Ocağımız... Yüreğimiz...

Yüreklerde kök bağlayıp yaşayan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim
‘Ezel’den ‘ebed’e müjde taşıyan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim


Abdurrahim Karakoç

 

Biz de bu ülkü sevdasıyla düştük ocağın yollarına… Her gelişimizde bu yolları, bu heyecanla arşınlayışımız bundandır.

 

Sabahın erken saatleri… Ocağın kapısına yaklaştıkça her bir adımımı daha büyük atmaya çalışıyorum. Nihayet geldiğimdeyse buz gibi olmuş parmaklarımla tam kapıyı açmaya yelteniyorum ki kardeşlerim benden önce davranıp içerden açıyorlar kapıyı. Sıcacık gülümsemeleriyle karşılıyorlar beni.

 

En üst kata; akademi derslerinin yapıldığı yere çıkacağız birazdan. Bilerek geride kalıp yavaşlatıyorum adımlarımı. Güne, giriş kattaki Galip Erdem salonunun kapı aralığından süzülen Türk’ün nağmeleriyle başlamak ayrı bir haz veriyor bana. Kimi zaman Yahya Kemal’den kimi zaman Dede Efendi’den… Kimden olursa olsun Türk Müziği Topluluğumuz sabahın bu saatlerinde bizi sesleriyle başka diyarlara götürmeyi başarıyor.

 

Birinci kata çıkar çıkmaz Mehmet Akif Okur Hoca’nın sesi koridorda yankılanıyor. Lisansüstü öğrencilerinin oluşturduğu okuma grubu,  sohbetine başlamış bile. Erol Güngör okumalarından sonra Nevzat Kösoğlu’ndan devam ediyorlar bu ara. İçeri girip Akif Hoca’yı dinlemek, hele ki kitap söz konusu olunca daha da dayanılmaz bir istek halini alıyor ama yukarıda beni bekleyen başka bir program var. 

 

Bugünkü akademi programında İbrahim Maraş Hoca’mız konuşmacı. Salona geçer geçmez çantamı bir kenara atıp sunulacak ikramlara yardım etmek için mutfağa koşturuyorum. Arkadaşlar benden erken davranıp çoktan hazırlamışlar. Hocamıza da ikram edip, sıcacık çaylarımızı yudumlayarak başlıyoruz derse. Konumuz “Türk İslam Medeniyeti”.

 

Yüzyıllar boyu sürüp gelen devlet felsefemiz, Nizam-ı Âlem davasının “Güneş tuğumuz gök çadırımız olsun!” sözüyle somutlaştığını anlatıyor bize İbrahim Hoca. Farabi’den, İbn-i Sina’ya bilime ve felsefeye nizam verişimizi, Orta Asya ve Balkanlar’dan Arap Yarımadasına kadar karış karış her toprağa hoşgörüyü ve adaleti hâkim kıldığımızı söylüyor. Bu mucizenin “Türk kanıyla İslam dininin kaynaşmasından doğduğunu” ekliyor.

 

Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan ara veriyor hocamız. Kapıdan tam çıkmak üzereyken Asuman Sunguroğlu Hocamla karşılaşıyorum. Belli, bir acelesi var. Proje ekibinin toplantısı olacakmış meğer. Bizlere de bir merhaba dedikten sonra diğer “Ocaklılar” gibi işinin başına koşturuyor.

 

İbrahim Hocamızın yanından ayrılırken az sonra başlayacak olan Ocakbaşı Sohbeti’ni kaçırmamak için aşağıya hücum ediyoruz. Birçoğumuz daha öğlen yemeği yemediğinin farkında bile değil. Yüreklerde aynı ülküye inanmışlığın heyecanı açlığı da unutturuyor demek ki…

 

Kaç saattir yorulmadan oradan oraya koşturan kardeşlerimizle gelen misafirleri karşılıyoruz şimdi de. Her birine kocaman gülümsüyoruz. Ocağımızda, yüreğimizde onlara da yer gösteriyoruz. Program başlamak üzere… Hocalarımız en ön safta yerlerini almış. Basın ve iletişim birimiyse her zamanki gibi kameramanı, fotoğrafçısı ve haber yazarıyla yerlerinde hazır bekliyorlar.

 

Tarihin derinliklerinden sonra güncel, günümüz siyasetiyle ilgili bir konu karşılıyor bizi Ocakbaşı’nda. 7 Haziran seçimleriyle daha da zor bir döneme giren ülkemiz 1 Kasım’da erken seçime gitti. Kemal Görmez Hocamız tam da bu konuyu, 1 Kasım seçimlerini ve seçmen davranışını konuşuyor bizimle.

 

Ocakbaşı Sohbeti çıkışında, evlerimize doğru gitmeye hazırlanırken bir burukluk oturuyor gönlüme. Birden, yarın akşam Cengiz Dağcı Yazarlık Okulu olduğunu hatırlıyorum. Bu hatırlayış, yüreğimdeki burukluğu dağıtıyor ve belli belirsiz gülümsetiyor.

 

Çıkarken hala birkaç odada toplantılar sürüyor. Ocaklılar aynı şevkle çalışmaya devam ediyor.

 

Bu şevkimiz ve heyecanımız hep sevdamızdandır. Sevdamız 190 Tıbbiyeli gencin 103 yıllık emanetine sahip çıkma davasıdır. İmanımız,  Aziz Türk milletine ve bu topraklar uğrunda şehit olanlara inancımızdandır.

 

Biz kaldık ki,
Bu Allah'ın davasında
Bu Türklük davasında
Bu Vatan davasında
Biz kaldık sevdiklerimizle beraber

 

Âşık Sefai