Akıl Tutulması
Anlamak, düşünmek ve problem çözmek akılla olur. Akıl insandaki zeka, hafıza, idrak gibi meziyetlere dayalıdır ve kültürel birikimle olgunlaşır. İnsan bu aklıselim ile düşünür, anlar, karar verir, muhakemede bulunur, problem çözer. İnsan akıl ve gönül birlikteliği ile iman eder. Akıl insandaki en üst meziyettir. İnsan bu aklı geliştirebilir veya geliştiremez, kullanabilir veya kullanamaz. Medeniyet yaratan toplumlarda bu yetenek üst düzeye çıkmıştır. Bunun için her alanda başarılar görülür. Bu başarılar birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir taraftan görkemli mimari eserler verilirken, bir taraftan büyük düşünürler ve siyaset adamları çıkar.
Buna kendi milletimizin tarihinden örnek verecek olursak hem Selçuklu’nun, hem Osmanlı’nın somut başarıları hepimizin zihnindedir.
Batı dünyasında ise akıl ile ilgili mücadele uzun sürmüş ve sonunda dünya egemenliğine giden bir başarıya gitmiştir. Burada akıl ahlakla desteklenmediği için vahşi bir sömürgeciliğe ve kapitalizme yol açmıştır. Sonuçta dünyanın geri kalan kısmını iliklerine kadar sömürmek için strateji geliştiren bir emperyalizm doğmuştur. Emperyalizmin hedefinde kendisine ayak bağı olabilecek her türlü güç merkezi vardır. Hatta kendi içinden çıkan güçler bile tehdit olarak algılanmış ve Batı içi büyük savaşlar çıkmıştır. İki cihan savaşı buna örnektir. Bu arada asırlarca Batının karşısında insani bir medeniyetin temsilcisi olan Türklere karşı sürekli bir teyakkuz hali Haçlı seferlerinden beri devam etmektedir. Bir dönem kapitalist sisteme en büyük tehdit olarak algıladıkları Komünist SSCB karşısında bir güvenlik kuşağı olarak yanlarına almaları haricinde bu teyakkuzdan vazgeçmediler. AB üyelik süreci de bu minval üzere devam etmektedir. Küresel güç mücadelesi kapsamında da durum aynıdır. Dolayısıyla Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı verilen mücadele hala devam etmektedir. Bu tarihi bir olgudur ve Türk milletinin bunun şuurunda olmak mecburiyeti vardır. Akıl bunu gerektirir.
Batı karşısında uzun süredir geri kalmışlık sendromu yaşayan Türk milleti bunun üstesinden gelmek için iki yüz yıldır mücadele etmektedir. Batılılaşma veya modernleşme süreci olarak adlandırdığımız bu süreçte akıl ve bilimi daha fazla kullanmak için çaba sarf edildi. Cumhuriyet döneminde bu çaba biraz daha fazla Avrupalılaşmak gibi kullanıldı. Emperyalist Batının Türkler üzerindeki emelleri içeriden desteklenmeye başlandı. Türk kimliği ve varlığı tehlikeye düşmeye başlayınca milliyetçilik hareketi fikri ve siyasi alanda kendisini gösterdi. Türk milliyetçiliği Türk tarihinin yakın dönemi şartları içinde gelişti ve bir fikir hareketi haline geldi. Bu konuda büyük düşünürler ve önemi fikir eserleri ortaya çıktı. Akıl bu süreçte en üst düzeyde kullanıldı. Bir fikir hareketi zaten üst düzey bir akılla geliştirilebilirdi. Gökalp, Akçura, Tanrıöven, Fındıkoğlu, Turhan, Göngör, Arvasi, Erdem, Kösoğlu gibi onlarca fikir adamı bu konuda zihin yordu. Zihin yormaya devam edenler bu zengin fikir mirası üzerinden düşünce geliştirmek için çaba sarf ediyorlar. Bu ancak saygı duyulması gereken bir durumdur. Erdemli bir davranıştır. Gönül ister ki daha fazla insan Türk milletinin istikbalini kurtarmak ve dünyada tekrar büyük bir güç olması için zihni çaba içinde olsun. Medeniyet kurmak akıl ürünü olan entelektüel çabayla mümkün olur.
Türkiye son yıllarda akıl yerine duygusal tepkilerle meşgul ediliyor. Bu durum fikir çalışmalarını aksattığı gibi sağlıklı çözüm yolları geliştirmeyi engelliyor. Fikir inşa edilemediğinde dünya çapında eserler vermek de mümkün olmuyor. Hâlbuki Türk milleti insanlığın şerefli üyelerinden birisi olarak yeni yüzyılda milletler mücadelesinde varlığını ancak büyük projeler, eserler ve başarılarla gösterebilir. Aksi taktirde akıl tutulmasına uğramış bir ruh haliyle, enerjisini soğuran bir iç çatışmayla kendisini tüketir. Son zamanlarda önümüze sürülen oyunlarda bu kokular fazlasıyla hissediliyor. Türk milletinin aklıyla, hafızasıyla, basiretiyle adeta alay ediliyor. Önüne kendisini tüketecek problemler konuyor. Akıl ve idrakten nasibini almamış bir kısım zevat da bu oyuna balıklama atlayarak oyunun bir parçası haline geliyor. Cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenirmiş misali olmaması gereken tartışmalar yaşanıyor. Hatta aynı cephede büyük ve kutsal bir mücadelenin tarafı olması gereken insanlar bu oyunun sonucunda birbirine saldırmaya başlıyorlar. Bu durumu ancak akıl tutulması olarak adlandırabiliriz.
Akıl tutulması kavramını biraz açacak olursak, yukarıda işaret ettiğimiz akıl kullanmanın dışına çıkılması olarak düşünebiliriz. İnsan biyolojik yapıya sahip bir canlıdır ve bu özeliği ile hayvanlara benzer. Hayvanlarda hafıza, zeka ve beceri gibi davranışlar olmasına rağmen akıl özelliği yoktur. Hayvan davranışları üzerine deneyler yapan psikologlar daha çok dürtü ismi verilen fizyolojik motivasyonları kullanırlar. Pavlov’un şartlı refleks deneyi buna örnektir. Psikologlar bunu insan davranışlarını açıklamakta da kullanmaktadırlar. Yani insanların bazı davranışları akıl seviyesine çıkmadan sadece biyolojik yapısına bağlı şartlı refleks düzeyindedir. Neye karşı şartlanma olduysa bunun gereğini düşünmeden ve anlamadan yerine getirirler. Zihinde meydana gelen şartlanma bir önyargı halindedir ve karşılarına çıktığında üzerinde düşünerek karar veremezler. Aklı devreye sokamazlar. Bu durum büyük bir engeldir ve aşmak oldukça zordur. Büyük bir mücadele gerektirir. İnsanların önyargılarını kırmak atomu parçalamaktan zordur ifadesi burayla ilgilidir.
Bu yazıya ilham veren konu Türk Ocağı web sayfasında yayınlanan Hilmi Demir’in “Said Nursi’nin Davayı İman Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?” başlıklı yazısına gösterilen tepkiler oldu. Yazıyı bu tepkilerden önce de sonra da alıcı gözüyle okumama rağmen neden hayati bir tepki gösterildiğini anlamakta zorluk çektim. Türkçülüğün bir fikir akımı olarak sistemleştiği dönem dahil olmak üzere birinci derdinin “milletimizin varlığını korumak ve yeniden güçlü hale gelmesini sağlamak” olduğunda hepimiz sanırım mutabakat sağlarız. Hiçbir Türkçü temel davasını “Yunanlılarla savaşmak” veya “Kürtlerle mücadele etmek” üzerine kurmamıştır. Entelektüel anlamda kendisini yetiştirmiş hiçbir Türk milliyetçisi, Haçlı seferlerinden beri mücadele etmekte olduğumuz emperyalist Batılı güçlerin oyununu görmezden gelemez. Türk milletinin bugünkü mücadelesi tarihi ve güncel olguların farkına varılarak sürdürülebilir. Bunun için ortak akıl ile fikir üretmek gerekir. Bu fikir mücadelesinde meselenin her yönü değerlendirilir. Hilmi Demir’in yazısında dile getirdiği konu, aleyhimize kullanılmak istenen bir malzemenin bertaraf edilmesine yönelik bir manevra olmasına rağmen tam tersi istikamete çekilmesi ancak akıl tutulması ile açıklanabilir.
Türkiye 21. Yüzyılın eşiğinde yükselme eğilimine girmiştir. Sovyetlerin yıkılmasıyla esaret altındaki Türk toplulukları bağımsızlık kazanmış ve önümüze büyük bir Türk Dünyası gücü ortaya çıkmıştır. Bu imkânlar düşmanlarımızı ürkütmektedir ve üzerimize oynanan oyunları çirkefleştirmiştir. Bu çirkefliğin başında PKK terörü gelmektedir. Uluslararası güçler PKK eliyle Türklerin önüne Kürtleri çıkartmak istemektedir. Tıpkı Birinci Dünya Savaşında karşımıza Anzakları, Yunanlıları, Ermenileri çıkarttıkları gibi. Kürtler o dönemde bu oyuna gelmemişler ve bizim verdiğimiz Mili Mücadelede yanımızda yer almışlardır. Bugün bir kısmı yoğun propagandalar altında PKK’ya alet olsa da hala büyük çoğunluğu “bin yıllık kardeşliğin bozulmaması” için Devletin ve Bayrağın yanında yer almaktadırlar. Geçen hafta haber ajanslarına düşen “Hakkari'nin Çukurca ilçesi kırsalında yapılan operasyonlarda öldürülen 24 PKK'lıdan Muşlu Sezer Arslan'ın ailesi, taziyeleri Türk bayrağı altında kabul etti” bunu göstermektedir. PKK bundan memnun değildir. PKK aynı zamanda Türk Devletinin yanında yüzerce şehit vererek mücadeleye katılan koruculardan ve aşiretlerden de memnun değildir. Aynı şekilde dini gerekçelerle Türk milletinin ve devletinin yanında olmayı bir vecibe olarak görenlerden de memnun olması beklenemez. Bunun tam tersi uygulamalar ise etnik fitnenin hizmetine girmek demektir. PKK’yı memnun etmektir. Bunu anlamakta zorluk çeken Türk milliyetçileri varsa kendi durumlarını sigaya çekmek mecburiyetinde olduklarını unutmasınlar.
Türk milletinin mili davasında yanında olan herkes bizim için değerlidir. İmparatorluğumuzun dağılmaya başladığı dönemden beri büyük imtihanlar yaşadık. Bu imtihanlarda sınıfta kalanlar oldu, geçenler oldu. Anadolu topraklarında kader birliği ederek yaralarımızı birlikte sardığımız çok sayıda etnik grup Türk milletinin büyük çatısı altında yer aldı. Balkanlardan, Kafkaslardan gelen çok sayıda insan bu harmanda kaynaştı ve Milet şuuruna ulaştı. Bu anlamda Millet tarih içinde oluşumu devam eden bir sosyal vakıa olarak dinamik bir varlıktır. Geleceğe yönelik ortak ülkülerle milletler ailesinde hak ettiği yeri alabilir. Önündeki engelleri ortak akıl ve üstün basiretle çözebilirse bunu başarır. Yangına körükle gittiği taktirde milletinin istikbalini tehlikeye sokar. Buna maalesef mili şuurdan yoksun kozmopolit aydınlar yanında tepkisel milliyetçilik yapanlar büyük hizmet etmektedir.