu kesimlerin de kendileri üzerinden varlık ve meşruiyet üretiyor olduklarını görmemeleri.

Bunu şunun için söylüyoruz: Esasen ortada bir cevaz problemi var; olmalı. Nitekim bu günkü müttefiklerin sahih ve caiz olamayacak bazı kazanımlarını“İslamcılar” üzerinden üretmek istemeleri, aslında bu insanlarımızda zorlu bir sorgulamayı gerektiriyor olmasına rağmen bunun yapılmaması.

Güncel bir örnek olarak, bir cemaatimiz tarafından Abant’ta yapılan “Anayasa Toplantısı’nın 17 Kasım günkü oturumunda bir bayan konuşmacı, “yeni Anayasa Taslağı’nın sadece özel hayatın gizliliği bağlamında değil, kişi hak ve özgürlükleri ve bunların serbestçe yaşanabilmesi ve ifade edilmesi anlamında, eşcinsellerin cinsel tercihlerinin anayasal güvenceye alınmasını” önerdi. “Taslakta bu eksikliğin bulunduğunu” söyledi. Bu talep, bu toplantıyı tertip edenleri ne kadar rahatsız etti, bilmiyoruz ama, ertesi ve daha sonraki günlerde cemaatin gazetesinde, bu toplantılara dair verilen haberlerin içerisinde bu kısımların yer almaması, ciddi bir rahatsızlık vermiş olduğunun delili olarak alınabilir ve bu işaret bizler açısından henüz ümitlerin tükenmediği anlamına geliyor.

Çünkü ne kadar açılırsanız açılın, ne kadar “bir geçiş dönemi fıkhı”nın gerekli olduğunu içtihat ederseniz edin, veya ne kadar “sosyal zaruret fıkhı”na ihtiyaç bulunduğuna inanırsanız inanın (bkz: Ahmet Kurucan, Zaman Gazetesi, 22.08.2007), kendi üzerinizden bu tarz sapkın; Allah’ın şiddetle menettiği bir eyleme göz yumamazsınız, kazanımlarınız için rıza gösteremezsiniz, toplumsal yaygınlığına ve hukuki meşruiyetine katkı sağlayamazsınız.

Hiç unutmamak gerekiyor ki Hz. Peygamber ne Mekke’de, ne Medine’de bu tarz ittifaklara asla girmedi. Aksine; “ötekiler”in dünyaya dair o gün için ne kadar ayartıcı olabilecekse o kadar ayartıcı olan tekliflerine karşı sadece; “bir elime ayı, diğer elime güneşi de verseniz davamdan vazgeçmem” dedi.