Ortadoğu'da Yaşanan Sorunların Baş Sorumlusu ABD

Birkaç ay önce yaz ortalarında krize giren, kopma noktasına gelen Türkiye-ABD ilişkilerinde, Rahip Brunson’un ülkesine dönmesiyle birlikte tansiyon düşmeye başladı. Erdoğan ile Trump arasında diyalog kanalları açıldı, Paris’te yüz yüze görüşmeleri kararlaştırıldı. İki ülke askerleri Membiç’te devriyeye çıkmaya başlarken, Washington sürpriz sayılabilecek bir kararla PKK’nın yöneticisi konumundaki üç teröristin başlarına 12 milyon dolar ödül koyduklarını açıkladı. Ancak bu karar Türkiye’de hem iktidar hem de muhalefet tarafından haklı gerekçelerle samimi bulunmadı, kuşkuyla karşılandı. Çünkü karşımızda söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmayan, Türkiye için hayati önem taşıyan bölgesel konularda sürekli aleyhimizde adımlar atan, ittifak ilişkimizi umursamayan bir Amerika var. İki ülkenin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikaları, hedef ve beklentileri örtüşmek bir yana çatışıyor.  ABD, PKK/PYD üzerinden IŞiD (DAEŞ) bahanesiyle Irak ve Suriye’ye girdi ve çıkmamak üzere yerleşti. YPG’lilerden 60 bin kişilik bir ordu kurdu. Binlerce TIR dolusu silah verip eğitti. Arapları da yanına almak için yüzde sekseni YPG’li olan SDG (Suriye Demokratik Güçleri) adıyla, misyonu “kamuflaj” işlevi yapmak olan bir oluşumu sahaya sürdü.  ABD’nin halen Suriye’de 6 bin kadar askeri, en ileri teknolojik cihazların olduğu çok sayıda karargâh binası ve havaalanı var. Askerlerinin ve tesislerinin çoğu IŞİD tehdidi olabilecek bölgelerde değil, Türkiye sınırına bitişik yerlerde. Amerika PKK/YPG’yi alanda kara gücü olarak kullanıyor; en yetkili ağızlardan IŞİD gerekçe gösterilerek “güvenilir stratejik ortak” olduğu sık sık ifade ediliyor.  ABD’nin amacı IŞİD tehdidini yok etmek ve Suriye sorununa adil bir çözüm bulmak değil. PKK/PYD üzerinden etnikçi özerk bir Kürt devleti kurma peşinde. Kendisine minnettar, muhtaç ve sadakatine güvenebileceği bu devlet vasıtasıyla bölgeyi siyasi, askeri ve ekonomik açılardan kontrolüne almayı, Körfez’den Doğu Akdeniz’e uzanacak Kürt koridoruyla enerji kaynaklarına hükmetmeyi tasarlıyor. Bölge jeopolitiğini temellerinden değiştirecek bu post- modern emperyalist proje tutarsa Amerika için “varoluşsal” önem taşıyan İsrail’in güvenliği sorunu da Washington açısından halledilmiş olacak.

ABD PYD/YPG’Yİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

Trump’ın Suriye özel temsilcisi olan, daha önce Ankara’da büyükelçi olarak görev yapan J.Jeffry geçen hafta ülkesinin teröristlere bakışını yansıtan bir demeç verdi: “Biz YPG'yi terör örgütü olarak tanımıyoruz. Türkiye’nin PKK ile YPG arasındaki bağlantılara ilişkin endişelerini anlıyoruz.” Oysa aynı kişi 2018 Mart ayında henüz bu göreve gelmemişken, tam tersini söylemiş ve “hiç şüphe yok ki PYD ve onun askeri kanadı olan YPG ana örgüt PKK’nın unsurlarıdır ve genel anlamda onun kontrolü altındadır” demişti. Birkaç ay sonra tam tersini söylemesi kişiliği adına trajik bir çelişkidir. Aslında PYD/YPG yapılanmasının Kandil’den gelen elebaşılar tarafından KCK sözleşmesinin ideolojik ve hiyerarşik esaslarına göre yapıldığını, Öcalan’ın ortak lider olarak benimsendiğini en iyi washington’dakiler bilir; çünkü bu oluşumun her safhasında bulunup desteklemişlerdir.  Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki yapılanmayı doğrudan beka ve bütünlüğüne yönelik tehdit sayacağını defalarca açıklamış olmasına rağmen, Amerikalılar projelerini uygulamakta kararlı görünüyorlar. Geçen ay Türk topçusunun bu bölgeye yaptığı kısa süreli birkaç atış üzerine, Amerikan askerlerinin teröristlerle birlikte hududumuza bitişik alanlarda devriye çıkmış olmaları, hastanede terörist ziyareti Ankara’ya verilen ikaz mesajlarıdır. PYD/ YPG’ye ilişilmesin, otonom bir devlet haline gelsin, meşru sayılsın, çözüm görüşmelerinde masada söz sahibi olarak bulunsun istiyorlar. Bunu temin için her şeyi yapmaya hazır olduklarını ortaya koyuyorlar.  ABD Suriye’deki teröristleri bu derece sahiplenirken üç PKK liderinin başına ödül koymaları taktik bir manevradır. Kandil‘dekilerin uzunca zamandır İran yönetimiyle dirsek temasında olmaları, PJAK’ın rejimle anlaşmalı olarak faaliyetlerine epeydir ara vermesi Washington’u rahatsız ediyor. Ana merkezi Suriye’ye taşıyarak hem İran’ın etkisini kıracaklar, hem de Amerika dahil, dünya genelinde adı terörle özdeşleşen PKK’nın yerine kontrollerindeki PYD/YPG yapılanmasını ikame ederek örgüte meşruiyet kazandırmış olacaklar. Bu arada Türkiye’yi de PYD’nin tehdit oluşturmadığına ikna ederek projelerini başaracaklarını ümit ediyorlar.

WASHİNGTON İRAN HALKINI AYAKLANDIRMAK İSTİYOR

Suriye’de Türkiye için hayati öneme sahip bu gelişmeler olurken, Başkan Trump 4 Kasım’da İran’a yönelik yaptırımların ikinci bölümünü uygulamaya koydu. Aslında Trump, seçilmesi halinde İran’la 2015’de P5+1’lerin yaptığı nükleer anlaşmadan çekileceğini ifade etmişti; anlaşmayı imzalayan diğer ülkelerin ve İsrail dışında bütün dünyanın itirazlarına rağmen dediğini yaptı. Geçen Mayıs ayında çekilme kararını açıklayıp yaptırımların ilk bölümünü ilan ederken İran’a  tekrar görüşme masasına gelmek isterse 12 maddeden oluşan şartlarını “tebliğ” etti. Bunların kabulü halinde İran sadece nükleer bomba ve taşıyıcı füzelerini yok etmekle kalmayacak, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak ve Yemen’de angaje olduğu gruplarla ilişiğini kesecek, içe kapanarak izole hale gelecekti. İran’ın nükleer faaliyetlerinin gözetimini yapan Dünya Nükleer Enerji Komisyonu raporunda İran’ın bu konudaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini, sorun olmadığını bildirmesine, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, AB ülkeleri İran’ın anlaşmayı ihlal etmediğini ısrarla belirtmelerine rağmen Trump kararını değiştirmedi. Çünkü esas maksadı anlaşmanın uygulanıp uygulanmadığı değildi. Trump ve Washington’daki derin devlet, İran’ı ekonomik ve ticari ablukaya alarak ülkenin ekonomisini çökertmek, halkın ayaklanmasını sağlayarak rejimi yıkmak istiyor.  Trump, Türkiye dahil 9 ülkeyi 6 ay süreyle yaptırımlardan muaf tuttu. Sürenin sonunda ne olacağı belli değil. Türkiye birçok AB üyesi ülke ve Çin ile Rusya gibi yaptırım kararına karşı olduğunu, uymayacağını açıkladı. Petrol ve doğalgaz başta olmak üzere, bölgede çok önemli ekonomik ortaklarımızdan biri olan İran ile ticaretimizi durdurmamız her bakımdan zararımıza olur. Diğer ülkeler de önemli bir Pazar olan İran’dan kesinlikle çekilmek istemiyorlar. Dünyaya meydan okuyan, açıkça ticari savaş başlatan Trump’ın ve ona destek veren şahinlerin istediklerinin yapılması halinde, çıtayı daha da yükselteceklerinden, tam anlamıyla hegemonik bir güç haline geleceklerinden herkes endişeli. Amerika’nın dünya finans sistemindeki ve kurumlardaki etkisi, doların halen bu sistemde başlıca mübadele aracı olması, dolar üzerinden izinsiz yapılan finansal işlemlerde cezai müeyyideler uygulama imkanı kazandırıyor. Bu nedenle Çin ve Rusya gibi ABD ile rekabet halinde olan ülkeler bile çok fazla riske girmekten kaçınıyorlar.

AMERİKA DÜNYAYA MEYDAN OKUYOR

İran‘ın uygulamaya konulan ve sürdürüleceği açıklanan bu ağır yaptırımlara ne kadar dayanacağı şimdiden kestirilemez. En büyük parasal dayanağı olan petrol üretimi yılbaşından bu yana yüzde 37 azalmış durumda. Aynı dönemde enflasyon yüzde 300‘ü geçti ve tırmanmaya devam ediyor. İthal mallarda sıkıntı artıyor. Ekim ayında petrol ihracatı günde 1.5 ila 1.7 milyon varile düştü. İleriki aylarda bir milyon varilin altına inerse ekonomik sıkıntılar toplumsal boyut kazanır. Rejim, en önemli dayanağı olan ticaret kesimini yani pazar esnafını kaybederse direnme şansı azalır.  Trump, bu gelişmelerin olacağı beklentisi içerisinde dünyadan yükselen itirazlara rağmen politikasını sürdürmekte kararlı. Çünkü bu politika sadece şahsi isteği ve tercihinden ibaret değil; arkasında Amerika’daki en kalabalık ve organize dini cemaat Evanjeliklerden kaynaklanan ciddi bir toplumsal destek, bu yüzyılı  “Amerikan yüzyılı” yapmakta kararlı Neo-con’lar, Yahudi lobisinin etkili olduğu medya ve sermaye kesimi bulunuyor. Çok yönden yıpranan, avami görünüşüyle alay konusu olan Trump’ın 5 Kasımdaki ara seçimde çokları yenilgiye uğramasını beklerken, Senato’da çoğunluğu sağlamış olması temsil ettiği “post-modern“ emperyalist siyasetin, Amerikan’cı himayeci ekonomi-politiğinin toplumda ciddi bir karşılığının olduğunu gösteriyor.  Trump’ın İran’a yönelik baskı politikası sonucunda, rejim Washington’da planlandığı gibi bir halk ayaklanmasıyla yıkılırsa, çok büyük çapta jeopolitik bir deprem yaşanır. Başta Türkiye olmak üzere, Avrasya genelinde tsunami etkisi yapacak olan sarsıntıda kazanan sadece İsrail ve Amerika olur.  Irak’ta, Libya ve Suriye’de merkezi iktidarların yıkılması sonucu oluşan boşluktan en büyük zararı Türkiye yaşadı ve yaşıyor. Bugün altından kalkmakta zorlandığımız beka, bütünlük, güvenlik ve sığınmacılar gibi sorunlarımızın nedenleri ortadadır. Benzer senaryoların İran’da da tekrarlanmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Gerek bölgemizde gerekse dünyada huzurun ve barışın sağlanması, refahın adilane dağılımı için ABD’nin hegemonik girişimlerinin, post modern emperyalist siyasetinin uluslararası alanda ortak politikalar oluşturularak, işbirliği sağlanarak durdurulması gerekiyor.