TÜRK OCAKLARININ İKİNCİ DEFA AÇILMASI VE SONRASI-1
Altmış milyon sivil ve askerin hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı, 8 Mayıs 1945’te Almanya’nın, 9 Mayıs 1945’te Nagazaki’ye atom bombası atılması üzerine Japonya’nın “kayıtsız şartsız” teslim olmalarıyla son buldu. Dünyada siyasal, sosyal, ekonomik ve ideolojik dengeler değişip “iki kutuplu” yeni bir düzen oluşurken Türkiye de doğal olarak bu gelişmelerden büyük ölçüde etkilendi.
Savaşın sona ermesine günler kala, 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ettik. Sembolik anlam taşıyan bu kararla demokrasi cephesinde olacağımızı açıklamış olduk. Böylelikle o yıl toplanacak olan Birleşmiş Milletler örgütüne “kurucu üye” sıfatıyla katıldık.
O yıl Türkiye açısından çok önemli bir gelişme daha oldu. Sovyetler Birliği, 1925’te yapılan “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması”nı, uzatılma tarihini beklemeden 19 Mart 1945’te feshettiğini açıkladı; bunun yanı sıra öne sürdüğü taleplerini kabul ettirmek amacıyla diplomatik kanallarda Türkiye’ye baskı yapmaya başladı. Moskova, Boğazlar’ın kendi kontrolüne geçmesinin yanı sıra Kars, Ardahan ve Artvin’i istiyordu. İstekleri reddedilince ilişkiler gerginleşti. Sovyetler’in yayılmacı politikasının somut bir örneği olan bu emperyalist tavır, ABD ve İngiltere’yi endişelendirdi; vakit geçirmeden Türkiye’den yana tavır alarak Sovyetler’in daha ileri adımlar atmasını engellediler.
Bu gelişmeler, Türk kamuoyunda ve gençlik çevrelerinde büyük tepki çekti; komünizmin ideolojik bir doktrin olmasının ötesinde Sovyet-Rus emperyalizminin politik aracı yapıldığı açığa çıktı. 19 Mayıs 1944’te, Cumhurbaşkanı İnönü’nün ırkçı-Turancı diyerek ağır şekilde suçlayıp cezalandırmaya çalıştığı Türk milliyetçiliği fikri, ülkemizde yeniden yükselişe geçti.
1945 yılında Türkiye’de bir başka önemli gelişme; siyasi haklar, demokrasi ve özgürlükler konularında yaşandı; çok partili döneme geçildi. Şaibeli de olsa 46 seçimlerinde muhalefetten 60 kadar milletvekili seçilip Meclis’e girdi. Türk milliyetçiliği fikri, özellikle üniversiteli gençler arasında hızla yayılmaya başladı. Komünist Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditlerinden dolayı komünizm, milliyetçi Türk gençleri için mücadele edilmesi gereken öncelikli meseleydi. Gençler, özgürlük ortamının normalleşmeye başlamasından yararlanarak örgütlenmeye başladılar 1946-47 yıllarında İstanbul’da Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilatı, Genç Türkler Cemiyeti, Ankara’da Türk Kültür Derneği (Hükûmet’in baskı yapmasından çekinildiğinden Türk Oyunlarını Derleme ve Yayma Derneği adıyla faaliyet yapıyordu.) kuruldu.
Bu kuruluşlarda yer alan ve tamamına yakını üniversite öğrencisi olan gençler, ileriki dönemlerde Türkiye’nin siyasi, fikrî, sosyal ve kültürel hayatında, akademik ve basın dünyasında ön planda yer aldılar; söz sahibi oldular; yönetici sıfatıyla etkili yerlere geldiler. Aralarında Fethi Gemuhluoğlu, Faruk Sükan, Ferruh Bozbeyli, İdris Yamantürk, Mehmet Turgut, Faruk Kadri Timurtaş, Şadi Pehlivanoğlu, Halûk Karamağaralı, M. Emin Alpkan, Galip Erdem, Gökhan Evliyaoğlu, Ömer Öztürkmen gibi isimlerin bulunduğu bu nesil, ülkemize ve milletimize hizmet etmiş, yararlı olmuş; unutulmaz bir iz bırakmıştır.
1931 yılında Türk Ocaklarının feshedilmesi üzerine Bükreş Büyükelçisi yapılan Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1944’te Türkiye’ye dönmüş; 1946 seçimlerinde CHP listesinden bağımsız milletvekili olarak Meclis’e girmişti. Ancak huzursuzdu, 1947 yılında yapılan Kurultay vesilesiyle Parti yönetimine sunduğu dört maddelik öneri cevapsız bırakılmıştı. CHP yönetimi de kendisi de ilişkilerin fiilen koptuğunun farkındaydı.
Hamdullah Suphi Bey, 1931 şartlarında emrivaki olarak feshedilen Türk Ocaklarının yeniden açılmasını istiyor; ülkedeki gelişmeleri yakından izliyordu. Önceki dönemde beraber çalıştığı arkadaşlarıyla sürekli istişare hâlindeydi. Vardıkları mutabakat neticesinde 15 Mart 1949’da düzenlediği basın toplantısında, Türk Ocağının yeniden açıldığını ve resmî açılışının 10 Mayıs 1949’da yapılacağını duyurdu. Belirtilen tarihte, Hamdullah Suphi Bey’in Ocak’a tahsis ettiği, babasından kalma konakta düzenlenen törenle yeni dönem başlamış oldu. Türk Ocağının yönetiminde, Umumi Reis Hamdullah Suphi Tanrıöver’in yanında Burhanettin Develioğlu, Dr. Hasan Ferit Cansever, Ahmet Mazhar Akifoğlu, Dr. Fethi Erden, Tevfik Noyan gibi tamamı daha önce Ocak‘ta görev yapmış olan isimler vardı. Toplantıda yayımlanan beş maddelik beyannamede, Türk Ocağının millet, milliyet, milliyetçilik, tarih şuuru, ırkçılık, dil anlayışı ve komünizm gibi konulardaki görüşleri, çalışma esasları kamuoyuna duyuruldu. Yeni dönemin ilk kurultayı (aslında 12’nci), 7 Ağustos 1949’da yapıldı. DP Genel Başkanı Celal Bayar, aynı yıl Ocak merkezini ziyaret ederek Hamdullah Suphi Bey ile sohbet etti. Kendisinin de üyesi olduğu ve bir ara yöneticilik de yaptığı Ocak ile ilgili hatıralarını anlattı, açılıştan duyduğu memnuniyeti belirtti.
Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde büyük çoğunlukla iktidara geldi. Hamdullah Suphi Tanrıöver DP listesinden bağımsız milletvekili olarak Meclis’e girdi. Siyasetteki bu değişim, toplum hayatını büyük ölçüde etkiledi. Fikir, söz, basın özgürlüğünün alanları, DP iktidarının ilk yıllarında çok genişledi. Bu yeni ortamda milliyetçi kuruluşların faaliyetleri yoğunlaştı. Farklı isimler altında faaliyetlerini sürdüren kuruluşları bir çatı altında birleştirmek maksadıyla Halûk Karamağaralı’nın başkanlığında, Milliyetçiler Federasyonu kuruldu. Bu Kuruluş’un 1 Nisan 1951’de yapılan kurultayında, üye dört derneğin (Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilatı, Türk Kültür Derneği, Genç Türkler Cemiyeti) iki ay içerisinde genel kurullarını toplayarak “Türk Milliyetçiler Derneği”ni kurmak üzere fesih kararı almalarına karar verildi. İşlemler süresi içerisinde tamamlanarak Halûk Karamağaralı’nın başkan, Abdülhadi Toplu’nun başkan vekili, Erhan Löker’in genel sekreter olduğu Türk Milliyetçiler Derneği faaliyete geçti.
Dernek, Türkiye çapında büyük ilgi gördü. İlk ve ne yazık ki son kurultayı, 24 Temmuz 1952’de, tarihî Türk Ocağı Salonu’nda, 58 şube ve temsilciliğin katılımıyla yapıldı. DP Isparta Milletvekili Sait Bilgiç Genel Başkan oldu. Dernek’in hızla büyümesi, toplantılarına katılımın fazla oluşu milliyetçilik karşıtı çevreleri rahatsız etti. Basın kanalıyla Dernek aleyhinde yoğun bir kampanya başlatıldı. İktidar da bu hareketin siyasi alana kayabileceği mülahazasıyla tedirgindi. Dernek çalışmaları, 21 Şubat 1953’te idari kararla durduruldu. Kapatılması için dava açıldı. Mahkeme 4 Nisan 1953’te şube sayısı 82’ye ulaşan Türk Milliyetçiler Derneğinin kapatılmasına, yöneticilerin 10 lira para cezasına çarptırılmasına karar verildi. Ceza 20 lira olsaydı temyiz imkânı olacaktı, kasten düşük tutularak bu yol kapatıldı. Karara gerekçe olarak Tüzük’ündeki “insanlara hürriyet, milletlere istiklal” ibaresi gösterildi. Bu ifade, Dernek’in siyasete karışması olarak değerlendirildi. Sait Bilgiç ve Tahsin Tola DP’den bir süreliğine de olsa ihraç edildiler.
Türk Ocağı, Türk milliyetçiliği fikrinin çok canlı olduğu, özellikle gençlik kesimlerinde ilgi gördüğü bu dönemde, maalesef ortamdan yararlanamadı; sönük kaldı. Bunun en önemli sebebi yeniden açılırken yöneticileri arasında gençlik kesiminden kimsenin olmaması, girişimin önceki Ocak yöneticileriyle sınırlı tutulmasıydı. Bu sınırlı görünüm, Hars Heyeti’ne ve İstanbul Şubesi yönetimine akademik çevreden çok değerli isimler alınmasına rağmen on yıl boyunca aşılamadı. Oysa ilk kuruluşun omurgasını, 190 Askerî Tıbbiye öğrencisi olmak üzere genç kesim oluşturmuştu. Yani Türk Ocağının coşkulu bir gençlik tabanı bulunuyordu. Yeni dönemde ise hareket eski Ocaklılara dayanıyordu. Devirler ve şartlar değişmiş ama kadrolar yenilenmemişti. Bir diğer sebep, Hamdullah Bey’in, şube sayısının çoğalmasına iktidarın tepkisine yol açması ihtimalini düşünerek sıcak bakmamasıydı. Şube sayısı, 1986’ya kadar onun altında kalmıştı.
1951 yılında çıkarılan kanunla CHP ve Halkevleri mülkiyetindeki taşınmazlar Hazine’ye intikal ederken Türk Ocağı’nın tarihî binası Ocak’a verildi, ancak Hazine intikali yapmadı. Hükûmet, ertesi yıl çıkardığı Kararname ile mülkiyeti vermekten kaçındı; bunun yerine Bina’nın intifa (kullanım) hakkını süresiz olarak Türk Ocağına verdi. Ancak Ocak Yönetimi, bu kararın hukuki güvence (kazanılmış hak) oluşturabilmesi için tapuya tescilinin gerektiğini maalesef düşünemedi. Hukuk güvencesinin olmayışından dolayı ileriki yıllarda büyük sıkıntılar yaşandı, sonunda Bina elden çıktı.
1954 yılında Bakanlar Kurulu, Türk Ocaklarına “Kamu Yararına Dernek” statüsü tanıdı. Aynı yıl Türk Yurdu dergisi yeniden yayımlanmaya başlandı.
1957 yılında toplanan Kurultay’da Prof. Dr. Mümtaz Turhan ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan Merkez Heyeti’ne girdiler. Ancak ihtiyaç duyulan hamle, 17 Mayıs 1959’da yapılan 16. Kurultay’da gerçekleşti. Genel Merkez Ankara’ya nakledildi. Trabzon DP milletvekili Prof. Dr. Osman Turan Genel Başkan oldu
Bu değişikliklerle beraber Ocak’ta çok faal bir dönem başladı. Türk Yurdu, çok nitelikli bir gazeteci olan Ömer Öztürkmen’in yönetiminde, basınımızda ilk defa görülen orijinal kapağıyla, sayfa düzenlemesiyle, yazarlarıyla örnek bir dergi olarak yayımlanmaya başlandı. Neşriyat Müdürlüğünü Galip Erdem yapıyordu. Gençlik Kolu kurulmuştu ve çok faaldi. Tarihî Bina’da hemen her gün çeşitli kültürel toplantılar, konferans ve seminerler düzenleniyor; Dergi’nin fakültelerde satılması sağlanıyordu. O dönemde Mehmet Çınarlı’nın başında olduğu Hisar dergisi, Ankara’daki en önemli sanat-edebiyat merkezlerinden biriydi; grup olarak Genel Merkez’e gelip sanat kolunu oluşturdular.
Genel Merkez’in yanı sıra Tarihî Bina’nın bir odasını kullanan Ankara Şubesi de bu dönemde çok faaldi. Ankara’daki milliyetçilerin önemli bir bölümü üye olmuşlardı, çalışmaları yakından takip ediyorlardı. Şube Başkanlığını Zeki Sofuoğlu’nun yaptığı yönetimde İdris Yamantürk, Mehmet Turgut, Necmettin Sefercioğlu, Necati Torun gibi camianın maruf isimleri yer alıyordu.
Türk Ocaklarının bu faal dönemi, ne yazık ki uzun sürmedi. 27 Mayıs Askerî Müdahalesi ile beraber Ocak’ta yeni bir dönem başladı. Genel Başkan Osman Turan tutuklanıp Yassıada’ya gönderildi. Askerî yönetime yakınlık duyan Prof. Dr. Necati Akder Genel Başkan oldu. Dergi’nin neşriyat müdürlüğüne Oktay Evinç getirildi. Türk Ocağında, âdeta bir şalterin inmesi gibi geleceği belirsiz bir dönem başladı.
Bu belirsiz dönem ve sonrasında yaşananlar, yazımızın ikinci bölümünde anlatılacaktır.