Mezarlıkta Buluşa(bile)n Ülkücüler
Bugün 12 mart 2014… Diğer günlerden ne farkı var diye düşünebilirsiniz. 2003 yılından beri her 12 martta merhum Galip Erdem’in dostlarının kabrindeki kadirşinaslığına şahit oldum. Her yıl gençlerden az da olsa yeni katılımlar oluyor. Bu yıl da kabristanda Galip Erdem’i yazılarından ya da büyüklerinin sohbetinden tanıyan üniversiteye yeni başlamış gençler de vardı. Farklı yaş kuşağından bu davaya gönül veren herkesin belki de ender müşterek paydalarından biri haline geldi Galip Erdem… Ama bir o kadar da düşündürücü bir durum dikkatimi çekti. Mezarlıkta aynı duaya amin diyen bu kalpler yılın geri kalan 364 gününde neden bir araya gelmezler? Dünyevi telaşlar bahanesi olamaz. Tanışmamaları da imkan dahilinde olmadığına göre geriye bir seçenek kalıyor. Merhum Galip Erdem’in mezar taşındaki veciz beyit; “asıl noksanımız yeterince sevmesini hala öğrenememiş olmamızdır”. Birbirini sevme konusunda bu kadar hasis davranan bir camianın bu milleti kucaklaması nasıl mümkün olacak? Bunu küreselleşme çağındaki sosyologların ciddi bir şekilde tahlil etmesi gerekiyor. Galip Erdem ile ilgili yakın dostları ve sevenleri her yıl kabristan ziyareti sonrası bir araya gelir. Kısa ama anlamlı bir tören yapılır. Mutad olduğu üzere bu yılda yapıldı. Ancak 2 haftadır duyuru yapılmasına ve mezarlıktaki dua merasimi sonrası hatırlatılmasına rağmen o topluluktan anma töreni davetine icabet edenlerin sayısı hazirunun dörtte biri kadardı. Mesaisi olup işine gücüne, okuluna gidenler elbette mazurdur. Ya diğerleri? Herkes kendini daha fazla yakın hissettiği cemiyetin sıcak çayını yudumlamaya gitti. İşte milliyetçiliğin günümüzdeki hali pür melali… 1970’li yıllarda toplumdaki karşılığı sadece %3,5 oranında iken bu devletin gündemini belirleyen ülkücüler şimdi neredeler? Nicelik ve imkan bakımından bugünkü durumumuz 70’li yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde geliştiği halde toplumdaki yansıması her geçen gün zayıflayan bu camia mensupları neyi nerede eksik bırakmaktadır? 35 yıl önce idelaizmi için anadan, babadan, yardan geçen bir ağabeymiz kabristandan ayrılırken “beni de buraya bir an önce kaldırsanız çok mutlu olurum” derken özeleştri mi yapıyordu yoksa ümidini yitirmiş bir insanın hazin portresini mi çiziyordu? İnsan hayal etmeyi bıraktığı gün ölür derler. Milliyetçilerin geçmişte hayalleri vardı. Soğuk savaş döneminde “Esir Türkleri” kurtarmayı Kızılelması haline getiren bu idealistlere ne oldu? Ulubatlı Hasan’ın burçlara diktiği bayrağın kumaşından olan bu gençler bugün neredeler? Soğuk savaş sonrası milliyetçiler küreselleşme anaforunda savrulurken yeni metaforlar üretemeyip sermayeyi tüketti mi?. Mazinin şerefli hatıraları bir noktadan sonra kendi çocuklarında bile hak ettiği karşılığı bulamayınca belki de sükûtu hayale uğradılar. Şerefli bir mücadelenin asil ruhlu neferleri gönül koymakta kendilerince haklıdır. Ama milliyetçiliği bugünkü nesle çağın idrakine uygun yöntemlerle söyletemeyen çileli insanlar ve münevverler de hali hazırdaki durumun baş müsebbibi değil midir?
Türkiye’nin kritik bir dönemeçten (ikiyüz yıldır kritik dönemeci atlatamadık) geçtiği bu günlerde önceliklerini belirleyemeyen, devletin ve cemiyetin çözülmesine zemin hazırlayacak gelişmeleri görmezden gelen, içten ve dıştan çözüm adı altında çözülmeye doğru itilen, hırsları aklının önüne geçen bir toplum halinde uçurumun kenarına doğru hızla ilerliyoruz. Türk Milliyetçileri olarak “dağı delip demiri eriterek sınırlarımıza hapsolduğumuz bu durumdan bizi kurtaracak bir Ergenekon ruhuna” ihtiyaç duymaktayız. Ve bu Ergenekon’un kodları 12 martı bize anlamlı kılan iki fikir adamı Akif ve Galip Erdem’in vazettiği satırlarda gizlidir. Ülkücünün fikir çilesini çağın idrakine söyletebildiğimiz gün bu dava yeniden bayraklaşacaktır.