HER ŞEYE RAĞMEN KİTAPLAR YAZILIYOR, BASILIYOR VE OKUNUYOR

Dört yıldır hızlı bir yükselme seyri izleyen enflasyona bağlı olarak kâğıt ve baskı fiyatlarının artmasına rağmen piyasada farklı yayınevlerinin çıkardığı çok sayıda kitap bulunuyorsa; bunlar yayımlanıyor, alınıyor ve okunuyorsa bu durum, düşünce hayatımızda hâlâ sağlam bir damarın olduğu anlamına geliyor. Masamın üzerinde bulunan kitaplar arasında Şerafettin Yılmaz’ın başkanı olduğu Vakıf’ın yayımladığı kitapları ayrı bir yazı konusu yapmak istiyorum. Çünkü on iki cilt hâlinde yayımlanan bu kitapların gerek konuları gerekse yazarları özenle seçilmiş; Vakıf, Kültür Bakanlığının ve millî hassasiyete sahip bazı işadamlarımızın desteğiyle Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı vesilesiyle millî kültürümüz, tarihimiz ve düşünce hayatımız açısından çok yararlı bir hizmet yapmış oluyor. Diğer kitaplar ise şiir, hikâye, roman ve yakın tarihimizle ilgili değişik konuları içeriyor.

Ötüken Neşriyat, Mehmet Ali Kalkan’ın “Gök Aradık Tuğlara" isimli ilk şiir kitabının ardından “Ufuklar Ardı Bizim" isimli ikinci kitabını da yayımladı. Şiirimizde 12 Eylül öncesi dönemde ülkücü-milliyetçi duygu, düşünce ve heyecanları dile getiren, okuyanları duygulandıran, düşündüren şairlerimiz ve onların oluşturduğu millî, hamasi şiir geleneğimiz vardı. Darbe dönemindeki uygulamaların etkisiyle düşünce hayatımızda yaşanan yozlaşma, bu damarı önemli ölçüde tıkadı. Ancak Mehmet Ali Kalkan'ın kitaplarındaki ruh ve heyecan, tarihimizden esintiler, Korkut Ata’ya atıflar, Yunus Emre’ye dokunuşlar geleneğin her şeye rağmen tükenmediğini işaret ediyor.

Kalkan, Türkçeyi ve yedili heceyi çok ustaca kullandığından mısralarının arasında mükemmel bir ses uyumu ve mana bütünlüğü sağlıyor; duygularını okuyucusuyla ustaca paylaşıyor. Yüksek bir tarih bilinci ve kültür birikimine sahip olması, şiirlerine fikrî muhteva kazandırıyor:

“Öte eyleyip şerleri

Yürüdü Oğuz erleri

Dua ettiğim yerleri

Ötüken bilişim ondan.

Erenlerin nefesinde

Kalemlerin “nun” sesinde

Kılıçların gölgesinde

Huzurlu kalışım ondan.”

Çeşitli ülke sorunlarının etkisiyle karamsar olabildiğimiz günümüz ortamında, Mehmet Ali Kalkan’ın şiirleri zevkle okunabilir. Bunların çoğu rahatlıkla bestelenip türkü olarak da söylenebilir. Umarım bunu yapanlar çıkar. Türk şiirine zenginlik katan, ülkücü duygu ve heyecanları taşıyanların varlığını hatırlatan Mehmet Ali Kalkan'ın aklına, yüreğine zihnine sağlık diliyorum.

Ötüken’in son yayınları arasında, Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz’un “Arızalı Aşklar” isimli hikâye kitabı da var. Filiz Hoca kitabında, ustalık gerektiren ve çok az denenen değişik bir anlatım tarzını tercih etmiş; 151 sayfalık kitapta 154 küçük hikâye yer alıyor. Bu hikâyelerin tümünde kadınla erkek arasında Âdem ve Havva’dan beri yaşanmış olan hissî ve psikolojik ilişkiler, evlilik sorunları akıcı bir dille anlatılıyor. Bunların derlenip toparlanması, kitap hâline getirilmesi kolay bir iş değil; her şeyden önce çok sayıda insanla, olayla muhatap olmayı gerektirir. Filiz Hoca’nın hastanedeki yoğun meşgaleleri arasında bunu yapmış olması, alkışlanacak bir başarıdır.

Türk Ocakları Genel Merkezinin bu yılki Ayvaz Gökdemir Edebiyat Armağanı'nı, hikâye dalında Necdet Ekici’ye vermesi çok isabetli bir karardır. Çünkü Ekici, Ömer Seyfettin ve Refik Halit Karay gibi usta hikâyecilerimizin Mustafa Kutlu ile birlikte günümüzdeki en başarılı temsilcilerinden biridir. Akıcı bir üslubu vardır. Konu olarak seçtiği insanları ve yerleri iyi bildiğinden olaylarla bağlantılarını başarıyla kurabiliyor. Kendi ailesinden edindiği folklorik unsurlardan da yararlanması, anlatımına kendine özgü bir çeşni katıyor. Kısacası Necdet Ekici, her yönüyle “millî ve yerli” sıfatını hak eden bir yazarımızdır. Bana imzaladığı Nazlı Senem adlı kitabındaki Azerbaycanlı genç kız ile Bakü’ye 1918’de onları kurtaramaya gelen Türk-İslam ordusundan bir asker arasında yaşandığı tahayyül edilen aşk hikâyesi, onun imaj ve retoriğinin zenginliğini gösteriyor.

Hayati Tek, araştırmacı gazeteci kimliğinin yanı sıra usta bir yazardır. Son iki romanı “Müftü” ve “Nusret”in konularını, Millî Mücadele döneminden seçmiş; Müftü Mustafa Vehbi Efendi, o çileli dönemde İspir ve çevresindeki insanların tanıdığı, sevip saydığı bir din adamı. Onun, Birinci Cihan Savaşı’nda Rusların Ermenilerle birlikte işgal ettiği İspir’in kurtuluşu için meslekten bir subay gibi halkı nasıl organize ettiği, ustaca yönettiği, Doğu’da Millî Mücadele’nin ne zaman ve hangi şartlarda başladığı ayrıntılarıyla anlatılıyor. Hayati Tek, bu romanını yazmak için bölgeyi köy köy gezip incelemiş; yaşayanların hatıralarını dinlemiş; o dönemle ilgili yazılanları taramış. Dolayısıyla roman şahıslarıyla, mekânı ve olaylarıyla belgesel bir nitelik taşıyor.

Nusret, bilindiği gibi Çanakkale Deniz Zaferi’nin kazanılmasında büyük rolü olan mayın gemimiz. 1955’e kadar Deniz Kuvvetlerinde hizmet verdikten sonra “terhis” edilip yük gemisi olarak kullanılıyor. 1989’da yıpranıp su yüzünde kalamaz duruma geldiğinden batıyor. On yıl denizin dibinde kaldıktan sonra çıkarılıyor ve kesilip jilet yapılmasına karar veriliyor. Ancak durumdan haberdar olan Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, tarihî bir simge olan geminin yok edilmesini önlemek için devreye giriyor. Tarsus Belediye Meclisinin kararıyla gemi satın alınıyor. Aslına uygun tarzda onarıldıktan sonra Tarsus Çanakkale Parkı’nda özel olarak hazırlanan yere taşınıp müze hâlinde ziyaretçilere açılıyor.

Hayati Tek, bütün bu süreci belgeleri inceleyerek, ilgililerle konuşarak roman hâline getirmiş. “Nusret” romanı, Tarsus Belediyesinin Çanakkale Boğazı’nı “geçilmez” hâle getiren kahraman ecdadımıza gösterdiği vefanın, hürmetin anlamlı bir hikâyesidir.