KÜRESELLEŞMENİN YENİ AKTÖRÜ OBAMA
Dünyada teknolojik ve siyasi gelişmelere dayalı bir devrim gerçekleştiğini küreselleşme tartışmalarında hepimiz kabul ettik. Tarih küreselleşme adı verilen yeni bir döneme girmiştir. Tıpkı sanayi devriminden sonra ortaya çıkan ‘kapitalizm çağı’ veya ‘sanayi çağı’ gibi ‘küreselleşme çağı’ başlamıştır. Bir tarihi süreç olarak bu yeni çağ birden ortaya çıkmadığı gibi, birden sona erecek değildir. Çeşitli tarihi olaylar ve mücadelelerle bir süre devam edecektir. Meydana gelen her beklenmedik olay karşısında ‘yeni bir devrim’ algılamasında bulunmak ve bunu doğru bilgi gibi sunmak son derece yanıltıcıdır.
Küreselleşmenin öncü gücü olarak kabul edilen ABD rutin bir seçim süreci yaşadı ve sonuçta siyahi Barack Obama yeni başkan olarak seçildi. Kamuoyunda ilginç bir coşku yaşandı. Gerçek dünyayla ilgisi olmayan hayalperest değerlendirmeler yapıldı. Saçma sapan benzetmeler yapıldı. Hatta entelliği kimseye kaptırmayan bir radikal gazete “Obama’sını Arayan Ülke” manşetiyle (07.11.08) sözde Türkiye benzetmesi yaptı. Halbuki ortada ne bir devrim, ne de Amerika’nın siyahlar tarafından fethi vardı. Obama küreselleşmenin liderliğini sürdürmek isteyen ABD’nin yeni başkanı olarak sadece görevini yapacak. Ne görev biçildiyse rolünü oynayacak. Onun için bizlere düşen görev hazırlanan yeni senaryoyu doğru analiz etmektir.
Küreselleşme ABD tarafından kullanılmaya çalışılan bir araç haline dönüştürüldüğünden beri dünyada çalkantılar gittikçe artıyor. Çünkü bu süreci ABD kendi hegemonyası için ‘küreselleşmeci’ bir mantıkla yürütüyor. Daha doğrusu yürütmek için projeler hazırlayıp ne pahasına olursa olsun uygulamaya çalışıyor. Ortada ciddi bir oyun sürüyor. Siz bu oyunda biçilen rolü yerine gönüllü getirdiğiniz müddetçe problem değilsiniz. Aksi takdirde düşman ilan ediliyorsunuz. Gönüllü uyduğunuz zaman da kendinize zarar veriyorsunuz. Dolayısıyla dünyada pek çok ülke ve millet ABD projeleri karşısında ikilem içinde kıvranıyor. Bunların başında Türkiye geliyor.
Obama ile küresel Amerikan oyununun sona ereceğini zannetmek akıl karı değil. Sadece oyunun tıkandığı yerlerde yeni ve şirin atraksiyonlara ihtiyaç var. Dünyada küreselleşmeci projelerle meydana gelen hoşnutsuzluk ve tepki birikiminin azaltılması elzem görünüyor. Dolayısıyla dünyaya küreselleşme adına yeni hayaller ve ümitler vermek gerekiyor. Obama acaba bu hayalleri ve ümitleri canlandırabilir mi? İlk bakışta öyle görünüyor. Ama bunun uzun sürmeyeceğini söyleyebiliriz. 11 Eylül saldırılarıyla dünya kamuoyunu ikna ettiğini zanneden ABD zamanla kendi kamuoyunu dahi ikna edemediğini gördü. Şu an 11 Eylül’ün nasıl gerçekleştiği konusunda herkesin zihninde ciddi şüpheler var. Dolayısıyla Obama konusunda da temkinli olunması gerektiği ortadadır.
Dünyanın yeni bir süreç dalgasına girdiği kabul edilebilir. Bu dalga yeni bir çağ veya devrim değil, devam eden küreselleşme sürecinde bir kıvrımdır. Amerika’da meydana gelen ekonomik krizin kapitalizmin sonu olduğunu düşünmek, “Marks haklıymış” diyebilmek, malum bazı az gelişmiş beyinlerden sadır olabilir. Maalesef Türkiye için entelektüel seviyeyi gösterme bakımından bu konuların bu kadar basit algılanması ve beyan edilmesi talihsizliktir. Çünkü tarih çağları, insanlığın yüzyıllarca yaşadıkları, yarattıkları, çektikleri ile ancak değişir. Tarihin ani dönüşümleri söz konusu değildir. Obama’nın bir siyahi olmasına rağmen ABD başkanı olması bu anlamda bir devrim meydana getirmeyecektir.
ABD’nin tarih açısından genç olmasına rağmen güçlenmesine, büyük başarı olarak bakanlar Batı kapitalizminin uzantısı olduğunu göz ardı ediyorlar. Batının uzantısı ABD yıllarca yerli Amerikalıları katletti, siyah derili Afrikalıları koşum-hayvanı niyetine köleleştirdi ve büyük haksızlıklar üzerine güç oluşturdu. Tıpkı Avrupa’daki sömürgeci öncüleri gibi. Dolayısıyla bugün ırk ayırımcılığını çözmüş olduğu iddiası içindeki “ırkçılığı” görmemizi engellememelidir. Demek ki ırkçı faşizm sadece Hitler Almanya’sına mahsus değil, başta Amerika ve İngiltere olmak üzere sömürgeci güçlerde sürekli egemen olmuş görünmektedir. Bugün ABD’nin sistem içinde biçilen rolleri oynamak üzere bir siyahiyi genel kurmay başkanı, dış ilişkiler bakanı veya devlet başkanı seçmesi büyük bir lütuf değildir. Sadece kendi çıkarına ezilmiş insanların duygularını suistimal etmektir.
Obama’nı seçilmesini bir zafer veya umut olarak görmek problemlerden kaçmak anlamına gelir. Problem ABD dünya hegemonyasını sürdürmek istemektedir. Bunu sürdürmek için de planlar hazırlamakta ve vahşi kapitalizmin vicdansızlığı ile bunları uygulamak istemektedir. Türkiye bu oyunun mecburen içinde olmak zorundadır. Türkiye’nin tarihi, kültürel ve jeopolitik konumu bunu zorunlu kılmaktadır. Dünyada hangi güç egemenlik kurmak isterse istesin Türklerle karşılaşmak zorundadır. Türkler tarihteki en önemli güçlerden birisidir ve diğer milletler bunu bilerek hesap geliştirirler. Önemli olan bugün yaşamakta olan Türkler ve Türklere önderlik etmekte olan yönetici ve aydın seçkinlerin bunu bilmeleridir. Buna göre davranmalıdırlar. Başkalarının oyununda pasif figüran olmak, başkalarının lütuflarına mazhar olmayı beklemek, başkalarının başarısından medet ummak Türk milletine yakışmaz.