Problem Çözme Yeteneği Geliştirememek

Fahri ATASOY
Türkiye’de çoğu zaman bir problem çıktığında tepki vermeye başlıyoruz. Bu durum birçok konu için böyle. Belki hayat tarzımızdan, belki zihniyet yapımızdan, belki de alışkanlıklarımızdan. Bunun için de çoğu zaman çaresiz kalarak mazeretimizi izah etmeye kalkarken tuhaf durumlara düşüyoruz. Bunu sivil-asker, aydın-halk, siyasetçi-bürokrat hemen herkes yapıyor. Ama can kaybı olan durumlardaki manzara hepimizi rahatsız ediyor. Diğer zamanlarda sanki umurumuzda bile değil.

En son çarpıcı örnek 11 şehit verdiğimiz 19 Haziran 2010 tarihindeki PKK saldırısında görüldü. Türkiye’nin, İran ve Irak’a sınırında bulunan Şemdinli İlçesi’ne 15 kilometre uzaklıktaki Günyazı Köyü'nün Tanyolu Mezrası Mezargediği Bölgesi'nde bulunan Tekeli Jandarma Sınır Taburuna bağlı sınır bölüğünün üs bölgesi, PKK'lı teröristlerin saldırısına uğradı. Bu saldırıyla ilgili olarak Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklaması Çanakkale’deki gibi kahramanca bir vatan savunması şeklindeydi. Fakat Gediktepe'ye giden Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a brifing veren Hakkari Tümen Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya, saldırı gecesi 23.30 sularında ilk görüntülerin alındığını, bu bölgelere topçu atışı ve diğer ağır silahlarla ateş edildiğini, ateşe karşılık verilmediği için bu görüntülerin çoban, köylü ya da kaçakçı olabileceğinin düşünüldüğünü belirtmesi şaşkınlığa yol açtı.

Gündemin en sıcak konusu terör ve TSK üzerinde yoğunlaştığı için buradan konumuza devam edebiliriz. Özellikle son aylarda saldırıların ve şehitlerin artması üzerine bu konudaki tartışmalar alevlendi. Yukarıda işaret ettiğimiz üzere problem çıktığı zamanki tepkilerimiz üzerine konuşuyoruz. Türkiye PKK terörüyle 1984 yılındaki Çukurca saldırısını başlangıç olarak kabul edersek 26 yıldır mücadele ediyor. Dile kolay bir çeyrek asır. Tarih sayfalarını karıştırdığımızda 2-3 yıl süren savaşları bile uzun gördüğümüzü düşünürsek çok uzun bir zaman dilimi var karşımızda. Bu zaman diliminde neler yapılmaz ki? İşte hayati soru burada saklı. Çözüm üretemeyen zihin yapılarının egemen olduğu kurumsal yapılar kendilerini yenileyemez. Kendisini yenileyemeyen yapılar ise fonksiyonlarını yerine getiremez ve çürüme başlar.

Ordu ile ilgili eleştirilerin son zamanlarda artması tesadüf değil. Bunu tamamen ordu düşmanlığına bağlamak son derece yanlış. Türkiye’nin güçlü olması ve Türk milletinin güvende olması hepimizin gönülden dileğidir. Önemli olan problemlerin çözülebilmesidir. Bunun için de yeni durumlara karşı kendisini yenileyebilen dinamik kurumsal yapılara ihtiyaç vardır. Ordunun bu konuda öncü olması beklentisi bizim millet olarak karakterimizden gelen bir durumdur. Tarih boyunca ordu millet unvanı ile var olmuş bir milletin ordusunun hantallaşmaya ve hata yapmaya hakkı yoktur. En azından tolumun beklentisi bu yöndedir. Aksi taktirde güven bunalımı yaşanacak ve toplumda çözülmeler başlayacaktır. Ordunun özellikle kurmay sınıfı bu duruma hassasiyetle dikkat etmelidir.

Terörle ilgili Türkiye’nin karşılaştığı durum çok yönlü olarak değerlendirilmelidir. Olayın sadece askeri boyutu yoktur. Fakat askeri boyutta sık sık şehit verilmesi ve ardından klasikleşmiş resmi açıklamalar yapılması kamuoyunu rahatsız etmektedir. Dolayısıyla konuyla ilgili alınabilecek önlemlerin en üst düzeyde sağlanması beklenmektedir. Bir karakol baskınında karşılaşılan manzara, yeterli eğitim almamış erlerin terör karşısında düştüğü durum, silahların ve teçhizatın gerilla savaşında kullanışlı olmaması gibi sıkıntılar ordunun bu konuyu çözme noktasında eleştirilmesine sebep olmaktadır. Bu eleştiriler karşısında “ordu gereken bütün önlemleri almaktadır” gibi bir resmi açıklama artık anlamını yitirmiş durumdadır. Ortada toplumu rahatsız eden ciddi bir problem vardır ve çözüm beklemektedir. Çözümü geciken problemlerde haklı veya haksız suçlamalar artar. Bunun önüne geçmenin tek yolu mevcut şartlara uygun uzun dönemlik kalıcı çözüm planları geliştirmek ve uygulamaktır.

Problem çözme yeteneği geliştirmek öncelikle kararlı ve açık olmayı gerektirir. Bir problemi yok sayarsanız zaten çözüm diye bir derdiniz olmaz. Her şeyi zaten çok iyi yapmakta olduğunuzu zannediyorsanız tamamen kapalısınız demektir. Problemi fark ettiniz ve ne yapacağınız noktasında hiçbir fikriniz yoksa kararsız durumdasınız. Bir konuda karar verebilmek ve kararlı olabilmek için üzerinde çok çalışmak, konuya bütün yönleriyle vakıf olmak, konuyla ilgili bütün tarafları ve düşünceleri dinlemek, konunun mahiyetini iyi anlamak gerekir. Aksi takdirde çözüm üretemezsiniz. Çözüm diye ortaya koyduklarınız da sadece sıkıntıyı artırıcı ve yaraları büyütücü denemeler olur. Bunun en çarpıcı örneği, AKP hükümetinin “demokratik açılım” politikasında görülmüştür. Açılımla ilgili proje öncelikle üzerinde iyi çalışılmamış intibaı bırakmış, ardından yansımaları çözümden çok sıkıntıların artmasına yol açmıştır. Tartışmalar hala bu minval üzerine devam etmektedir.

Problem çözme yeteneği hem bireyleri, hem de kurumları ilgilendirir. Gündemde hepimizi meşgul eden konuların birçoğu üzerine yeterince düşünülmeden, hazırlık yapılmadan ve konuya vakıf olunmadan söylenen sözler veya politikalar kargaşaya yol açmaktadır. Bu kargaşada hazırlığı olanların ve isabetli görüşü olanların teşhisleri ve teklifleri de güme gitmektedir. Yapılması gereken sabırla bilgi hâkimiyeti sağlamak ve doğru bilgiler üzerine fikirler üretmektir. Bu fikirler çözümler için yol gösterici olacaktır.