Türkçülüğü Anlamamakta Direnenler
Fikir, düşünen insanların zihninde değer bulur. Düşünme bilgiye dayalı anlama çabasıyla gerçekleşir. Bilgi olmadan düşünme eksik kalır. Fikir üretecek olan veya fikir tartışmasına girecek olan konuyla ilgili temel bilgi seviyesini kazanmış olmalıdır. Bilgiyi küçümsemek ve biliyormuş gibi yapmak ancak sağlıksız zihinlerde görülür. Çoğu zaman bu tipler önyargılarının ve kibirlerinin esiri olurlar. Anlamaya yönelik hiçbir çaba göstermedikleri gibi suçlamaya ve yargılamaya girişirler. Son zamanlarda Türkçülük konusunda birçok yazarda bunu görmek bizleri Türklük adına üzüyor. Fakat bunların içinden birisi var ki, yazdıkları insanları rahatsız ediyor. Adeta çileden çıkarıyor. Çünkü kendisini hala milliyetçilerin bir parçası gibi göstermeye devam eden bu muhteremi anlayabilmek mümkün görünmüyor. Bu şekilde yazılar yazabilmesi akla “zihin melekeleriyle” veya “şahsiyet yapısıyla” ilgili şüpheler getiriyor. Ama yazdıklarıyla zihin bulandırmaya devam ettiği için konu hakkında yazmak zorunluluğu doğuyor.
Türkçülük, önce bir edebi akım olarak Tanzimat sonrasında ortaya çıkmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ise devleti ve vatanı kurtarma girişimi olarak bir fikir akımı haline gelmiştir. İlk Türkçüler 2. Meşrutiyetten sonra bir araya gelerek Türk Yurdu dergisini çıkartmışlar, Türk Ocaklarını kurmuşlardır. 100. Yılına ulaşmış bu kurumların mensupları olarak Türkçülük konusunda şerefli bir sorumluluk taşıdığımızı bilerek konuyu tartışmamız gerekir. Yanlışları düzeltmek, zihinleri doğru yönlendirmek bu fikre gönül vermiş herkesin görevidir. Dolayısıyla Türkçülüğü doğduğu ortamdan ve savunulduğu zeminden bağımsız düşünmemek önemlidir. Aksi takdirde bazı art niyetlilerin ön yargıları ve zihni bulanıkların oyuncağı haline getirilir.
Türkçülüğün sembol ismi Ziya Gökalp’tır. Gökalp, Türkçülüğün bir fikir akımı olarak gelişmesinde büyük emeği olan bir fikir adamıdır. Gökalp’ı okumadan ve anlamadan Türkçülüğü anlamak ve yorumlamak mümkün değildir. Gökalp için Türkçülük bir hakikat ve bilim meselesidir. Yaşanan tarihi ve sosyal gerçekliklerin bir sonucudur. Bu toplumda yaşayan insanların bir kaderi ve görevidir. Türkçülüğün sosyolojideki karşılığı milliyetçiliktir. Sosyoloji her milletin kendi kültürel özelliklerinden ve tarihi tecrübelerinden ortaya çıkan milli hareketlerini bilimsel bir tespitle ‘milliyetçilik’ olarak adlandırır. Türkçülük Türk milliyetçiliğinin özel bir ismidir. Türk milliyetçiliği farklı, Türkçülük farklı değildir.
Gökalp bir imparatorluğun yıkılışına şahit olmuş ve bunun sancısını iliklerine kadar yaşamış bir düşünürdür. Bütün gücünü yıkılma sürecindeki imparatorluktan yükseltebileceği bir ışık için kullanmıştır. Bu ışık Gökalp’a göre milliyetçiliktir. Milliyet olgusunu bir silaha benzetir. Bu silahı artık Türkler ve Müslümanlar kendi lehlerine kullanmaları gerekir. Ona göre milliyet fikri, mahkûm bir kavmin mahkumiyetten kurtulması için kullanılan bir silahtır.
Gökalp’e göre Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Türkçülüğün özünü anlamak için, millet adı verilen topluluğun tanımını bilmek gerekir. Gökalp’a göre milleti ırka göre, kavmiyete göre, coğrafyaya göre, imparatorluk tebaasına göre, din ümmetine göre ve bireysel mensubiyet tercihine göre tanımlamak doğru değildir. Irka, kavme, coğrafyaya politikaya ve iradeye ait güçlere üstün gelecek ve onları egemenliğine alabilecek başka bir bağ insanları millet haline getirir. Bu bağı ise sosyoloji şöyle tespit eder: “İnsan en samimi, en içten duygularını ilk terbiye zamanlarında alır. Ta beşikte iken, işittiği ninnilerle ana dilinin etkisi altında kalır… Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan, bir topluluktur.”
Gökalp kendi dönemi içinde Türkçülüğü bir milli görev olarak düşünür. Türklüğün kapsadığı alan önce Osmanlı coğrafyasındaki Türkler ve Türklerle birlikte aynı kaderi paylaşan Müslümanlardır. Üçüncü olarak dünyadaki farklı coğrafyalarda yaşayan diğer Türk topluluklarıyla bütünleşerek oluşacak Turan’dır. Bu alanda yapılacak Türkçülük zaten ayrıştırıcı değil, bütünleştiricidir. Bugün de bize rehber oluşturacak fikirler bu dönemde işlenmiştir. Sonraki dönemlerde Türk milliyetçiliği ve Türkçülük üzerine fikir üreten düşünürlerde de benzeri yaklaşımları görmek mümkündür. Özellikle sembolik isim olarak Erol Güngör, S. Ahmet Arvasi ve Nevzat Kösoğlu bu konuda misal olarak verilebilir. Eserlerinde bu yaklaşımı net olarak görmek mümkündür.
Şimdi Türkçülüğü etnik tartışmaların içine çekmeye çalışan beyinlere ne diyebilirsiniz. Ya konuyla ilgili yazılanları okumamıştır. Ya anlamamıştır. Ya da kafasının arkasında başka hesaplar vardır. Yazının niteliğini bozmamak için fazla yoruma girmeden tekrar hatırlatalım. Türkçülük hiçbir dönemde ve düşünürde Türklerle kaynaşmış ve Türk milletinin şerefli bir üyesi haline gelmiş etnik kültürlerle karşı karşıya gelmemiştir. “Siz Türkçülük yaptığınız için birileri de Kürtçülük veya Çerkezcilik yapar” ifadesi sadece ilkel, cahil ve ön yargılı bir yaklaşımdır. Türkçülüğün ilk savunucuları da şimdiki temsilcileri de bu vatanda kader birliği yapmış hiçbir etnik gruba karşı dışlayıcı ve ötekileştirici davranmamıştır. Türk milliyetçiliği son derece kuşatıcıdır. Kalbine çok miktarda acı, hüzün, trajedi gömmüştür. Türk milletinin içindeki farklı etnik grupların üyeleri de kendilerini bu milletin parçası olmaktan hiçbir zaman farklı görmemişlerdir. Kafkaslardan, Balkanlardan, Adalardan Anadolu’ya sığınmış insanlar acılarını burada dindirmişlerdir. Anadolu’da bin yıldır Türk milletinin bir parçası olarak yaşamış Kürtlerin kaderi de Türk milletinin kaderiyle aynıdır. Buna yakın tarihten en sıcak örnek, ülkenin komünist saldırı altında kaldığı dönemde Türk milliyetçisi olarak ülkücülerle omuz omuza mücadele eden Kürtler oluşturur. Problem bu kardeşliğin nasıl bozulduğundadır. PKK’nın ve küresel güçlerin geliştirdiği oyundadır.
Türkçülüğü bir alt etnik grubun karşısına oturtup birilerine saldırmak ve sıkıştırdığını zannetmek ancak insanın kendi çapını gösterir. Türk milleti ve Türk milliyetçileri bu çirkin oyun karşısında şimdiye kadar çok basiretli bir imtihan verdiler ve bu imtihanda zaaf göstermediler. Bundan sonra da göstermeyeceklerdir. Birileri bundan medet umsa da bu milletin mayası hala son derece sağlamdır. Mayası bozulanlara Allah’tan hidayet dilemekten başka elden ne gelir?