Cumhuriyet Döneminin En Ağır Sorunu: Etnik Fitne
Mardin Emniyet Müdürlüğü çok önemli bir operasyon yaparak 5 teröristi 250 kg. patlayıcıyla birlikte ele geçirdi. Mardin valisi yaptığı açıklamada, patlayıcıların 32 metropol şehirde kullanılmasının planlandığını açıkladı. Aynı gün Gaziantep’te yakalanan bir teröristin, canlı bomba olduğu, Suriye’nin Telabyad bölgesinde PKK/YPG’ye ait terör kamplarında eğitilip eylem yapmak üzere Türkiye’ye gönderildiği yetkililerce ifade edildi. İki gün sonra Malatya polisi yol kontrolü sırasında bir araçta 28 kg. C-4 patlayıcıyı ele geçirirken, Diyarbakır’da büyük illerde saldırı yapmaya hazırlanan üç terörist silah ve patlayıcılarla birlikte yakalandı.
Türkiye kısa süre önce, en yetkili makamlardan Fırat’ın doğusuna yani ABD’nin kanatları altında kurulma aşamasına gelen PKK/PYD “devletimsi’ oluşuma kesinlikle izin verilmeyeceğini ilan etmiş, operasyon için gerekli hazırlık ve planlamanın yapıldığını, her an harekete geçilebileceğini açıklamıştı. Ardından geçen hafta bunun ilk işaretleri anlamında söz konusu bölgede birkaç yere karadan ve havadan ufak çapta bombardıman yapılmıştı. Muhtemel bir operasyon arifesinde birkaç şehirde birden teröristlerin eylem hazırlığındayken yakalanmış olmaları Türk emniyetinin çok önemli bir başarısı olduğu kadar, çeşitli yönleriyle düşünülüp değerlendirilmesi gereken bir olaydır.
Öyle anlaşılıyor ki, PKK ve arkasındaki ABD, Türkiye’yi, projelerini engelleyecek bir atak yapmasını önlemek maksadıyla “içeride” meşgul etmek istiyorlar. Günümüzde olanları doğru anlayabilmek için, yakın geçmişte yaşanan, “Hendek savaşları “ diye anılan başkaldırı girişimini unutmamamız gerekiyor.
Terör örgütü Suriye’deki kazanımlarından cesaret alarak, özellikle 2009-2015 arasında sürdürülen çözüm süreci sırasında Güneydoğu'da yüzlerce ton silah ve patlayıcı yığınağı ve “şehir savaşı” hazırlığı yaparak 2025 yaz ayı başlarında “devrimci halk savaşı” na kalkışmıştı. Siyasi yollardan, görüşmeler yapılarak terör örgütünün silah bırakmasının sağlanabileceği görüşünün yani “ çözüm süreci”nin yanlışlığı, bu politikadan sadece PKK’nın yararlandığı geç de olsa görülünce, strateji değiştirildi; o zamana kadar rafa kaldırılmış olan güvenlik politikası konseptinde, terör örgütünün anlayacağı dilden etkili bir mücadele başlatıldı. Bunun sonuçları ortada. Başta İHA ve SİHA’lar olmak üzere, gelişmiş teknolojik imkanlar, silahlar ve istihbaratın devreye sokulmasıyla birlikte PKK nefes alamaz hale geldi; aralarında elebaşılarının da olduğu çok sayıda terörist öldürüldü. Terör örgütüne basın ve akademik çevrelerden, bazı mesleki örgütler üzerinden politik, ideolojik ve lojistik destek sağlayan sol, liberal ve kozmopolit islamcı kesimler de
ümitlerini kaybedip geri çekildiler. Daha da önemlisi bölge halkı devletin varlığını, buralarda var olma iradesinin devam ettiğini, teröristlerin sanıldığı kadar büyük bir güç olmadığını fiilen görmüş oldu. Sonuçta bu gelişmelere paralel olarak bölge genelinde huzur ve sükunet büyük ölçüde sağlandı, hayat normalleşti.
Bu durum doğal olarak terör örgütünü ve arkasındaki güçleri rahatsız ediyor. Ortamı yeniden terörize etmek maksadıyla, son yakalananlar gibi, eylemcileri sahaya sürmeye çalışacaklardır. Türkiye terör örgütüne yönelik doğru politikasını sürdürmeli, Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD yapılanmasının ne kadar ciddi bir tehdit oluşturduğunu, bu yakalanan teröristlerin nerede eğitilip gönderildiğini Washington başta olmak üzere siyasi muhataplarına somut belgeler olarak anlatmalıdır. İkna olmaları mümkün olmasa da Fırat’ın doğusuna yönelik girişimlerde bu tarz “kamu diplomasisi” bize haklılık ve meşruiyet kazandırır. Doğru diplomasinin ne kadar yararlı olduğunu Cemal Kaşıkcı cinayetinde yaşadık.
Bölücü etnikçi terör ve PKK konusu Cumhuriyet tarihimizin çok yönlü, çok taraflı, en ağır sorunudur. Bu meseleyi çözmek hususundaki politikalarımız da konunun önemine, çapına derinliğine ve ciddiyetine uygun olmalı; meselenin güvenlik ve asayiş boyutunun yanında, ekonomik, kültürel, demografik taraflarının olduğu unutulmamalıdır. Her kademedeki eğitimden, okulların durumundan, bölgede görev yapan personelin niteliklerine, sağlıktan tarım ve hayvancılığın meselelerine kadar uzanan, ciddi bir alan araştırmasının ürünü olan uyumlu, gerçekçi, hedef ve amaçları doğru belirlenmiş kapsamlı bir “devlet politikası" daha fazla gecikilmeden hazırlanıp uygulanmalıdır.
İşimiz elbette kolay değil. Suriye’deki gelişmelere paralel olarak sorun sınırlarımızın ötesine yayıldı. Bir taraftan içerde teröristlerle mücadele ederek, huzur ve güven ortamının devamını sağlayarak, etnik ayrımcılığa, bölücülüğe fırsat vermemeye, vatandaşlık bilincini diri tutmaya çalışırken, diğer taraftan güneyimizde ABD-İsrail ortak projesi olarak sahnelenen bağımsız bir Kürt /PKK devletinin kurulmasını “milli beka”mız adına önlemek zorundayız. Bu tablo mücadelenin alanını, tarzını doğal olarak genişletiyor; askeri ve polisiye önlemlerle birlikte, uluslarası ilişkilerin, çıkar hesaplarına dayalı bölgesel dengelerin ve reel politik faktörlerin dikkate alındığı, yumuşak ve sert güç unsurlarının uyumlu tarzda devrede olduğu aktif, gerçekçi ve vizyoner politikalar izlenmesini zaruri kılıyor.
PKK üzerinden yürütülen etnik bölücülük hareketi, zehirli bir yılan gibi her an sokabilecek sinsi bir tehlikedir. Türkiye ve bölgeyle ilgili hesapları bulunan küresel güçler tarafından taşeron olarak kullanıldığından her an beklenmedik sürpriz
ataklar yapabilir. Terör örgütünün bu özelliğini sürekli dikkate alarak uyanık ve dikkatli olmalıyız.