Terörizm, Feodal Yapı ve Demokrasi
Türkiye tam bir kıskaç içine alınmış durumda. Bir taraftan terör saldırılarına hedef yapılıyor. Bir taraftan feodal düzen kendini korumak için direniyor. Hatta yeni şartlara göre kendini geliştiriyor. Bir taraftan da modern toplumun ulaştığı demokratik sistem yerleştirilmeye ve yürütülmeye çalışılıyor. Bu arada terörist faaliyetleri sürdürenlerin istekleri “demokratik talepler” olarak lanse ediliyor ve hükümetler buna uymaya zorlanıyor. Tam bir kıskaç ve tam bir çelişkiler yumağı. Batılıların “paradoks” dedikleri cinsten.
29 Mart mahalli seçimleri bu paradoksun en bariz yaşandığı zeminlerden birisi oldu. Örnek çok fazla. Her fırsatta PKK terör örgütünün uzantısı gibi davranmayı marifet bilen bir siyasi parti bu seçimlerde başarılı olmakla övünüyor. Bazıları da bunu büyük tehlike olarak yorumluyor. Tabii ki tehlike ama farklı boyutta. Acımasız terör tehdidi karşısında nasıl bir demokratik seçim yapıldığını kimse sorgulamıyor. Hatta öyle bir hava estiriliyor ki, bölge halkı neredeyse oylarıyla bölücülüğü taçlandırdı. Sanki demokratik sistemlerdeki gibi hür iradelerini kullanan bireyler tercihlerini böyle kullandı. Ne diyelim “buna kargalar bile güler”.
Türkiye batılılaşmaya ve modernleşmeye başladığı iki asırlık süreç boyunca çok mesafeler aldı. Ama bu mesafe Türkiye halkının hepsinde aynı derecede yaşanmadı. Bölgeler ve sosyal kesimler arasında ciddi farklılıklar oluştu. Özellikle Anadolu’nun Ankara’dan itibaren doğu kesiminde bu farklılaşma bariz şekilde yaşandı. Bu bölgede siyasi yönelişlerde onun için muhafazakâr eğilimler ilgi gördü. Bir anlamda batılılaşma tarzındaki bir modernleşmeye üstü kapalı bir direnç görüldü. Fakat doğal mecrasında devam eden sosyal değişme buraların yapısını da yerinden oynattı. Artık eski sosyal hayat ve sosyal yapı yok ortada. Ülke geneline kısmen demokratikleşen bir toplum oluşmaya başladı.
Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı güneydoğu bölgesinde ise değişime direnen farklı unsurlar devreye girdi. Bunların başında aşiret yapısı geliyor. Ardından bu aşiret yapısına dayalı varlığını sürdüren şeyhlik sistemi yer alıyor. Buna bir de eğitimsizlik ve diğer problemler eklendiğinde içinden çıkılmaz bir manzara ortaya çıkıyor. Bu bölgeden yetişen insanların demokrasinin temel birimi olarak modern birey haline gelmelerinin zorluğu açık şekilde görünüyor. Bu manzara içinde nasıl bir demokrasi oyunu oynandığını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Tekrar seçimlere dönecek olursak, kendinizi o bölgede yaşayan birisi yerine koyarak düşünmeniz süreci anlamanızı kolaylaştırır. Çözülmekte olan bir geleneksel yapı içindesiniz. Bireysel tercihte bulunmak istiyorsunuz ama etrafınız çember içinde sarılmış durumda. Bir tarafta sizi zapt altında tutmaya çalışan bir aşiretiniz var, diğer tarafta umut ve tehdidi bir arada sunan terör örgütü var. Bu arada iktidar nimetlerini hoyratça kullanan şark kurnazı mahalli politikacılar ortada dolaşıyor. Hür iradeniz bu demokrasinin neresinde yer alır dersiniz. Son noktada silahların ve tehditlerin gölgesinde bir modern demokrasiden ve birilerinin zaferinden bahsetmek abesle iştigal olur.
Bu manzarayı göz önünde tutmadan buradaki problemin çözümünden bahsetmek mümkün değildir. Çözüm olarak Türk milletinin önüne konmaya çalışılanlar ard niyetli önerilerdir. Dünyanın hiçbir yerinde terör örgütü veya silahlı güç ortadan kaldırılmadan normalleşme olmaz. Bu devlet açısından da o bölgede yaşayan vatandaş açısından da böyledir. Önce insan iradesine ipotek koyan unsurlar bertaraf edilmelidir. Kolektivist yapılar modern demokrasiye uygun değildir. Şahsiyetli bireyler grup kolektivizmi içinde kaybolmazlar. Aksine kendi hür fikirlerini geliştirirler ve iradelerini ortaya koyarlar. Bu iradenin yönetime yansımasıyla demokrasi kurulur. Yoksa aşiret reisinin, şeyhin, başkanın veya silah gücünün tehdidinin sandığa yansıması demokrasi değildir. Bu durum olsa olsa totaliter sistemlerde olur. Bunun için mutlaka devlet boyutu gerekmez. Lider olarak da mutlaka Tito, Hitler veya Stalin aranmaz.
Türkiye ciddi boyutta bir değişim süreci yaşıyor. Bu yeni bir durum değil. Bu değişimin yönü maalesef medeniyet yarışında bizim önümüze geçmiş olan batı dünyasına dönük. Onun için Osmanlı’dan beri Türklerin modernleşme ve ilerleme hamleleri “Batılılaşma” olarak yorumlanmış. Demokrasi de bu değişim sürecinin bize sunduğu imkânlardan birisi. Bu imkânı Türk milletinin “muasır medeniyet seviyesi” ülküsüne ulaşmak için kullanmamız gerekir. Birilerinin bu silahı kendi kendimizi vuracak bir araç haline getirmesine izin verilmemeli. Ortada modern demokrasinin şartları yokken, silah gücüyle bazı talepler dile getirilmesi ve bizden demokrasinin gereği gibi haklar istenmesi abestir. Ortada değişimin getirdiği sancılar vardır. Bu sancıları etnik bölücülük problemi haline getirenleri iyi tahlil etmek gerekir. Bazılarının “kürt meselesi” diye ısrarla ısıttıkları meselenin altında Türkiye’nin engellenmesi projesi olduğu açıktır.
Türkiye’de modern zamanlarda Türk milletini oluşturan birçok farklı sosyolojik unsur vardır. Kürtler de bu unsurlardan birisidir. Kürtlere olduğundan farklı bir konum yüklemek, tarih içinde kurulmuş mevcut toplumsal sistemi bozar. Bugün bunun sancıları çekilmektedir. Kürtler Türk toplumunun sosyolojik bir parçasıdır. Dün tarih sahnesinde bu bütünlük defalarca ispat edilmiştir. Kürtler, Türklerin yeni karşılaştıkları veya ele geçirdikleri bir topluluk değildir. Böyle muamele etmek tarihe ve sosyal gerçekliğe haksızlıktır. Problem, bölgede hakim olan feodal sistem üzerinde meydana gelen ani sosyal değişme sürecinin ortaya çıkardığı travmalardan kaynaklanmaktadır. Bu travmalar çok çeşitli ve çok boyutludur. Derin ve detaylı sosyolojik tahliller gerektirir.
Doğruluğun ve gerçekliğin peşinde olan hakiki aydınlar meselenin bu boyutunu mutlaka göz önünde tutuyorlar. Ama aydın rolü oynayan birtakım yazarlar kendi şahsi takıntılarından hareket ediyorlar. Hakikat kaygısı duymuyorlar. Kimisi gençliğinde zehirlendiği Marksizm ideolojisinden, kimisi yabancı fonların getirdiği menfaat cazibesinden, kimisi asker ve devlet kompleksinden, kimisi de ayrı bir millet yaratma hayalinden kaynaklanan davranışlar sergiliyor. Bu davranışların her birinin farklı gerekçesi olmasına rağmen ortakmış gibi görünmesi aslında Türkiye’nin yaşadığı aydın probleminden kaynaklanıyor. Çünkü bu tipler farklı konularda da Türklüğün aleyhine ne varsa sahip çıkıyorlar. Adeta marazi birer Türklük takıntısı yaşıyorlar. Bu durum da travmatik olarak adlandırılabilir.
Okuyucu travma kavramını kolaycılık olarak yorumlayabilir ama bu kavram konunun analiz gerektiren sıkıntılı yönlerine işaret ediyor. Normal dışılığa işaret ediyor. Normal sosyal değişme yaşanan yerde marazilik yoktur. Normal aydın olanlarda da aynı şekilde problem yoktur. Farklı fikirler ileri sürseler de bu insanlarla tartışılabilinir. Meramınız anlatılabilir. Ama travmatik marazi tipler zihinlerindeki başka hesaplara göre davrandıkları için sizi dinlemezler ve diyaloga yanaşmazlar. Üstüne üstlük sizi suçlarlar. Bu tiplerle ilgili birçok yazar örneği sayabiliriz.
Sonuç olarak Türkiye’nin modernleşme süreci devam ediyor. Demokrasi problemini bu süreçle paralel düşünmek gerekir. Terör ve grup baskısı bu süreci engellemektedir. Türk milletinin gelişmesi, ilerlemesi, güçlenmesi ve yeni bir medeniyet hamlesi yapması ayakbağı suni problemlerinden ve engellerden kurtulmasına bağlıdır. Türk milletinin şerefli birer üyesi olan farklı etnik sosyal gruplar da bu şuur içinde medeniyet yarışında üstlerine düşen görevleri yerine getirmeleri beklenir. Bu medeniyet hamlesi herkese layık olduğu insani yaşama ortamını sağlayacaktır. Hatta Türkiye’yi sınırları dışında yaşayan, mazlum, adalete ve korunmaya muhtaç insanlar için de bir umut haline getirecektir.