Dersim'in Tarihinden Ders Almak
Dersim, tarihte hiçbir zaman bir şehir ve kasaba karşılığı kullanılmadı. Çoğu zaman coğrafi bir isim, Osmanlı’nın son dönemine doğru da Harput'a bağlı bir sancak ismi olarak kullanıldı. Tarihte bazı küçük kesintili dönemler hariç, hep Türk hâkimiyetine kaldı. Türkmenlerin ve bilhassa Alevi-Bektaşi kültürünün merkezi oldu. Aslında hep devlet yanlısı Horasan kültürü hâkimdi, ancak zamanla bozuldu. Bunun temel sebebi; bölgedeki feodal yapı, halkın cehaleti, aşiret çıkarları, eşkıyalık arzusu; sözde seyitlerin, şeyhlerin ve ağaların şahsi çıkarları, vergi vermeme istekleri, otoriteye başkaldırma emelleri; İngiliz, Fransız ve Ermenilerin gizli çabaları, coğrafi çetinlik ve devletin beceriksizliği vb.leridir. Saydığımız bu sebeplerden dolayı Osmanlı'nın yeterli otoriteyi tesis edecek politikalar üretememesi ve daha başka birçok sebeple Dersim bölgesinde tarih boyu aşiretler arası kavgalar bitmemiş; hem Osmanlı’ya hem Türkiye Cumhuriyeti’ne sıkıntılar yaşatan isyanlar gerçekleşmiştir. Bölgedeki esas olay, derebeylerinin, masum halkı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasıdır. Hatta bu derebeylerinin, sözde seyitler ve şeyhlerin, bunu yaparken bilhassa Osmanlı’nın son döneminde, Ermenilerle de işbirliği içerisine girdikleri olmuştur. Bu tarihî süreçte elbette devlet yanlısı aşiretler olmuşsa da mevcut otoritesizlik içerisinde, bu aşiret yöneticileri diğer aşiretlerce her fırsatta ortadan kaldırılmıştır. Bu yüzden başta Osmanlı dönemi olmak üzere bölgeye birçok tedip ve ıslah hareketi, askerî müdahale yapılmıştır.
Osmanlı belgelerine bakıldığında bölgedeki bazı aşiretlerin yaşam tarzının; eşkıyalık, haydutluk, gasp, adam öldürme, dessaslık, vergi vermeden ve otoritesiz yaşama isteği olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Osmanlı'nın burada bir türlü tam hâkimiyet sağlayamaması ve isyan eden aşiret yöneticilerini tekrar bölgeye yönetici tayin etmesi de en büyük hatası olmuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte saydığımız sebepler perdelenerek önce İngiliz destekli sözde hayali bir Kürt İslam (!) devletine, daha sonraları da, yine dış çabalarla, PKK ve Marksist, Komünist yapılar arasındaki örgütsel nikâhlarla yine bölücü, fantastik komünizm özyönetim isteklerine dönüştürülmüştür. Gerçekte, Dersim'de değişen bir şey yoktur. Osmanlı dönemindeki adi suçlar, sözde İslami ve özgürlükçü, halkçı kılıfa bürünmüştür. Şeyh Said gibiler bayraklaştırılmış ve hatta amaçlar doğrultusunda her grup tarafından dönüştürülmüştür. Bu yüzden bölge, Cumhuriyet döneminde Türk devletiyle problemi olan ve devleti ele geçirmek isteyen bütün komünistlerin, Marksist yapılanmaların, Aydınlıkçıların, PKK benzeri her türlü etnikçilerin, dış mihrakların, özyönetim meraklılarının ve siyasal İslamcıların üzerinden bölücü ve kirli emellerini gerçekleştirdikleri ve tarihini istedikleri gibi çarpıttıkları bir üsse dönüştürülmüştür.
Dersim bölgesindeki Türk kültürü ve din anlayışı merkezli Horasan kültürü, Alevi-Bektaşi geleneği dönüştürülmeye çalışılıyor. Bölge, hızlı bir şekilde Kürtçülüğün ve Komünizmin merkezine dönüştürüldü. Bunu çözebilseniz bu kez arkadan yine bölücü ruhta bir siyasal İslamcı Kürtçülük yeşerecek. Osmanlı'nın bölgedeki yüzlerce yıllık ihmalini Cumhuriyetimiz de, maalesef, devam ettirdi. Bölgeden uzun süre vergi ve asker bile alamayan Osmanlı, bölgenin tekdir ve nasihatle adam olmayacağını, şımarık ve eşkıya ruhlu kötü niyetli bazı derebeylerinin ve sözde seyitlerin, sözde şeyhlerin güzel sözden anlamayacağını çok geç de olsa anladı, ama anladığında çok geç kalmıştı. Artık kendi başının çaresine bakmaya başladığı bir döneme girmişti. Türkiye, Osmanlı'nın derebeyleri, sözde seyitler ve sözde şeyhler ile ilgili son dönemdeki bu geç idrakini iyi anlamıştı ama yine de sadece askerî ve güvenlik tedbirleriyle bu iş çözülemezdi. Üstelik genç Türkiye Cumhuriyeti de iç ve dış düşmanlarla, cahil, yobaz, bölücü ve ahmaklarla mücadele etmekten ve başka gailelerden ve yine Osmanlı’da olduğu gibi politikasızlıktan, bölgede gereken şeyleri yapamadı. Bugün artık çok yönlü uygulamalara gidilmelidir. Öncelikli olarak Osmanlı layihalarında da geçen “suçların cezasız kalması” ve suçluların mecliste siyaset yoluyla affedilmesi sorunu hukuki bir şekilde halledilmeli; bölge, çağdaş derebeyliklere, ütopik komünistlerin özyönetim heveslerine ve Sevr'i uygulamak isteyen Kürdistan hayali kuran sözde İslami ve gayr-ı İslami bölücülüğe kurban edilmemelidir. Yoksa ataların dediği gibi, “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur”.