GENÇLİĞİ MARKSİZM’E GÖTÜREN NEYDİ?
Bir televizyon kanalında yakın tarihimizdeki acı olaylarla ilgili çarpık yansıtmalar bazı tartışmalara yol açtı. Önce bir aşk hikâyesi olarak başlayan dizinin ilerleyen bölümlerinde ülkede yaşanan çatışma dönemini sol grubun mazlumluğu ve haklılığı üzerinden işlenmeye başladı.
Belki reyting kaygısı, belki nostaljik takıntılar veya başka hesaplar ile hala acıları üzerimizde taze olan bir dönemle ilgili çarpıtmalar yapıldı. O dönemin Marksist militanları son derece masum ve hak arayan eylemciler olarak gösterildi. Adeta gençlere 40 yıl sonra sanal bir model sunulmaya çalışıldı.
Konu üzerine birçok yazı yazıldı, yorum yapıldı. Son olarak Milliyet gazetesinde Taha Akyol, fazla eleştiri yapmadan ve şirinlik emareleri içinde bir değerlendirme yaptı(13.05.08). Özellikle 40 yıllık bir sürecin insanlara çok şey öğrettiğinin altını çizdi. Aynı günü akşamı Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında konu ele alındı. Eski tüfek solcular CNN Türk televizyonunda Deniz Gezmiş merkezinde 40 yıl öncesi gençliğinin devrimciliğini tekrar masaya yatırdılar. Hasan Cemal gibi vicdanını sesini dinleyen ve özeleştirisini yapan bir eski solcu yanında, Oral Çalışlar gibi hala haklılığını savunmaya çalışan bir sosyalist ne kadar objektif olunabilirse, konu üzerinde konuştular. Konuşmaların satır aralarında soğukkanlı ve akılcı yaklaşımlardan çok, duygusal hatıralar hâkimdi.
Yakın tarihin doğru değerlendirilmesi Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemlidir. Önemli olduğu kadar da zordur. Konu hakkında mutlaka sosyolojik tahliller yapılmalıdır. Eylemlerin ve fikir hareketlerinin içinde yer alan insanların görüşleri son derece önemlidir. Ancak bu görüşler mutlaka süzgeçten geçirilmeli ve kamuoyu ile öyle paylaşılmalıdır. Duygusal değerlendirmelerde insanların yanlış yaptıklarını itiraf etmeleri ve objektif olmaları çok zordur.
Televizyon programında 40 yıl öncesinin komünist hareketlerini ve eylemleri değerlendiren konuşmacılar, bugün aynı noktada olmamalarına rağmen savunma psikolojisi sergilediler. O günün şartlarında gençlerin sosyalist-komünist olmaları gerekliymiş ve eylemlerinde haklılarmış gibi bir manzara göstermeye çalıştılar. Ülkeye büyük acılar yaşatan ‘Marksist hareket’, onlara göre masum bir gençlik hareketiydi: “Çocuklar romantik bir yurtseverlik(!) duygusu içinde fikir tartışmaları yapıyorlardı. Kimseye dokunmuyor, kimseyi rahatsız etmiyor, kimsenin tavuğuna “kış” demiyorlardı. Lakin faşist TC (!) ve faşist ülkücüler bunlara zulüm yaptı.” El insaf…
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının devrimcilik adına Marksist-Leninist bir silahlı kalkışmaya girişmeleri ne kadar çabuk unutuldu. Bireysel olarak adam öldürdüğü sabit olmaması masum durumuna düşürebilir mi? Kendi ifadeleriyle Deniz Gezmiş on binlerce genci meydanlara ve eylemlere sevk edebilen bir lider değil miydi? Silahlı terör örgütlerinin liderleri de silâhı kendileri kullanmazlar ama kimse onlara masum gözüyle bakmaz. Yargı kararı bugünün şartlarında tartışılabilir ama masumlukları asla… Belki oyuna getirildiler, kandırıldılar, yoldan çıkarıldılar gibi komplo teorileri kullanılabilir ama buna da efsanelerinin çökeceği düşüncesiyle taraftarları izin vermez.
Taraftarlar rahatsız olsa da bizim Türkiye’deki Marksist ve komünist hareketlere yol açan gelişmelere dikkat etmemiz gerekmektedir. On binlerce gencin kanına giren, ülkeyi çatışmalı ortamın içine sürükleyen, milletine ve devletine düşmanlaştıran bir ideolojinin yeşermesini sağlayan uygun iklim nedir? Tarihi süreç nasıl bir seyir takip etti ki, Türk kültür ve medeniyetinden uzak bir nesil kendi milletine bu kadar yabancılaşabildi? Bir yabancı ideolojiyi hayatlarının merkezine taşıyarak, anlamlar yüklemeye ve bir dava olarak benimsemeye niçin giriştiler? Bu soruların cevabını aramak zorundayız. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının neden böyle bir bataklığa battıklarını ve pek çok insanı da batırdıklarını doğru analiz etmemiz gerekir. Bu soruların cevabı, komünist sistemin çökmesi, ideolojisinin iflâs etmesi, komünistlerin büyük çoğunlukla iddialarından vazgeçmeleri gibi olgularla birlikte değerlendirilince son derece önemlidir.
Rahmetli Erol Güngör hocanın milliyetçiliği kültür değişmesi bağlamında açıklaması, bize bu konuda da son derece güçlü bir çerçeve sunmaktadır. Osmanlı’dan beri devam eden Batılılaşma serüvenimizde zaman zaman kendi kültürümüzden kopmalara sebep olan kırılmaların bazı sorunlara yol açmış olması normaldir. Eğer nesillerinizi kendi kültürünüzün ve değerlerinizin gerçekliği içinde değil de, Batı kültürünün hümanist-aydınlanmacı yönünün etkisiyle yetiştirmeye çalışırsanız birçok problemle karşılaşırsınız. Marksizm’in ülkemizde bu kadar revaç bulması, büyük ölçüde, yaşadığımız tarihi süreçte kültürel devamlılığın olmamasına ve modernleşme adına Batı kültürü enjekte edilmesine bağlanabilir.