Varna Zirvesinde Yeni Bir Şey Yok
Türkiye-AB ilişkilerinin bugünü ve geleceği açısından önem taşıyan buluşma Varna’da yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhatapları Avrupa Komisyonu Başkan’ı Juncker ile Avrupa Konseyi Başkanı Tusk idi. AB Dönem Başkanı Bulgaristan Başbakanı Borisov’da ev sahibi sıfatıyla görüşmede hazır bulundu.
Önceki yıllarda Türkiye’nin Cumhurbaşkanı tarafından temsil edildiği ve üye ülkelerin devlet yahut hükümet başkanlarının katıldığı Zirve’nin AB’nin kurumsal temsilcileriyle yapılmış olması, Türkiye’nin Brüksel nezdindeki yerini, pozisyonunu yansıtan anlamlı bir tablodur. Kısacası ilişkilerin kopmasını, noktalanmasını istemiyorlar; fakat bunu kendi belirledikleri alanlarla sınırlı tutmakta kararlılar. Türkiye’nin tam üyeliğini akıllarından bile geçirmiyorlar. Böyle bir ihtimali kültür ve medeniyetlerinin intiharı, inandıkları değerlerin inkârı olarak algılıyorlar. Zaten Zirve öncesinde Almanya ve Fransa, konsey ve komisyon başkanlarını ikaz etmişler, görüşmelerde Türkiye’ye üyelik ümidi verebilecek tavırlardan kaçınmalarını, sadece diyaloğu sürdürmekle yetinmelerini istemişlerdi.
Onlarda bu talimatları başarıyla uyguladılar. Juncker görüşmelerin teminatının kendisi olduğunu söyleyerek diplomatik bir jest yaptı; ama altı tümüyle boş olduğundan etkisi olmadı.
Durum açık; Türkiye’nin AB üyeliğinin imkânsızlığını, bu hayalin ülkemizdeki en hararetli savunucuları bile artık gerçeği görmüş durumdalar. Ancak taraflar karşılıklı çıkarları nedeniyle ilişkileri büsbütün koparmak istemiyorlar. Bundan sonra artık özellikle Almanya ve Fransa ile Türkiye arasında çıkarlara dayalı bir iş birliği olacak.
Brüksel cerrahı zaten bir süreden beri Türkiye’yi stratejik ortak ve stratejik komşu diye tanımlayarak ilişkilerin çerçevesini çizmiş durumda. Türkiye ile masaya oturduklarında ilk olarak ülkemizde demokrasi çıtasının yükseltilmesini istiyorlar. Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, bireysel hak ve özgürlükler gibi konularda ileriye gitmek bir yana, giderek irtifa kaybedilmesi, yerli ve yabancı birçok gazetecinin tutukluluk hali Türkiye’nin sadece uluslararası ilişkilerini etkilemekle kalmıyor, kendi insanımızda hak ve özgürlüklerinin yargının güvencesi altında olduğu inancını zedeliyor. Oysa bu konularda AB istediği için değil, kendi ihtiyacımızı karşılamak üzere gereken adımların atılması durumunda, ortam normalleşir, tansiyon düşer. Giderek sosyal bir sorun haline dönüşen kutuplaşmalar azalır, ekonomi canlanır. 15 Temmuz darbe girişimi üzerine haklı gerekçelerle ilan edilen OHAL’in süresinin belirsiz olmasını, böylece olağan hale dönüşmesini ne içeriye ne de dışarıya anlatamayız.
Şu gerçeğin herkesçe görülmesinde yarar var; Türkiye’de demokrasi ve hukuk çıtası yükseltilse de, Brüksel’in eleştirileri, talepleri devam edecektir. Ama biz bunu yapmakla ülkemizin ve insanımızın ihtiyaçlarını karşılamış, zamanın ruhuna uygun bir yapı kurmuş oluruz. Muhataplarımız ise her seferinde farklı taleplerle karşımıza gelecekler. Varna’da da bu oldu. Önceki Zirvelerde sözünü bile etmedikleri Doğu Akdeniz’deki enerji yatakları ve Ege’deki sorunlar gibi konuları öne sürdüler.
Türkiye ise Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize serbestisi ve sığınmacılar için vermeleri gereken para desteğini tamamlamamış olmalarını gündeme getirdi. Sonuçta bir çözüme varılamadı; görüşmelerin sürdürülerek Haziran ayında yapılması öngörülen ikinci Zirve’ye kadar bir mesafe almaya çalışılması kararlaştırıldı.
Türkiye, yaz aylarına kadar yapılacak temaslarda önceliklerini doğru belirlemeli, tali konuları bir yana bırakarak bunlara ağırlık vermelidir.
AB Türkiye ile ilişkilerini ekonomik, jeopolitik nedenlerle ve özellikle sığınmacı tehdidinden dolayı sürdürmek istiyor. Türkiye’nin önceliği ise Gümrük Birliği anlaşmasının güncelleştirilmesi, daha adil bir zemine oturtulması olmalıdır. Bunu Almanya kesinlikle istemiyor; yerine serbest ticaret anlaşması teklifini gündeme taşımaya hazırlanıyor. Oysa bunun Türkiye’ye hiçbir yararı olmaz. Mevcut anlaşmanın güncelleşmesi durumunda ise Türkiye’nin hem AB’ne hem de üçüncü ülkelere yaptığı ihracat 20-25 milyar dolar civarında artacağından büyük kazanım sağlarız.
Demokrasi ve hukuk alanında atacağımız adımlarla, OHAL’in kaldırılmasıyla Türkiye her bakımdan rahatlayacak insanımız özlemimiz olan demokrasi standardına yüksek bir yaşam ortamına sahip kılınacaktır. Bu durum dışarıya karşıda elimizi güçlendirecektir.
Sığınmacılar konusu AB için hâlâ ciddi bir sorun hatta tehdit konumundadır. Türkiye Avrupa’yı bu tehditlerden koruyan baraj işlevi yapmaktadır. Bu gerçeğin ışığı altında Gümrük Birliği’nin güncelleştirmesi konusunu görüşmelerin ana gündem maddesi haline getirerek, çözümü için tüm imkânlarımızı seferber ederek sonuç alınması durumunda, katlandığımız ağır yüklerin tamamı telafi edilmemiş olsa bile birazını olsun telafi edilmesi mümkün olabilir.
Türkiye’nin AB üyeliğine gelince; bu yüzyılda asla mümkün olmayacak; ama gelecek yüzyılda Birlik adına bir şeyler kalırsa belki yeniden değerlendirebiliriz.