Sorun Tam da Bu İşte: Türk’ün İslam Davası
Sayın İbrahim Karagül, Doğu Türkistan meselesi ile daha önceki talihsiz yazısına gelen tepkiler üzerine bir yazı daha kaleme aldı, ama maalesef yine meseleye ön ayak olan herkesi zan altında bırakan ifadeler kullandı. Kendisi, ”kimler, kimlerin düdüğünü çalıyor, biz bunu iyi biliriz” diyor. Kendi gazetesi de dâhil, basında, hükûmete yakın gazetelerde yazan muhafazakâr İslâmcı kimliği ile tanınan yazarlar da dahil olmak üzere, ama özellikle Türk milliyetçilerinin sahip çıktığı bir meseleden bahsediyoruz. Onun için de toptancı hükümlerle şaibe yaratmak yerine kimlerin kastedildiği net ve açık bir şekilde yazılmalıdır.
Sayın yazarın, Türk ve İslam dünyası için her cephede at koşturmuş bir Osmanlı Cihan Devleti zihniyetine sahip Şehit Enver Paşa’yla, elbette mücadelesini hararetle desteklediğimiz ama tek hedefi sadece Filistin davası olan Hamas’ın manevi lideri mücahit Şehit Şeyh Ahmet Yasin’i birbiriyle kıyaslaması da isabetli değildir, zira bu iki mücadele arasında mahiyet farkı vardır. Birisi sadece Filistin davasıdır, diğeri ise İslam dünyasının bütününün kurtuluş davasıdır. Üstelik Filistin davasında da kimler kimlerin düdüğünü çalıyor diye sorup araştırılırsa; oranın da, tıpkı Afganistan gibi, kendi içinde pek çok sorunu barındırdığı görülür. Dahası Mısır’a, Ürdün’e, Arap dünyasının herhangi bir yerine en entelektüellerine bile sorulsa? Kaçının İslam dünyası gibi bir davası vardır? Kaçının ufku, Enver Paşa’nın veya bugün bile sıradan, ideolojik ümmetçiliğe/ulusalcılığa/komünizme bulaşmamış bir Anadolu Türkünün ufku kadar geniştir?
Maalesef bu meselede milliyetçi veya muhafazakâr kesimden bazı isimlerin de benzer tavırlar sergilediğini gördük. Tarih boyu, diğer Müslümanların çoğu etnikçilik yaparken dünyaya ümmet ve millet nedir öğreten bir toplumda ütopik ümmetçilik ve ütopik milliyetçilik yaparak ‘bu ülkede en iyi milliyetçiliği de biz yaparız’ gibi söylemlerle, ikide bir ‘bilmediğiniz şeyler var’ söylemine sığınmanın inandırıcılığı yoktur. Elbette her olay, kendi içinde değerlendirilmelidir. Sayın yazarın, bugüne kadar Mavi Marmara gibi, kimin sponsor olduğu çok net bilinen ve devletimiz izin vermediği halde hem birçok insanımızın katledilmesine hem de ülkemizin başının belaya sokulmasına sebep olan bir olay hakkında hiç böyle şeyler yazdığını hatırlamıyoruz. Öyleyse, birtakım duyarlı insanların yıllardır Çin’in yaptığı zulümlere ses çıkarmaları neden rahatsızlık yaratıyor? İçlerinde elbette dezenformasyon yapanlar olabilir? Her olay, birileri tarafından çok rahat kullanılabilir. Ama unutulmasın ki, Çin’in yaptıklarının üstünü kapatmak ve ses çıkarmamak da birileri tarafından çok rahat kullanılabilir ve kullanılıyor da. Onun için tek istediğimiz şey, mazlum bir milletin çığlığına cevap verilmesi. Ukrayna’ya giden Sayın Cumhurbaşkanımızın, orada Rusya ile olan işbirliğimize rağmen, Kırım meselesine değinmesi bir sorun yarattı mı? Elbette hayır. Türk insanının tek istediği ve karakterinde olan şey mazluma kol kanat gerilmesidir. Myanmar’a kadar bütün mazlumlara ses çıkaran, dünyanın beşten büyük olduğunu haklı bir şekilde haykıran bir Türkiye’nin, 35 milyon nüfusunun 3-4 milyonunun nazi kamplarından işkence gördüğü Doğu Türkistan konusunda sessiz kalması şaşırtıcıdır. Daha da şaşırtıcı olanı, orada her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranan ve bizim de böyle davranmamızı isteyen içimizdeki Maocu komünist ümmetçilerin propagandalarının tesirinde kalınmasıdır. Türkiye, sadece Atlantik etkisinde kalmayacak kadar bağımsız bir ülkedir, ama en az onun kadar Rusya ve Çin ile yaptığımız işbirliğinden Avrasyacılığa (Çin ve Rus Avrasyacılığı) kaydığımızı düşünerek sevindirik delisi olan ulusalcılarımızın ve Maocularımızın zannettiği gibi Rus ve Çin emperyalizmine de hayır diyebilecek güçte bir ülkedir. Yine Türkiye, içimizdeki ütopik ümmetçilerin bizi soktuğu hilafetçi yaklaşımın etkisindeki “Yeni Osmanlılık” rüyasına kapılmayacak kadar da akıllı ve bilinçli olmalıdır.
Bizim istediğimiz şey; mazlumun sesine, bir çift sözle de olsa, uluslar arası toplumda destek olmak, haber kanallarımızda Doğu Türkistan’daki acıyı duyuran faaliyetlere yer vermek suretiyle acıyı paylaşarak azaltmaktır. Daha somut olanı ise, bize sığınan Doğu Türkistanlıları desteklemek, kendi imkânlarıyla bu ülkeye sığınan ve sağdan soldan topladıkları burslarla üniversite okumaya çalışan çok sayıda genç Doğu Türkistanlı’ya Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kurumlarca destek vermektir. Çünkü genelde hiçbir destek verilmemektedir. Şimdi biz soruyoruz: Biz düdük falan çalmıyoruz. Biz, acıyı dillendiriyor, mazluma destek veriyoruz. Şunu da hatırlatırız ki, İstanbul işgal edildiğinde ilk kapatılan kurum, kurulduğundan beri emperyalistlerin yegâne düşmanı olan Türk Ocakları’dır. Çünkü bizim için bağımsızlık esastır. Biz, Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi adı altında medeniyet coğrafyamıza yönelik tahripkâr siyasetine ve o çerçevede PKK’yı desteklemesine de, Çin’in dünya egemenliği hedefi üzerinde engel olarak gördüğü Doğu Türkistan’ın Müslüman Türk kimliğine yönelik saldırılarına da aynı şekilde karşı çıkmayı millî, İslâmî ve insanî bir görev biliriz.