ZORUNLU DİN DERSİ TARTIŞMASI

Dr. Fahri ATASOY

Okullar açılırken eğitim tartışması her zamanki gibi yüzeysel biçimde yine alevlendi. Alevlenmenin bu seneki öncülüğünü Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu yapıyor. Kamuoyuna sundukları bildirinin başlığı: “Okullar açılıyor, çocuklarımız için zulüm günleri yine başlıyor” şeklinde. Demek ki bu federasyon kendi mensuplarını zulüm içinde görüyor.

Eğitimin birçok köklü problemleri var. Gün geçtikçe bu problemler büyüyor. İktidarların pansuman tedbirleri ve aceleci tavırları yaranın iyileşmesine çare olmuyor. Hatta eğitim yarası kangrenleşiyor. Üstelik bir noktadan değil, birçok noktadan hastalık eğitimi, dolayısıyla toplumu çürütüyor. Eğitim, toplumun geleceğini inşa edeceği yerde nesillerin kaybına yol açıyor.

Asıl tartışma, eğitimin Türkiye’nin geleceğini aydınlatacak modernlikte ve kökleriyle bağını güçlendirecek millilikte odaklanması gerekir. Son yıllarda her iki alanda da çözüm üretilebilmiş ve iyileştirmeler sağlanabilmiş değil. Siyaset her zamanki gibi taşra politikacılığı mantığı ile hamili kart yakınımdır kadrolaşması içinde gün doldurmakta, ehliyetli ve konusunda söz sahibi uzmanlara tahammülü olmadığını göstermektedir. MEB’de bunun bariz örnekleri çok sık görüldü.

Gelelim onlarca yıldır temcit pilavı gibi öne sürülen zorunlu din dersi tartışmasına ve bazı dernekçi Alevi kardeşlerimizin müzmin karşı çıkışlarına. Neden karşı çıktıklarını anlamak mümkün olmayan din dersleri zaten kimseyi tatmin etmeyen bir eğitim meselesi. Eğitimin problemli alanlarından belki de en tali olanı.

Muhteva üzerinde tartışma yapılmasını anlamak mümkün. Din, toplumun mukaddesleri bakımından en güçlü sosyal dinamiklerinden birisi. Tarih içinde yaşanan tecrübelerle bugüne bir gelenek ve üslup içinde ulaştığı için kültür olarak da önemli. Bu kültürün olumlu veya olumsuz taraflarıyla yeni nesillere aktarılması da bu derece önem taşır. Nasıl bir milletin tarihi, edebiyatı, sanatı yeni nesillere öğretilmesi gerekiyorsa, dini hayatı da öğretilmelidir. Bunun tartışılması abestir.

Bu abes tartışıma sürdüğüne göre acaba bunun altında başka gizlenen kaygılar mı var şüphesi zihinlere geliyor. Türkiye modernleşme sürecini devam ettiriyor. Batıdan gelen teknoloji ve bilimsel gelişmelerin yarattığı yeni değerlerin yanı sıra, kırsal sosyal hayattan kentsel hayata hızlı bir değişim yaşamakta. Sosyolojik anlamda ‘cemaat’ ilişkilerinden ‘modern cemiyet’ ilişkilerine doğru dönüşümünü sürdürmektedir. Bu dönüşüm esnasında ise ister istemez birtakım sıkıntılar yaşanacaktır. Acaba din dersi tartışması bu noktayla ilgili olabilir mi?

Cumhuriyetle birlikte eğitimde tevhid-i tedrisat kanunu ile modern eğitime yönelik köklü bir adım atılmıştır. Okul ön plana çıkartılmış, geleneksel eğitim kurumları engellenmiştir. Bu engelleme ile yeni kuşaklara istendik davranış kalıpları benimsetileceği umulmuş ve bazen baskı derecesinde bu süreç sürdürülmüştür. Bunu bir tespit olarak sunmak isteriz. En azından bu yazının içinde değerlendirme yapmadan konuya odaklanmamız faydalı olur. Geleneksel yapıların ve eğitim süreçlerinin engellenmesi toplumun bazı kesimlerinde geri çekilme ve hatta yeraltına inme şeklinde sonuçlara sebep olmuştur.

Modernleşme süreci devam ettikçe değişimin hızı artmış ve kontrolsüz bir biçimde yol almaya başlamıştır. Özellikle şehirlere nüfusun göçmesiyle birlikte eskiyi muhafaza etmek ve direnmek imkânları daralmıştır. Köylerdeki sürdürülen geleneksel hayatla ilgili ciddi problemler yaşanmaya başlamıştır. Şartların getirdiği değişim geleneksel kültürü ve sosyal yapıyı ister istemez tehdit eder duruma gelmiştir. Bu tehdit Alevi veya Sünni ayırımı gözetmeksizin kimlik tartışmalarına yol açmaktadır. Kendisini toplumun içinde biraz dışlanmış veya alt grup pozisyonunda görenlerde bu durum farklı duygulara da sebep olmaktadır. Devlet sorumluluğunda belli bir sistematik içinde sürdürülmesi gereken eğitim süreci istenen başarıyı sağlayamadığı için, sonuçta toplum içindeki gruplar hiç memnun kalmamışlardır. Sonuçtan herkes şikâyetçidir. Bunun için bazı çevrelerde İmam Hatip Liselerine olmaları gerekenin üstünde bir anlam yüklenmiş ve adeta modernleşmenin sembolü olan okullarla hesaplaşma havasına sokulmuştur. Sonuç ortadadır.

Bazı örgütlü Aleviler de bu süreci sözde laik-demokratik cumhuriyet süreci olarak benimsediklerini beyan etseler de, geçmişte kırsal alanda yaşattıkları kültür özelliklerini kaybetme kaygısını da farklı şekillerde dışa vurmaktadırlar. Asıl korku değişimin getirdiği tehdittir. Yoksa Sünni devletin eğitim yoluyla insanlarını zorla dindarlaştırması gibi bir iddia söz konusu değildir. Türkiye’de iktidar konusu da zaten ciddi anlamda tartışmalıdır. Toplumun farklı kesimlerinin hemen hepsi kendisini dışlanmış hissetmektedir. Buna devlet adına çeşitli kesimlerden şiddetli eleştirilere maruz kalan Sünni Türkmen çoğunluk da dâhildir. Bu ayırım Türkiye’deki Kürtçülük ayrışmasının da üstü kapalı kalan noktalarından birisidir ve ayrı bir yazı konusudur.

Türkmen Aleviliği bizim Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan yolculuğumuzla yakından ilişkilidir. Bu yolculuk esnasında bir milletin parçası olarak yer alan boylar, beylikler, aşiretler büyük bir organizasyon ve işbirliği ile Anadolu’yu Türkleştirmişlerdir. Bu süreç aynı zamanda Türklerin farklı milletlerle etkileşim içinde Müslümanlaşmasını da belirlemiştir. Kerbelâ vakasında henüz buralarda olmayan ve Müslümanlığı tanımayan Türkmen boylarının birtakım etkiler altında kalmadan taraf olması düşünülemez. Dolayısıyla Anadolu’da yurt tutan bu boyların aynı kökten gelseler de yerleştikleri köylere göre Aleviliği ve Sünniliği ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşma tarih içinde yaşanan bazı olaylarla derinleşmiştir.

Sonuçta Alevilik Türklüğün ve Müslümanlığın bir parçasıdır. Hem de önemli bir parçası. Bunu kendisini Alevi olarak tanımlayanların da hissetmesi önemlidir. Değişen toplumda hala bariz bir şekilde Türklüğü ve dindarlığı kültüründe barındıran bu gruplardır. Birçok Sünni kökenli insanın dinden haberi yokken, geleneksel kültürü canlı tutmaya çalışan Alevilerin dillerindeki türkülerde ve semahlarda bunu görebilirsiniz. Sadece sözlerini duyduğunuzda kendinizi dini bir atmosferde hissedebilirsiniz. Bu din de İslam’dan başka bir din değildir. Dolayısıyla bu grubun dine karşı olduğunu düşünmek mümkün değildir.

Türkiye artık farklılıkların doğurduğu çatışmalardan kurtulmak zorundadır. Bu zorunluluk tek taraflı değildir. Devlet yapsın kolaycılığını bırakarak bu toplumun asli üyesi olarak herkes kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir. Aleviler adına söz hakkı kullanan örgütlü grupların da bu bilinç içinde davranmak mecburiyeti vardır. Din derslerine karşı çıkmak yerine muhtevası ile ilgili baskı yapmak daha uygundur. Konusunda uzman akademisyenlerin ortak mutabakatıyla Mevlevilikten Aleviliğe Türk İslam kültürünün birikimleri bu derslerde verilebilir. Ama dinin asli mesajları da mezhep veya tarikat gözetmeden insanların bilgisine sunulmalıdır. İster inanır, ister inanmaz… Zaten İslam’ın mesajı da bu yöntemle sunulmamış mı?