ERMENİSTAN-AZERBAYCAN SAVAŞI VE RUSYA İLE YAŞADIĞIMIZ JEOPOLİTİK SORUNLAR

27 Eylül sabahı, Ermenistan ordusunun Azerbaycan topraklarına, askerî ve sivil yerleşim yerlerine yoğun topçu ve havan bombardımanıyla başlayan savaş devam ediyor. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Başdanışmanı Vagarşak Arutrunyan, çatışmaların ilk gününde şu açıklamayı yapmıştı:

“Karabağ krizi nedeniyle uzun süreli bir savaşa hazırlanmalıyız. Neden mi? Zira bir kez daha söylüyorum, orada ana aktör Azerbaycan değil, Türkiye’dir. Ankara jeopolitik çıkarlarını gözetiyor. Savaşın süresi, askerî faaliyetlerin nasıl gelişeceğinden, uluslararası toplumun tepkilerine kadar birçok faktöre bağlı olacak.”

Üst düzey bir yöneticinin bu ifadeleri, Erivan’ın saldırıyı başlatırken “uzun süreli” bir savaşı göze aldığını ve “uluslararası toplum”un, daha doğrusu Rusya başta olmak üzere Minsk Grubu’nun duruma müdahale edeceğine inandığını göstermesi açısından önemlidir. Ancak Ermenilerin hesabı tutmadı. Çünkü Azerbaycan’ın askerî ve teknolojik kapasitesinin, kararlılığının önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar yüksek düzeyde olduğunu, bu tarz yeni bir saldırıya karşı nasıl, nereden ve ne tarzda mukabele edeceğini belirleyen stratejik bir harekât planının bulunduğunu fark edememişti. Paşinyan, istihbaratın başında olan kişiyi geçen hafta bu nedenle görevden aldı.

Bunun yanı sıra Erivan’ın, Birleşmiş Milletlerin ve Güvenlik Konseyinin Karabağ’ın hukuken Azerbaycan toprağı olduğunu belirten, Ermenilerin işgale son vermelerini isteyen kararlarına rağmen, 32 yıldır sorunun çözümü için ciddi bir çaba harcamayan, sadece tarafların aralarında anlaşmalarını tavsiye ederek işgalin devamına göz yuman Minsk üçlüsünün yani Rusya, ABD ve Fransa’nın, her çatışma durumunda olduğu gibi bu defa da araya girerek Azerbaycan’ın ileri bir harekât yapmasını engelleyeceği tahminleri de tutmadı. Çünkü Azerbaycan, maruz kaldığı topçu ve füze ateşine aynı tarzda cevap vermekle yetinmedi; işgal altındaki topraklarını kurtarmak amacıyla önceden planlanan kapsamlı bir harekât başlattı. Günümüzde İHA ve SİHA’ların askerî operasyonlarda ne kadar önemli ve etkili oldukları, sadece istihbarat sağlamakla kalmayıp operasyonel işlev yaptıkları, belirlenen hedefleri seri ve etkili şekilde gecikmeden vurdukları görüldü.

Bir aylık sürede iki devletin temsilcileri önce Rusya’nın, ardından ABD’nin girişimleriyle masaya oturup saatlerce süren görüşmelerden sonra, esirlerin ve sahada ölenlerin iade edilmeleri maksadıyla üç kez “insani ateşkes” anlaşması yaptılar. Fakat her defasında, imzaların mürekkebi bile kurumadan Ermenistan, ateşkesi bozmayı tercih ederek yerleşim yerlerine füze saldırıları düzenledi. Azerbaycan’ın ikinci büyük kenti Gence’ye düzenlenen iki saldırıda aralarında çocukların da olduğu on beş kadar sivil hayatını kaybetti; elliye yakın insan yaralanırken çok sayıda bina ve iş yeri hasar gördü. Son olarak Berde’ye yapılan füze saldırısında üç sivil şehit oldu. Bu tarz füze saldırıları sık sık tekrarlanıyor, can kayıpları maalesef artıyor.

Azerbaycan’ın kararlı bir şekilde sürdürdüğü harekâtın bilançosu, Ermenistan'ın ağır bir yenilgiye uğradığını, silahlı kuvvetlerinin büyük kayıplar verdiğini gösteriyor. Azerbaycan Savunma Bakanlığından yapılan açıklamalarda, tahrip edilen yahut ele geçirilen tank sayısının iki yüz elliden fazla olduğu, S-300 füze rampası dâhil çok önemli savaş aracının, uçak ve helikopterin kullanılamaz hâle getirildiği, bunların maddi değerinin üç milyar dolara yakın olduğu belirtildi; Erivan’dan bu açıklamalara itiraz gelmedi.

Bakanlık, bir hususa haklı olarak dikkat çekiyor; bütçesi ve ekonomik gücü son derece sınırlı olan Ermenistan, büyük bir maliyeti olan, kendi parasıyla kesinlikle alamayacağı bu kadar silah ve malzemeyi nereden buluyor, ona kimler ve ne maksatla yardım ediyor? Bu soruların cevabını Cumhurbaşkanı Aliyev, “Ateşkes isteyenler Ermenistan’a silah gönderiyor, listesi bende var.” diyerek vermiş oldu.

İran Ne Yapmak İstiyor?

Azerbaycan’dan yapılan açıklamalarda, Karabağ’da şimdiye kadar dört kentin, üç kasabanın ve yüz yetmişten fazla köyün işgalden kurtarıldığı belirtiliyor. Bu arada İran sınırının Azerbaycan tarafından kontrol altına alınması, stratejik bir başarıdır. Tahran yönetiminin ülkedeki 35 milyon Azerbaycan Türk’ünün talebine rağmen, Ermenistan’ın işgalci politikasına açık bir eleştiri yapmaktan kaçınması, Minsk üçlüsü devletlerin ağzıyla tarafların sorunu masada görüşerek çözmelerini önermesi, Erivan’a örtülü destek anlamına geliyor. Tahran, Azerbaycan’ın gasp edilmeye çalışılan haklarını, askerî bir başarıyla almasını istemiyor. Bunun doğal olarak Azerbaycan Türkleri arasında var olan milliyetçi fikir ve heyecanları, birleşme isteklerini güçlendirmesinden, birleşme eğiliminin etnik ve siyasi bir soruna dönüşmesinden korkuyor; fakat artık yıllardır izlediği bu kaypak politikayı aynı çizgide sürdürmesinin mümkün olmadığını gördüğünden, iki tarafın da razı olacağı iddiasıyla bir teklif yapmaya hazırlandığı duyuluyor. Bunun içeriği henüz açıklanmış değil. Ancak Karabağ’da geri adım atmamakta ısrarlı olan Ermenilerin teklife sıcak bakmaları için Azerbaycan’ın taviz vermeye ikna edilmesi gerekiyor. İşgal altındaki topraklarını kurtarmak için otuz yıldır çalışan, zafere çok yaklaşan, Cumhurbaşkanı Aliyev’in ağzından defalarca kalıcı bir çözüm için Ermeni askerlerinin bölgeyi boşaltmasını “tek şart” olarak öne süren, uluslararası hukuk açısından haklı olduğunu herkesin kabul ettiği Azerbaycan, bu tarz tekliflere elbette razı olmayacaktır. Tahran, girişiminde samimi ise, adil bir çözüm istiyorsa Aliyev’in Dağlık Karabağ’a genişletilmiş özerklik verilebileceğine ilişkin önerisini desteklemeli; Bakü’den bundan daha fazlasını istemeye kalkmamalıdır.

Ermenistan Kışkırtıcılık Yapıyor

Dağlık Karabağ’da bozguna uğrayan Ermenistan, yerleşim yerlerine, sivillere topçu ve füze saldırıları düzenleyerek sinir harbi yapıyor. Azerbaycan, çok akıllı bir strateji uygulayarak harekâtı sadece işgal altındaki topraklarında sürdürüyor. Böylelikle Rusya-Ermenistan askerî anlaşmasının uygulanmasına gerekçe vermemiş oluyor. Paşinyan iktidarının, yüzünü ABD ve Batı’ya çevirmesine tepkili olan, Kafkasya’da yeni bir Gürcistan olayı yaşamak istemeyen Moskova, savaşta taraf konumuna girmek niyetinde değil. Putin çatışmaların Ermeni topraklarında cereyan etmediğini, aralarındaki Güvenlik ve Askerî İşbirliği Anlaşması’nı kapsamadığını açıkça ifade etmişti. Erivan bu durumu değiştirmek, Azerbaycan’ı saldırgan taraf konumuna getirmek, dış müdahaleye ortam hazırlamak için Azerbaycan’ı kışkırtarak çatışmaları Karabağ’dan ülkenin içerisine kaydırmaya çalışıyor.

Rusya İle Jeopolitik Rekabet Hâlindeyiz

Rusya, Türkiye’nin tavrından son derece rahatsız; Ankara-Bakü arasındaki güçlü dayanışmanın savaşın seyrini nasıl değiştirdiğini görüyor. Bunun “arka bahçe” olarak gördüğü Kafkasya ve Türkistan’da emsal olmasını istemiyor; 17. asırdan beri sürüp gelen bölgesel hâkimiyetini kaybetmekten korkuyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Lavrov, “Rusya hiçbir zaman ‘Türkiye, Moskova’nın stratejik ortağı.’ demedi. Karabağ konusunda Türkiye ile bizim pozisyonumuz farklı." diyerek bu duruma açıklık getirdi. Aliyev’in Türkiye’nin masadaki görüşmelerde mutlaka yer alması gerektiği hususundaki istekleri, hem Rusya ve ABD-Fransa hem de İran tarafından kesinlikle kabul görmüyor; Ankara devre dışında bırakılarak Azerbaycan yalnız bırakılmak isteniyor.

Rusya’nın stratejik ortak olmak bir yana, Türkiye’nin beka meselesi olarak gördüğü bazı temel konularda jeopolitik bir rakip olduğunu, bu tavrının tarihî, kültürel ve siyasal derinliğinin bulunduğunu görmek zorundayız. S-400’leri almamızın kime yarar sağladığı ortada; nükleer santral inşaatıyla, enerji konusundaki bağımlılığımızla, ticari ilişkilerdeki dengesiz tabloyla Rusya büyük kazanımlar sağlarken tek tesellimiz turizm görünüyor. Yaz aylarında PKK-YPG temsilcileri Moskova’da üst düzey diplomatik temsilciler olarak ağırlanmadılar mı? Libya’da Türkiye’nin desteklediği UMH’yi yıkmaya çalışan Hafter’in liderliğindeki grubu, Rusya paralı askerleriyle ve her cinsten silah vererek destelemiyor mu? Suriye’de rejimin en güçlü desteği Rusya değil mi? Geçen hafta Rus uçakları, İdlib’deki rejim karşıtı gruplardan birinin eğitim kampını bombaladı; çok sayıda insan hayatını kaybederken yerleşkede ağır hasar oluştu. Bombalanan grubun Türkiye’nin de karşı olduğu radikal El Nusra ve uzantılarıyla, türevleriyle bağlantısı bulunmuyor. Tam tersine bu grup, sürekli Türkiye’nin yanında yer aldı; Suriye’deki operasyonlarımıza, içerisinde yer alarak destek sağladı. Moskova, bu durumu elbette biliyor; ama klasik Rus yöntemini uygulayarak Kafkasya’daki tavrımıza cevabını İdlip’de “gözdağı” tarzında vermiş oluyor. Rusya, Karabağ sorununun rızası dışında bir noktaya evrilmemesi için elinden geleni yapacaktır. Türkiye kilit ülke konumunda olduğundan muhtemelen başka tepkilere de muhatap olacaktır. Bu tarz ihtimalleri dikkate almalı, gücümüzü son derece dikkatli ve verimli kullanmalıyız. Dış politikamızda son yıllarda hızla yükselen tansiyon, pek çok ülkeyle gerilim yaşamakta oluşumuz, diplomatik üslupla bağdaşmayan söylemler, duyguların aklın ve basiretin önüne geçmesi bizi tehlikeli bir yalnızlığa itiyor. İç siyasetle ilgili hesaplar bir kenara bırakılmadıkça bu açmazdan kurtulamayız.

Bölge politikalarında böylesine zıddiyeti olan iki ülkenin “stratejik işbirliği” yapabileceğini düşünenler hayal görüyorlar. Moskova, kesinlikle güvenilir bir muhatap olamaz. Ancak küresel nükleer bir güç olan, enerji zengini bölgede etkili bir ülke olan Rusya ile ilişkilerimiz sıcak tutulmalı; gerilimden kaçınılmalı; ticari, ekonomik ve sosyal ilişkilerin güçlendirilmesine çalışılmalıdır. Bunlar yapılırken iki ülke arasında jeopolitik rekabetin bulunduğu gerçeği daima hatırlanmalıdır.

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Dağılan İmparatorluk’un külleri arasından Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde, çok zor şartlarda yürütülen ve zaferimizle sonuçlanan Millî Mücadele’nin ardından fiilen kurulmuş olan Devlet’in adının hukuken ilanı gerekiyordu. Türkiye, her bakımdan halkın egemenliğine ve iradesine dayanan Cumhuriyet yönetimine hazır hâldeydi. TBMM’de, 29 Ekim 1923’te Mustafa Kemal Paşa’nın yönlendirmesiyle Cumhuriyet ilan edildi. Bizlere bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurup miras bırakan aziz ecdadımızı, Mustafa Kemal Paşa ile asker ve sivil bütün mücadele arkadaşlarını bir kere daha rahmetle, şükranla, saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun.