Hakikat Kaygısı ve Eleştiri Kültürü
Felsefenin temel özelliklerinden birisi düşünmek, diğeri eleştirmektir. Düşüncenin olduğu yerde eleştiri vardır. Hem düşünce, hem eleştiri aklın ilkelerine göre çalışır. Duygularla veya hayallerle eleştiri ve felsefi düşünme olmaz. Doğru bilgiye, hakiki olanın bilgisine, hikmete ulaşmanın yolu felsefi düşünme yönteminden geçer. Bunun için felsefe tecrübesi insanlığın gelişimi bakımından son derece önemlidir. Medeniyet kuran bütün milletler felsefi düşünme tecrübesinde zirveyi zorlayan başarılara imza atmışlardır. Bunun aksi yoktur. İlkel ve duygusal tepkilerle yaşayan topluluklar millet olma veya medeniyete katkı sağlama becerisi gösteremezler.
Bir toplumun içinden, hakikat aşkıyla zihni çaba sarf eden ve hem kendi toplumuna, hem de insanlığa ışık olabilen büyük düşünürler çıkarsa bir medeniyet ışığı vardır. Bu tip düşünürleri, büyük beyinleri dünya tarihinden çekip alsanız bugünkü medeniyet seviyesinin yerle bir olduğunu görürsünüz. Milletlerin büyüklüğü de bununla ölçülür. Medeniyet yaratabilen bir millet büyük millettir. Bu büyük millet layıkıyla dünya milletler mücadelesinde rol oynar. Bunların sayısı zannedildiği kadar çok değildir. Hele son yüzyılda ve son zamanlarda uydurma bir bayrak ve mühürle kurulan uydurma “ulus devletler” büyük milletler arasındaki mücadelede araç olarak kullanılmaktadır. Bunların gerçek anlamda milletleşme ve medeniyete katkıda bulunmayla ilgisi yoktur.
Bizim milletimiz bakımından meseleye baktığımızda uzun bir tarihi süreç içinde yoğrulan ve medeniyet yaratan bir tecrübe yaşadığını bütün bilim alanları göstermektedir. Bu durum tamamen olgusal ve objektif bir durumdur. Milliyetçilerin uydurduğu veya hayal ettiği bir durum değildir. Türk milliyetçiliği zaten Türk milletinin gerçekliği üzerine gelişmiş bir fikir akımıdır. Bu fikir akımının öncüleri okunduğunda bu zaten açık olarak görülecektir. Gökalp’ten Kösoğlu’na uzanan Türk milliyetçiliği düşüncesi tarihine baktığımızda son derece güçlü ve tatmin edici bir fikir manzumesi bulmak mümkündür. Yeter ki düşünce ufkumuzu geliştirme ve hakiki bilgiye ulaşma derdimiz olsun. Yoksa ön yargılar ve duygusal tepkilerle meseleler doğru anlaşılamaz.
Son zamanlarda Türkiye tam bir sağırlar diyaloguna sahne olmaktadır. Tarihinde hiç olmadığı kadar bilimden, hakikatten, ahlaktan, ilkelerden uzak bir ortam yaşanmaktadır. İnsanlar bir takım önyargılar, ezberler, tepkisel davranışlar içinde sürekli kendi zanlarını ve sözde haklılıklarını kabul ettirme kaygısı yaşamaktadır. Bunu yaparken de karşıyı dinleme, anlama, duyma ihtiyacı hissetmeden saldırıyı tercih etmektedir. Sesi baskın çıkanın haklı olacağı gibi bir zan ile yargısız infazlara girişmektedirler. Buna o kadar çok örnek vermek mümkün ki burada yazmakla yetişemeyiz. Bu tavır o kadar yaygınlaşmaya başladı ki sadece bir kesime eleştiri yöneltmek kolaycılık olacaktır. Kendisini farklı yerlerde tanımlayan birçok insanda aynı ruh hali gözlenmektedir.
Örnek verecek olursak televizyonda bir tarafta Marksist Kürtçü bir yazar, yanında Liberal Marksist bir aydın (!) oturmuşlar ve hilafı hakikat birçok iddiayı boca ediyorlar. Efendim Cumhuriyet Türk milliyetçiliği yaptığı için ülke bugünkü duruma gelmişmiş. Sözde eleştiri yapıyorlar. Detaya girmeye gerek görmüyorum. Ortadaki manzarada iddiaların nesine cevap vereceksiniz, neresini düzelteceksiniz. Çok açık ve basit bir örnek karşılarında durmasına rağmen, öyle bir ön yargı ve saldırı mantığı var ki artık bu insanlara söz kar etmez. Eğer Cumhuriyet tam anlamıyla Türk Milliyetçiliği yolunda politikalar üretseydi, başta köy enstitüleri olmak üzere ülkeye sosyalist ve komünist aydınlar mı yetiştirirdi? Milli olmayan bir eğitim sistemi mi olurdu? Üniversitelerine milliyetçi, ülkücü gençler bin bir zorlukla mı devam ederdi? Dediğim gibi konuyu uzatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü son zamanlarda ülkemizde eleştiri kültürünün ne kadar zayıflamış olduğunu gösteren çok sayıda örnek vermek mümkün. Bu örnekler toplumun her kesimi için geçerli. Bundan milliyetçiler de payını almak zorunda.
Hakkaniyete uymayan eleştiri doğrudan haksızlıktır. Eleştiri hakikate ulaşma amaçlı ve ilkeli olmalıdır. Akıl süzgecinden geçen eleştiri hakkın teslimi anlamını taşır. Bundan kimse kaçınamaz. Doğruların peşinde olan bir kimse eleştiri imkânıyla bir konunun gerçekliğine uygun anlamına ulaşır. Ezbere ve ön yargı ile yapılmaya çalışılan ise eleştiri değil, suçlama veya saldırı anlamını taşır. Anlamadan, dinlemeden, okumadan, düşünmeden verilen hükümler bu şekildedir. Bu hükümleri verenler kör bir inanç içindedir. Kendisini ne olarak tanımlarsa tanımlasınlar, bu tür insanlar tehlikeli ve zararlıdır. İslam tarihindeki hariciler adı verilen insanların zihniyeti buna uygun bir örnektir. Bu hariciler, kendilerinin tek doğru olduğu zannıyla çok sayıda Müslüman’ın kanına girmişlerdir. Bugün de kendisini bazen hakiki Müslüman, bazen hakiki devrimci veya hakiki ülkücü olarak tanımlayan modern çağın haricisi, kendi dünya görüşünden insanlara bile en küçük bir farklılık gördüğünde bütün nefretiyle saldırabilmektedir. Bunun için toplumun felsefi eleştiri kültürü ile barışması gerekmektedir. Yoksa eleştiri adı altında kendi insanlarına saldıran, gönülleri kıran, enerjileri tüketen sağlıksız tipler etraflarına zarar vermeye devam ederler.
Yukarıda felsefi düşüncenin ve eleştiri kültürünün nasıl medeniyetler geliştirdiğinden bahsettik. Bu özelliğe sahip büyük düşünürlerin hem kendi milletine, hem de insanlığa ışık olduğuna işaret ettik. Bizim milletimiz açısından da bunun önemini vurguladık. Buna en önemli örnek ise tarihimizdeki büyük düşünürlerdir. Farabi, İbni Sina, Gazali, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram gibi birçok isim insanlık tarihine birer medeniyet meşalesi olmuşlardır. Modern dönemde ise Gökalp, Ülken, Topçu, Turhan, Güngör gibi birçok isim düşünce üretmeye ve eleştiri kültürünü zenginleştirmeye devam etti. Bugün yazmaya devam eden kalemler de aynı kaygılar ve ilkelerle hakikatin peşinde gitmeye çalışmaktadır. Lakin bunları anlayamayan veya anlamak istemeyen düşüncesizlerin eleştiri adına yaptıkları saldırılar sadece enerji kaybına yol açmaktadır. Türkiye’nin ve özellikle milliyetçilik şuurunda olan aydınların enerji kaybına ve moral bozukluğuna tahammülü yoktur. Herkesin bir Molla Kasım beklemeden kendisini sorgulama becerisi ülkede düşünce zenginliğine büyük katkı sağlayacaktır. Kısaca kendini bilmek büyük meziyettir.