Ermeni Tehcirinin Sebepleri
Bazı çevreler tarihi olayları; belli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirerek, kendi içinde tutarlılığı olan bir bütün olarak ele almak yerine, Ermenilerin işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanmakta ve tarih 1915’e hapsedilmektedir. Adeta Osmanlı Devleti’nin herhangi bir sebep yok iken Ermenileri 1915 yılında tehcire tabi tuttuğu şeklinde bir anlayış ortaya çıkarılmaktadır. Dolayısı ile Ermeni meselesinin bir sonucu olan sevk ve iskan yani tehcir gündemde tutulmakta ve tartışılmaktadır. Bu yaklaşımla, Ermeni tarafında oluşan ve propaganda ile birçok ülkeye sirayet ettirilen tek taraflı bir hafıza oluşturulmuştur. Bu hafıza adeta siyasi bir iman haline getirilmiştir. Bu sebeple Ermeni konusunda sadece yaşanan olayların bir sonucu olan 1915 olaylarına odaklanmak yerine, tehcire giden süreçte Osmanlı coğrafyasında yaşanan olayları, büyük devletlerin politikalarını, toprak kayıpları sonucu yaşanan katliam ve göçleri, Ermeni örgütlerinin çıkardığı isyanlar ve sonuçlarını geniş bir tarihi perspektifle ele almak gerekir.
19. yüzyılda meydan gelen siyasi, iktisadi ve sosyal değişme ve gelişmeler bütün dünyada köklü değiştirici etkisini gösteren sanayileşme ve iktisadi siyasi emperyalizm ile Fransız İhtilali sonucu doğan ve gelişen milliyetçilik hareketleri 19. yüzyılda geleneğe bağlı devlet ve toplumları esaslı bir şekilde değişmeye zorlarken, tesirleri 20. yüzyılda da devam etmiştir.
Avrupa’da meydan gelen bu gelişmeler çok milletli Osmanlı Devletini de etkilemekte gecikmemiştir. Osmanlı yönetiminde din, kültür ve gelenekleri korunan Gayr-i Müslim toplumlar; Fransız İhtilali sonrasında gelişen milliyetçilik fikirlerinin büyük devletlerin Osmanlı Devletini parçalama çabalarıyla birleşerek yayılmasıyla devlete karşı isyanlara başlamışlardır. Nitekim 1804’te başlayan Sırp İsyanını, 1821’de Yunan İsyanı takip etmiş ve daha sonra Bosna-Hersek, Karadağ, Eflak-Boğdan, Girit ve Bulgar isyanları meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti Tanzimat reformları ile bütün unsurların eşitliğine dayanan Osmanlılık veya İttihad-ı Anasır politikası ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler arasında eşitlik yaratmayı ve siyasi birliği ortak Osmanlı vatandaşlığına oturtmayı amaçlayan bir üst kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Ancak büyük devletlerin desteğini alan Balkan toplumlarında siyasi talep çıtaları giderek yükselecek, imparatorluk içinde tutmak mümkün olmayacaktır. Çünkü Osmanlı Devletinin bir iç problemi olarak doğan ve bu isyanları bastırmak için harekete geçen Osmanlı yönetimi, karşında büyük güçlerden birisini veya birkaçını bulmuş, onların mücadelesi ile iç isyan niteliğindeki olaylar uluslar arası bir kriz niteliği kazanmıştır. Böylece Balkan toplumları önce muhtariyet daha sonra da bağımsızlık kazanmışlardır. Ancak bu süreç Osmanlı coğrafyasında büyük acılara yol açmış, çok kanlı olmuştur.
Bu süreçte 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı ve savaşın sonunda imzalanan Berlin antlaşması Osmanlı Devletinin dağılma ve parçalanma merhalelerinden en önemlisini teşkil etmiştir. Bu savaş sonucu Balkan topraklarının önemli bir kısmı kaybedilmiş, bu bölgelerde yaşayan çok sayıda Türk ve Müslüman katliama maruz kalmış veya elde kalan topraklara sürülmüştür. Daha önce toprak kayıpları sonucu Kırım, Kafkasya ve Balkanlarda başlayan göçler 1877-78 Osmanlı- Rus savaşı sırasında ve sonrasında hızlanmıştır. 1912-13 Balkan Savaşları sonucu Rumeli’nin tamamen kaybedilmesiyle bu katliam ve göçler artmış, I. Dünya Savaşı sürecinde devam etmiştir. Nitekim Justin McCarthy 1821-1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman’ın göç etmek zorunda kaldığını, beş buçuk milyon kişinin de katliam, açlık ve hastalıktan ölmüş olduğunu vurgulamaktadır. Kemal Karpat ise Cumhuriyet’in ilk dönemlerine kadar Türkiye’ye gelen göçmen sayısının yedi milyon civarında olduğunu vurgulamaktadır. Bu rakamlar Osmanlı coğrafyasında en vahim katliam ve sürgün olayının Türk ve Müslümanların başına geldiğini göstermektedir.
İşte Ermeni Meselesini ve tehcir olayını bu büyük tablo ve konjonktür içinde görmek ve değerlendirmek gerekir. Çünkü Balkan milliyetçiliklerinin stratejisini izleyen Ermeni milliyetçileri de önce Avrupalı devletlerin himayesinde reform istemek, arkasından gene onların desteğiyle özerklik almak ve bu özerkliği genişleterek bağımsız devlet olmak istiyorlardı. Nitekim 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşmasının 16., Berlin Antlaşmasının ise 61. maddesiyle Osmanlı Devleti, Vilayet-i Sitte yani altı vilayet denilen Doğu Anadolu’daki vilayetlerde Avrupalı devletlerin (özellikle Rusya ve İngiltere) nezareti ve kontrolü altında Ermeniler lehine ıslahat yapmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece Ermeni konusu uluslararası bir mahiyet kazanmış, büyük devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine müdahale ve baskı aracı olarak kullandıkları bir mesele haline gelmiştir.
Berlin Antlaşması ile büyük devletlerin destek ve himayelerini elde eden Ermeni milliyetçileri, kendilerinden önce bağımsızlık hareketine girişen Balkan toplumları gibi aynı yolu izleyerek Doğu Anadolu’da önce özerk, daha sonra bağımsız bir Ermenistan kurmak amacıyla harekete geçmişlerdir. Ancak Ermeniler, Sırp ve Yunanlılar gibi Osmanlı Devletinin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip değillerdi. Bu sebeple Bulgarların Türkleri katlederek veya sürgün ederek Tuna vilayetini bir Bulgar ülkesi haline getirmesini gören Ermeniler, aynı şeyi kendilerinin de Doğu Anadolu’da başarabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu amaçla ihtilalci-silahlı terörizmi mücadele metodu olarak seçen örgütler kurarak ( Hınçak, Armenikan ve Taşnak Komiteleri) 1890 yılından itibaren başta Doğu Anadolu bölgesi olmak üzere birçok yerde 40 civarında isyan çıkarmış ve terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu isyanlara rağmen, Ermeni toplumunun bir bölümünün Osmanlı Devletine sadık olduğu, Ermeni komitelerinin onlara da baskı ve terör uyguladığını belirtmek gerekir. Ayrıca çok sayıda Ermeni bakan, milletvekili, büyükelçi, paşa, akademisyen, doktor, gazeteci ve hukukçunun Osmanlı Devleti’nin hizmetinde çalıştıkları ve bu görevlerine I. Dünya Savaşı başlarına kadar devam ettiklerini hatırlamak gerekir.
Ermeni komitelerinin çıkardıkları isyanları bahane eden büyük devletler Ermeniler lehine ıslahat yapılması için Osmanlı devletine baskılarını artırmışlardır. Ancak Balkanlarda olduğu gibi Doğu Anadolu vilayetlerini özerkliğe götürecek ıslahat projeleri büyük oranda Padişah II. Abdülhamit tarafından reddedilmiş, sadece Ahmet Şakir Paşa’yı Anadolu’da ıslahatı gerçekleştirmek üzere Doğu vilayetleri genel müfettişliğine atamakla yetinilmiştir. Bu sebeple Ermeni komitecileri 1905 yılında II. Abdülhamit’i de öldürmek amacıyla suikast düzenlemişlerdir.
II. Meşrutiyet’in ilanı sürecinde gerek II. Abdülhamit yönetimine karşı Jön-Türklerle yapılan işbirliği, gerekse meşrutiyetten sonra seçimlere birlikte girmeleri sebebiyle kısmen sakin bir dönem olmuştur. Ancak 1909 Adana olayları işbirliği ve sakin ortamı bozmuş, Balkan Savaşlarında alınan ağır yenilgi, Ermeni Komitelerinin Avrupalı devletlerin desteğiyle toprak kazanma ve ülke kurma konusunda faaliyetlerini artırmalarına yol açmıştır.
İsyanlar, katliamlar, büyük devletlerin reform baskıları sonunda Ermenilerin siyasi hedefi olan, Osmanlı topraklarından ikinci bir Bulgaristan çıkarma projesine dönüştü. Nitekim 8 Şubat 1914 tarihinde Doğu Anadolu vilayetlerinde Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını öngören Yeniköy Antlaşması’nı Osmanlı hükümeti büyük devletlerin baskısı ile imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşmaya göre; Doğu Anadolu, biri Erzurum, Trabzon ve Sivas; diğeri Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Bunların başına iki yabancı müfettiş getirilecekti. Bu müfettişler (Norveçli Binbaşı Hoff ve Hollandalı Westenek) beş yıl süre ile bölgelerindeki adli, idari işler ile polis ve jandarmayı denetleyecekler, gerekirse askeri kuvvetleri kullanabileceklerdi. Memurlar hakkında takibat yapabileceklerdir. Ayrıca herkes resmi daire ve mahkemelerde kendi dilini kullanabilecek, askerlik görevini ait olduğu müfettişlik mıntıkasında yapacak, idare meclislerinde üyeler yarı yarıya Müslim ve Gayri Müslim halktan oluşacaktı. Bu antlaşmada Islahat yapılacak vilayetlerin (günümüzde 20’den fazla ili kapsamakta) açıkça Osmanlı egemenliğinden çıkarılmaya çalışıldığı görülmektedir. Ermeni komiteleri de antlaşmayı kendilerini bağımsızlığa götürecek önemli bir adım olarak görüyor ve eylemleri ile Rusya’nın Doğu Anadolu’daki beşinci kolu olmaya hazır olduklarını gösteriyorlardı. Çünkü Ermeni örgütleri Rusya ile işbirliğinin kendilerine vaat edilen özerkliği ve bağımsızlığı getireceğini düşünüyorlardı. Talat Paşa, Ermeni komite ve siyasi liderlerini Rusya ile işbirliğinden vazgeçirmeye çalışmış, ancak ikna edememiştir.
Birinci Dünya savaşının başlaması Ermeni Milliyetçileri tarafından amaçları olan bağımsız Ermenistan’ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüş, silahlı isyanlara tekrar başlamışlardır. Savaşın başlarında doğrudan Rus ordusuna katılan Ermeni gönüllüleri olduğu gibi, Antranik ve Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan gibi kişilerin komutasında Ermeni gönüllü alayları da Ruslarla birlikte savaşmışlardır. Aralık 1914- Ocak 1915 tarihinde Osmanlı ordusunun Sarıkamış’ta yenilmesine paralel olarak Zeytun, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Muş, Sivas, Van çevresinde isyanlar artmış, Rus işgali altında bulunan Kars ve Ardahan’da 30,000 Müslüman Ermeni Komiteleri tarafından öldürülmüştür. Osmanlı Devleti bu isyanları başlangıçta idari ve askeri tedbirlerle önlemeye çalışmıştır. 27 Şubat 1915’te ordudaki Ermeni askerlerinin silahsızlandırılması kararı alınmış, 24 Nisan 1915 tarihli genelge ile Ermeni Komiteleri kapatılmış, elebaşları tutuklanmıştır. Bu genelge ile İstanbul’da komite mensubu 235 kişi tutuklanmış, Ermeni komiteleri kapatılmış, çok sayıda silah yakalanmış, İstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde de 321 örgüt üyesi tutuklanmıştır.
Rus ordusunun Doğu Anadolu’da ilerlemesi, Çanakkale Savaşları ile İstanbul’un tehlike altına girdiği bir dönemde Zeytun, Bitlis, Siirt, Muş ve Erzurum’un ardından Van isyanı patlak vermiş ve şehir Ermeni öncü kuvvetlerinin desteği ile Ruslar tarafından ele geçirilerek yıkılmış, 30,000 civarında Müslüman öldürülmüştür. Rus birlikleriyle ortak hareket eden Ermeni gönüllü alaylarının öncelikli hedefi bu bölgeleri ele geçirip Ermenistan olarak düşündükleri vilayetlerden kurtarılmış bölge oluşturmaktır. Kars ve Ardahan’da başlattıkları katliamları Van’da devam ettiren Ermeni Komitecileri 1915 yılı ve sonrasında Doğu Anadolu bölgesinde binlerce Müslüman’ı katletmişlerdir. Ermeni Komiteleri ve gönüllü birlikleri sadece Rusya değil, İngiltere ve Fransa ile de işbirliği yapıyorlardı. Adana Dörtyol’da İskenderun civarında düşman donanmaları tarafından casusluk etmek üzere gönderilen Ermeni komitacıları yakalanmıştır. Çünkü bu sırada İngiltere ve Fransa’da Ermeni gönüllü birlikleri oluşturmuş, bu birliklerin yardımıyla İskenderun’a çıkarma planı yapmışlardır. Cemal Paşa, bu teşebbüsün bölgeyi Osmanlı yönetiminden koparacak ciddi bir olay olduğunu kaydetmekte, Zeytun ve Urfa isyanlarını bu plan ile ilişkilendirmektedir. Görüldüğü gibi Ermeni isyanları Rus ve İngiliz savaş stratejileriyle uygun düşüyordu.
Bu şartlar altında 27 Mayıs 1915’te Sevk ve İskan Kanunu çıkarılmış, 30 Mayıs’ta da Meclis-i Vükela kararı ile tehcirin nasıl yapılacağına dair esaslar belirlenmiştir. Bu kanunla Ermeniler, savaş bölgesinin dışında ülkenin daha güvenli olan güney bölgelerine sevk edildiler. Sevk ve iskan kararı başlangıçta cephelerin güvenliğini tehlikeye düşürecek bölgelerde uygulanmıştır. Ancak Ermenilerin Bursa ve civarında isyan çıkarmaları Adapazarı, İznik, Bahçeçik ve Kayseri’de bomba ve silahların yakalanması, Boğazlıyan’da Ermeni çetelerin saldırıları, Sivas ve Urfa’da olayların bastırılamaması, İngiltere ve Fransa’nın İskenderun limanından çıkarma planları yapması gibi sebeplerle sevk ve iskan iç ve batı bölgelerine de genişletilmiştir. Buna rağmen tehcir bütün Ermenileri kapsamamıştır.
Osmanlı hükümeti I. Dünya Savaşı’nın olumsuz şartları içinde tehciri uygularken Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanması konusunda gerekli tedbirleri almıştır. Ancak alınan tedbirlere rağmen, bazı bölgelerde olumsuzluklar yaşanmış,Ermeni kafilelerine saldırılar olmuştur. Bu sebeple Osmanlı hükümeti tarafından taşrada kafilelere saldıran, mallarını gasp eden, kanun dışı davranan ve yetkilerini kötüye kullanan devlet görevlileri ile çetecilik yapan 1673 kişi 1915-1916 yıllarında Divan-ı Harplerde yargılanarak idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.
Tehcir, yukarıda anlatılan tarihi süreç içinde Ermeni örgütlerinin çıkardıkları isyanların ve yaptıkları katliamların I. Dünya Savaşı içinde artması ve düşman ordularıyla yaptıkları işbirliğine karşı geçici bir tedbir olarak alınmıştır. Ermenilerin, tehcir edilmesinde dönemin büyük devletlerinin politikalarının da önemli rol oynadığını vurgulamak gerekir.
Tehcirin önemli sebeplerinden birinin Anadolu’nun daimi bir şekilde Türkler ve Ermeniler arasında parçalanmasının önüne geçmek olduğu açıktır. Osmanlı hükümeti; Balkanları kaybetmeyi bir ölçüde kabul etmek zorunda kalmış, ama devletin ana gövdesi olan Anadolu’nun da yarısına yakınının elden çıkmasına engel olacak meşru tedbirleri almaktan geri kalmamıştır.
[2] Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün(1821-1922),Çev: Bilge Umar, İstanbul: İnkılap Yayınevi, 1998, s.1
[3] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu, Demografik ve Sosyal Özellikleri, Çev: Bahar Tırnakcı, İstanbul: Yurt Yayınları, 2003, s.15-16
[4] Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları için bkz. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C.I, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fak. Yayınları, 1953, s.387-401,403-424
[5] Geniş bilgi için bkz. Osmanlı Belgelerinde Ermeni İsyanları, C.I, (1878-1895), C.II,(1895-1896), C.III,(1896-1909),C.IV,(1909-1916), Ankara: Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, 2008;2009
[6] Ali Karaca, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa (1838-1899), İstanbul: Eren Yayıncılık, 1993
[7] I. Dünya Savaşı sebebiyle uygulanamayan bu proje için bkz. Zekeriya Türkmen, “İttihat ve Terakki Hükümetinin Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Projesi ve Uygulamaları (1913-1914)”, Ermeni Araştırmaları, ,Sayı: 9, (Bahar-2003), s.41-75
[8] Yusuf Sarınay, 24 Nisan 1915’te Ne Oldu? Ermeni Sevk ve İskanının Perde Arkası, İstanbul: İdeal kültür yayıncılık, 2012, s.183-200
[9] Bu katliamlar I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam edecek, katledilen Müslüman sayısı 520.000’e ulaşacaktır. Bkz. Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, C. I-II, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, 2001