ALEVİLİK TÜRKLÜĞÜN İÇİNDE Mİ, DIŞINDA MI?
Alevi-Bektaşi Federasyonu 9 Kasım 2008 Pazar günü bir gösteri düzenledi. Federasyon başkanı Ali Balkız amaçlarını, “Cemevlerinin ibadet merkezi olarak tanınması, zorunlu din derslerinin ve Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, Madımak Oteli'nin müzeye dönüştürülmesi" gibi temel talepler olarak beyan etti. Ama bu görünür amaçlar diğer Alevi gruplarını ve örgütlerini tatmin etmedi ki, mitinge katılmak bir tarafa ciddi eleştirilerde bulundular. Demek ki görünür görünmez taleplerle tartışma yaratan bir adım atılmış oldu.
Miting sonrasına gelen günlerde ise Radikal gazetesinde eski Cumhuriyet yazarı Oral Çalışlar bir Alevilik yazı dizisi yayınladı. Çalışlar’ı biz düşüncelerini hala muhafaza eden dogmatik bir Marksist olarak tanıyoruz. Nedense Oral bey Türkiye’nin Kürt meselesi ve Alevi meselesi ile yakından ilgileniyor. Yazarın mutlaka bir bildiği vardır ama biz de bazı konuları bilmek istiyoruz. Alevilik Türklüğün bir parçası mıdır, yoksa değil midir? Madem konu bugünlerde tekrar ısıtılıyor, biz de anlamaya çalışalım.
Son zamanlarda Alevilik meselesi gündeme gelince şimdilerde AKP’de politika yapmaya çalışan yazar Reha Çamuroğlu ilk akla gelen isimler arasında yer alıyor. Benim aklıma ise Alevilik ve Türklük konusu geldiğinde bir başka yazar Rıza Zelyut ilk olarak geliyor. Mutlaka kamuoyunda yukarıda zikrettiğimiz Ali Balkız, Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan, Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun gibi isimler ilk akla gelenler arasındadır. Bu isimler kendilerini kökenlerinden ve geleneklerinden dolayı Alevi olarak tanımlarlar ve Alevilik konusunda kamuoyunda söz hakkı kullanırlar. Hepsine saygı duymak durumundayız. Ama her birinin farklı fikirleri ve bakış açıları olduğu da açıkça görülüyor.
Türkiye’de Marksizm’in ilk yaygınlaşmaya başladığı dönemde, toplumun tarihsel süreçte ezilmişlik ve dışlanmışlık duygusuna sahip olan kesimlerine hitap ettiği görülür. Marksizm’in çıkış noktası ezilmiş emekçi sınıf olmasına rağmen, Türkiye’de etnik farklılıklardan ve tarihsel kırılganlıklardan faydalanmaya çalıştıkları ortadadır. Sonuçta ülkeyi 80 öncesinde kan gölüne çevirmeyi ve 80 sonrasında PKK maşasıyla terörist saldırıların merkezi yapmayı başardılar. Şimdi daha da fazla şeyler başarmaya çalışıyorlar. Zihin travması geçirmiş ve Türklük bilincini yitirmiş birçok insan bu ateşe odun taşımaya devam ediyor.
Türklük bugünün konusu değil; uzun bir tarih sürecinde ortaya çıkan bir sosyal gerçekliktir. Bugün çekilen bir fotoğraf Türklüğü tanımlayamayacağı gibi, dünden bir kesit de gerçeğin bütününü vermez. Onun için bütüncü bakmak zorundayız. Yıldırım Bayazıt da, Emir Timur da, Yavuz Sultan Selim de, Şah İsmail de Türklüğün cüzleri arasındadır. Dolayısıyla yeni İslamlaşma sürecinde Asya’dan Anadolu’ya göçmekte olan Türkmen oymaklarını bugünkü görüntülerine bakarak Türklük dışında görmek veya göstermek abestir. İyi niyetten mahrumdur. Mesela Oğuzun Beydili boyu aşiret yapılanması içinde Malatya’da yerleşmiş Alevi kalmış, Ankara’da yerleşmiş Sunni olmuş. Tarihin daha eski dönemlerinde belki Şamanist olarak yaşamış. Dolayısıyla farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda inanç öncelikleri farklılaşsa da, ortak kültür kodları onun kimliğini oluşturur ve bütünün içinde sadece bir parça olarak yer alır. Ayrı bir soy, ayrı bir etnisite, ayrı bir kimlik oluşturmaz.
Türklük, kurduğu devletler ve yarattığı medeniyet – kültür yüzünden, dünyayı sömürmeye ve başkasına hayat hakkı tanımamaya dayanan kesimlerce sürekli tehlike olarak algılanmıştır. Bu kesimlerin tehdit algılamasına karşın onların ezdiği insanlar da, Türklüğü bir ümit ve kurtuluş olarak görmüşlerdir. İlk Anadolu’ya yerleştiğimiz dönem buraya insanlık, güvenlik ve medeniyet getirdiğimiz için kabul gördük. Yoksa kalıcı olmak mümkün müdür? Burada kalıcı olmamızı sağlayan öncü kuvvet ise gönüllere hitap eden Horasan dervişleridir. Bugün Anadolu’nun çok yerinde ermiş ve dede mezarı olarak korunmuş, manevi olarak değer atfedilmiş bu önder insanlar Alevi miydi, yoksa Sunni miydi sorusuna cevap bulduğumuz zaman başlıktaki sorumuza da net cevap bulmuş oluruz. Kim Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Ahi Evran’ı, Taptuk Emre’yi, Yunus Emre’yi kedisinden görmez? Veya kendisini ondan görmez. Anadolu insanının böyle bir problemi olacağını sanmıyorum. Olsa olsa kendisini Türklüğün düşmanı hisseden bundan medet umabilir.
Türk kimliği kendi içimizdeki ayrışmalarla değil, dışa yansıyan özelliklerimizle tanımlanabilir. Bu konuda en güzel eseri yine Alevi yazar Rıza Zelyut vermiştir. Sayın Zelyut yazılarında zaten Türklüğün önemine ve problemlerine sürekli hassasiyet göstermekteyken, yaptığı çalışmayla bu konuda önemli bir katkı sağlamıştır. Üstelik bunu tarihi derinliği içinde yabancı kaynaklara göre hazırlamıştır. Sizin kendinizi nasıl gördüğünüzden çok sizi nasıl görüyorlar ve tanımlıyorlar bilgisini ortaya koymuştur. Burada özetlememiz mümkün olmayan eseri okumanızı tavsiye ederiz.
Reha Çamuroğlu’nun ‘İsmail’ adlı tarihi romanında da Türklüğün içinde bir Alevilik görebilirsiniz. Bunu görebileceğiniz çok yer olmasına rağmen Türkülerin yeri bir başkadır. Batılılaşma döneminde baskın hale gelen Batı kültürü ve müziği karşısında geleneksel Alevi ozanları ve Türküleri belki de Türklüğümüzü tekrar hatırlattı. Türkülerde tekrar kendimizi bulmaya başladık. Dolayısıyla Türklüğün Alevilik gibi bir ayırımı olamaz. Aleviliğin Türklüğün bir parçası olduğu bilinciyle birbirimizi anlayabileceğimiz bir ortama katkı sağlamamız gerekir. Alevilik adına söz hakkı kullananların da buna riayet etmeleri ve sürekli ayrışmayı körükleyecek adımlardan vazgeçmeleri beklenir.