TRUMP ÇOK TEHLİKELİ BİR KUMAR OYNUYOR
İran’ın paramiliter ordusu Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis’in Bağdat Havaalanı çıkışında ABD’nin düzenlediği operasyon sonucu öldürülmeleri bölgede yıllardır yaşanan istikrarsızlığı, gerilimi ve çatışmaları çok daha tırmandıracak vahim bir olaydır.
Kasım Süleymani İran’ın milli kahramanı ilan edilmişti. Şiiler arasında “yaşayan şehit” diye anılıyordu. İran’ın otuz yıldır Ortadoğu’da İslam devrimini yaygınlaştırma adıyla Şiilik üzerinden yürüttüğü Fars milliyetçiliği hareketinin hem askeri hem de siyasi liderliğini yapıyordu. Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da yaşanan kanlı çatışmaların tümünde vardı. Kudüs Gücü adıyla, İran’ın sınır ötesi operasyonel gücü işlevini yapan birliklerini cephelerde bizzat yönetiyordu. Doğrudan dini lider Ali Hamaney’e bağlıydı, sadece ona karşı sorumluydu.
Ülkesinde bu derece büyük itibara sahip bulunan 1957 doğumlu Süleymani’nin eğitimi ilkokuldan ibaretti. Maddi ihtiyaçtan dolayı okuyamamış, çok erken yaşta Devrim Muhafızları örgütüne katılmıştı. Özellikle İran-Irak savaşındaki başarılarından dolayı terfi etmiş, örgütün önemli isimlerinden biri haline gelmişti.
İlk Körfez Harekâtı sonrasında Kuzey Irak’ta Talabani ile Şiiler arasında yakınlık kurarak İran’ın nüfuzunun artmasına zemin hazırlayarak itibarını artırdı. General yapıldı. Hamaney’in güvenini kazanarak İran’ın askeri ve politik stratejisinin en önemli organı konumundaki Kudüs Gücü’nün başına getirildi. İkinci Körfez Harekatı sonrasında Irak’ta, ardından İsrail-Hizbullah savaşında Lübnan’da ve nihayet iç savaşın başladığı Suriye’de İran paramiliter güçlerine kumanda eden, Şii Hilal’i projesini görünür hale getiren Kasım Süleymani, kendine bağlı Şii milisleri ve Lübnan’daki Hizbullah’ı cepheye sürerek Esad’ın iktidarda kalmasını sağladı. Esad güçleriyle muhalifler arasındaki çatışmalarda onun yönettiği Şii milisler, halkı sindirip direnişi kırmak amacıyla acımasızca katliamlar yaptılar. Aylarca kuşatma altında tutulan, açlıktan ölüm noktasına getirilen, şiddetli hava bombardımanı ve varil bombalarıyla harabeye çevrilen Halep’e giren rejim güçlerinin başında Süleymani vardı ve cesetlerin üzerine basarak muzaffer bir komutan tavrıyla dolaşıp poz veriyordu.
ABD yönetimi O’nun faaliyetlerinden çok rahatsızdı. Her an bir suikast düzenleyip bertaraf edebilirlerdi. Ancak hem oğul Bush hem de Obama döneminde, bölgede çatışmalara yol açabileceği kaygısıyla bu yol tercih edilmedi. İran’ın daha yumuşak yöntemlerle kontrol altında tutulabileceği düşünüldü.
Kudüs Gücü’nün IŞİD ile etkili şekilde mücadele yapması ve Sünni karşıtlığı nedeniyle, Washington yakın zamana kadar bu grubu bir koz olarak elinde tutmak istiyordu. Ancak geçen ay yaşananlar bunun mümkün olmadığını ortaya koydu. Bağdat’taki ABD elçilik binasının İran yanlısı Haşdi Şabi militanları tarafından sarılıp duvarlarının ateşe verilmesi, Irak’taki bazı Amerikan üslerine roketli saldırı düzenlenip bir sivil Amerikan vatandaşının öldürülmesi üzerine Başkan Trump, saldırı talimatını verdi. Irak’taki bazı Hizbullah üslerine düzenlenen roketli saldırılarda en az 25 İran yanlısı öldürüldü. Trump bu yapılanın ilk adım olduğunu İran’a çok daha ağır bedel ödeteceklerini söylerken, aslında ciddi bir sinyal vermiş oluyordu. Nitekim birkaç gün sonra düzenlenen bu saldırıyla tehdidini fiiliyata koymuş oldu.
Öldürülen Cumhurbaşkanı Ruhani olsaydı muhtemelen İran halkı ve Şiiler üzerindeki etkisi bu derece derin ve yakıcı olmazdı. Devrim Muhafızlarından ve hatta Kasım Süleymani’nin sert tutumundan rahatsızlık duyanlar da dahil, Şiiler’in tamamı, bu suikastı doğrudan kutsallarına yapılan bir tecavüz olarak gördüklerinden aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp mukabele amacıyla bir araya gelmeye başlayabilirler. ABD’nin bu olayın ardından dört Haşdi Şabi yöneticisini daha vurması, Trump’ın olayları daha da tırmandırma niyetinde olduğunu, İran’ın karşı eylemler başlatması durumunda rafineleri de vurup petrol üretemez duruma getirme tehdidini gerçekleştirebileceğini gösteriyor.
ABD’de siyasetçiler basın ve kamuoyu İran konusunda ikiye bölünmüş durumda. Cumhuriyetçiler Trump’ın saldırgan politikasını haklı bulup desteklerken, Demokratlar gerilimin uzun sürecek kanlı çatışmalara yol açacağını, Amerika’nın bundan zarar göreceğini öne sürüp karşı çıkıyorlar.
İran geri adım atıp, Rusya ve Çin’in de desteğiyle olayı BM’lere ve uluslararası platforma taşır mı? Bu şu sırada zayıf bir ihtimaldir. Çünkü hem mevcut rejimin zihniyet dünyası hem de Fars milliyetçiliğinin Şiilikle harmanlanan emperyalist siyasi paradigması bu tercihi yapmaya uygun değildir. Ancak mukabeleye karar vermeleri halinde bunu hudutlarının dışında Lübnan, Irak ve belki Suriye’de uygulayarak İran’ı çatışma alanı dışında tutmaya çalışabilirler.
Trump, bölgede gerilimi barışa tehdit oluşturacak aşamaya getirebilecek eylemlerle öncelikle politik bir kumar oynuyor. Amerikan halkının milli duyguları üzerinden yaklaşan başkanlık seçimlerinde avantaj sağlamak istiyor. Bunun yanı sıra İran emperyalizminin sembolü konumundaki bir ismi bertaraf ederek Tahran’ın Şiiler üzerindeki nüfuzunu kırdığını, daha bağımsız hareket edebilmelerine zemin hazırladığını düşünüyor.
İsrail’in yanı sıra Mısır, Suudi’ler ve Körfez ülkeleri yapılanları memnuniyetle karşıladılar. Fakat bu tablonun farklı yanı da var. Irak Hükümeti, ABD’nin bölgedeki varlığı açısından çok önemli olan ülkedeki üsleri ve askeri varlığı istemeyen bir karar alıp boşaltılmasını talep ederse Amerika direnip kalmaya çalışır mı? Ortaya çıkacak uluslararası büyük baskıyı görmezlikten gelir mi? Dünya ekonomisinde yaşanması muhtemel kriz kendisini de vurmaz mı?
Türkiye, nereye kadar gideceği belirsiz olan bu gelişmelerden, özellikle ekonomik konularda ister istemez olumsuz etkilenecektir. Ancak bunun olabildiğince sınırlı kalabilmesi için son derece dikkatli bir politika izlenmesi gerekiyor. On üç yıl önce ABD-İran arasında yaşanan nükleer problemde Ankara’nın Washington’u karşısına alarak Tahran’a verdiği güçlü desteğin karşılığını bulamadığını unutmadık. PKK sorunu dahil en önemli meselelerde Tahran yanımızda ısrarla yer almadı. İran yönetimi Türkiye’yi dayanışma yapılması gereken bir komşu olarak değil geleneksel egemenlik hülyalarının rakibi gibi gördü. Ama biz meseleye farklı bakmak, rasyonel değerlendirmek durumundayız. Gücümüzün yettiği ölçüde tarafları itidalli olmaya, basiretli davranmaya teşvik etmeliyiz. İran halkının zarar görmesini asla istemeyiz. Yöneticilerinin tutumu bu tavrımızı değiştirmez; çünkü her şey bir yana, İran’da 30 milyondan fazla soydaşımız yaşıyor.